Advertisement

IMF-Dünya Bankası yıllık toplantılarında en çok kullanılan kelimeler şöyle: güven, itibar, kararlılık. Bu kelimelerle kurulan cümleler de aşağı yukarı şunları anlatmaya çalışıyor: Ekonomik birimlerin uygulamadaki politikalara güven duyması lazım, duymuyor; uygulamadaki politikaların itibarı olmalı, pek değil; politika yapıcıları kararlılıklarını göstermeli, şimdiye kadar gösteremediler.
Bu cümleler boşuna kurulmuyor. Çünkü, ne Avrupa'da ne de Amerika'da ekonomi politikalarına güven duyulmuyor. Uygulanan politikaların itibarı yok. Politikacılar gerekli ve yeterli kararlılığı gösteremiyorlar. Futbol tabiriyle, dar alanda top dolaştırılıyor, zaman kazanılmaya çalışılıyor.

PROGRAMSIZLIK MI İYİ?
Teknik düzeyde yapılan tartışmalarda öne çıkan yaklaşımı şöyle özetleyebiliriz: Merkez bankaları politikacılara zaman kazandırıyorlar. Avrupa'da borç krizinin çözümüne yönelik olarak çeşitli ülkelere verilen mali yardımlarda yardım alan ülkelere zaman kazandırmaya yönelik. Kazanılan zaman iyi kullanılıyor mu? Sorunun yanıtı çoğu durumda "hayır" oluyor. O halde, zaman ne zaman bitecek ve artık zaman kazandırılmaya çalışılmayacak? Bu sorunun yanıtı da yok.
Bir ay sonra görevinden emekli olacak olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Jean Claude Trichet "ya hep beraber olacağız ya da bizi teker teker asacaklar" (either we hang together od they will hang us individually) diyor. Euro'dan çıkışın düşünülemeyeceğini söylüyor. Diğer taraftan yıllar önce yapılan anlaşmaya sadık kalmayan ülkelere yönelik büyük bir kızgınlık var. ECB de ülkelere zaman kazandırıyor. Kazanılan zamanın iyi kullanılmadığı ortada. ECB zaman kazandırmaya devam ediyor.
Bazen tartışmalar komik denebilecek yerlere kayabiliyor. Örneğin, "itibarı olmayan bir programı uygulamak mı iyi, yoksa hiçbir programın uygulamada olmaması mı iyi?" gibi bir soruya cevap aranabiliyor. Burada Avrupa birinci, Amerika ikinci sorunun muhatabı. Böyle bakıldığında, belki hiçbir programın uygulamada olmaması daha iyiymiş gibi görünüyor. Amerika birçok açıdan Avrupa'dan daha iyi durumdaymış gibi görünüyor.

KENDİLERİ YAPACAKLAR
Washington'da bir tedirginlik havası var. Üç yıl önce, küresel krizin derinleştiği ve Lehman Brothers'ın batışı döneminde yapılan yıllık toplantılarda bu denli bir tedirginlik yoktu. O toplantılarda, sonradan doğru olmadığı ortaya çıktıysa da, umut vardı, kullanılabilecek araçlar vardı, ekonomi politika yapıcılarının ne yapılabileceği konusunda fikirleri vardı. Birçok kişi için Keynes yeniden doğmuştu. Şimdi aynı yerde değiliz. Umutsuzluk var. Kullanılan politika araçlarının yetersizliği görüldü. Ortada yeni bir fikir yok. Borç krizi ile birlikte Keynes'i öldürdüler. Tedirginliğin kaynağı da burada.
Her geçen gün, açıklanan her kötü ekonomik veri gelişmiş ülkelerde moralleri bozuyor, umutsuzluk yaratıyor. Kendini besleyen bir kısır döngü söz konusu. Bu kısır döngü içinde, normalde etkin olabilecek politika araçları da etkisiz kalıyor. Örneğin, Amerika'da para politikasının giderek etkisizleşmesi, Avrupa'da borçlu ülkelere verilen mali yardım ve uygulamadaki kemer sıkma politikalarının piyasaları ikna edememesi hep itibar eksikliğinden, güvensizlikten ve politika yapıcıların kararsızlığından kaynaklanıyor. O nedenle bu kelimeler Washington'da çok kullanılıyor.
Bu kısır döngü nasıl aşılacak? Galiba önce kararlılıktan başlanması gerekiyor. Çok ciddi bir güven eksiği içinde bir şeyler yapmaya çalışan politika yapıcılar ekonomik birimleri şaşırtacak kadar kendilerinden beklenmeyen bir adım atmak zorunda. O kadar ki, şaşıran ekonomik birimler politika yapıcıların kararlılığını lafta değil, uygulamada görmeliler. Bu başarıldığında, güven ve itibar da ardından gelebilir.
Geçmişte, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan krizlerden elde edilen en büyük ders itibarını yitirmiş politika yapıcıların şaşırtıcı adımlar atmalarıyla krizden çıkışın yolunun bulunmasıydı. Şaşırtıcı adımları attıran da hem IMF idi. Şimdi, gelişmiş ülkelere şaşırtıcı adımlar attırmaya zorlayan bir IMF yok. Bunu kendileri başarmak zorundalar.