Merkez Bankası geçen yıl aralık ayında politika değiştirerek taşları yerinden oynattı.
"Sıfır reel faize" odaklanan, zorunlu karşılıklar ve likidite araçları ile çoklu hedeflere ulaşmaya çalışan bu politika, ne yazık ki Avrupa başta olmak üzere dışarıdan kaynaklanan nedenlerin de devreye girmesiyle başarılı olamadı.
Son bir ayda ise Türk finans piyasaları belirsizliğin doruğa çıktığı çalkantılı bir dönemden geçti.
MERKEZ SÖZLE MÜDAHALE EDİYOR
Dün Merkez Bankası Başkanı'nın yaptığı açıklamaların belirsizliğin biraz da olsa azalmasına neden olacağı kuşkusuz. Ancak bu belirginliğin başka belirsizlikleri beraberinde getireceği ve oynaklığın artacağı da açık.
Anlaşılıyor ki Merkez Bankası'nın politika faizini değiştirmeye hiç niyeti yok.
Buna karşı enflasyon, döviz kuru, banka kredilerindeki artış, cari işlemler açığı, finansal istikrar ve büyüme hâlâ bankanın uğraşı alanlarını oluşturmaya devam ediyor.
Bu kez yüzde 5.75 ile 12 arasında oluşan faiz koridoru, zorunlu karşılıklar ve likidite politikaları ile hem TL'ye değer kazandırılmak isteniyor hem de sıkılaştırıcı bir para politikasıyla istikrar sağlanmaya çalışılıyor.
İşte belirginlik yaratılan bu noktalarla sonuca nasıl ulaşılacağı konusunda piyasanın kafası karışıyor.
Piyasa oyuncularının vardığı sonuç şu: Piyasada faizler artacak, enflasyon yükselecek, banka kârlarının düşüşüne paralel olarak İMKB endeksi düşecek. TL'nin dış değerinde ise kısa sürede oynaklık artacak.
Bu tabloyu Avrupa'nın durumuna da bakarak yorumlamak gerekiyor.
BAŞBAKAN'A ANLATILMASI GEREKEN NOKTA
Başbakan'ın faizin enflasyonun nedeni olduğu anlayışı ve inancı ile Merkez Bankası'nın faizleri artırmasına karşı olduğunu bilmeyen yok.
Banka da buna uydu.
Ne var ki piyasada oluşan faizler Başbakan'ın bu direktifini dinlemedi. Son olaylarda çift hanelere çıktı. Hazine'nin bu faiz düzeyinden borçlanmak zorunda kalacağı kuşkusuz. Düşen TL'nin de ihracatçı olmayan reel kesimi ne kadar mağdur ettiği açık.
Merkez Bankası'nın düşük faizle verdiği 60 milyar TL'lik bir haftalık repo ile de iyi para kazanma fırsatı hâlâ mevcut.
Oysa geçen yılın sonunda Merkez Bankası faizi düşürmek için çabalamasa ve "yeni" politika bileşimini ortaya koymasa, bunun yerine kısa vadeli faizlerini 25 ya da 50 baz puan artırsaydı şimdi çok daha dengeli ve sağlıklı bir durum ortaya çıkacaktı.
Türkiye 2008 krizinde olduğu gibi sadece dışarıdaki olumsuzluklardan etkilenecekti.
Bu politika belki de bizi kredi derecelendirme kuruluşlarından yatırım yapılabilir ülke notu olan BBB'nin alınmasına kadar bile götürebilecekti.
Dolayısıyla Başbakan'a yakın çevresinin bu oluşumları objektif olarak anlatmasının yararlı olacağını düşünüyorum.
Merkez Bankası'nın politika faizini sabit tutması ile faizin ve enflasyonun düşürülemeyeceği gerçeğinin Başbakan'ın huzurunda bir kez daha ortaya konulmasında yarar olduğunu düşünüyorum.
Aksi halde sıfır reel faiz, çift haneli yüksek enflasyon oranı düzeyinde gerçekleşecek. Türkiye'nin kazanımları kolaylıkla harcanabilecek.
Hele hem faizi hem de dövizi kontrol eden bir Merkez Bankası'nın varlığı karşılaşılacak riskleri artıracak.
Bunları Başbakan'ın bilmesinde yarar var. Çünkü sonunda fatura kendisine çıkacak.