Advertisement

Dünkü yazımda Başbakan Erdoğan'ın "enflasyon kadar faiz" prensibi nedeniyle 10 yılı aşkın süredir uygulanagelen enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasının geçerliliğini yitirdiğine değinmiştim.
Bu durumda fiyat istikrarını yasal olarak sağlama görevini üstlenmiş Merkez Bankası'na iki seçenek kalıyor. Ya parasal göstergelere ya da döviz kuruna odaklı bir para politikası uygulamak.

PARASAL GÖSTERGELERE DAYALI PARA POLİTİKASI ÇIKMAZI
Dünya merkez bankacılığında 1990'lı yılların ortalarına kadar genelde parasal göstergelere dayalı para politikası uygulanırdı.
Milton Friedman'ın "enflasyon daima parasal bir olgudur" yaklaşımı çerçevesinde para arzının ölçümleri olan M1, M2, M3 ya da kredi büyüklükleri ile fiyat gelişmeleri arasında ilişki kurulur, buna göre de para politikası yürürlüğe konulurdu.
Almanya bu sisteme inandı ve 30 yıl uyguladı. Dar anlamlı para arzında (M1) yıllık yüzde 6 oranında bir artışın enflasyonu yüzde 3 ile 5 arasında yükselteceği genelde kamuoyunca da kabul edilen bir kural oldu.
Ne var ki bu politika seçeneği ile arzulanan enflasyon oranı 30 yılda sadece 10 kez tutturulabildi. Türkiye de ise fiyat artışları ile parasal büyüklükler arasındaki ilişki sadece ve de zayıf bir şekilde M1 için anlamlı çıkıyordu. Ekonometrik araştırmalar diğer parasal göstergelerle fiyat artışları arasında bir ilişki bulunduğuna işaret etmiyordu.
IMF ise bu yaklaşımı merkez bankalarının net iç varlıklarını kontrol altına almak şeklinde algıladı ve uygulatmaya çalıştı.
Zaman içinde parasal göstergelere dayanılarak enflasyonun kontrol altına alınamayacağı anlaşıldı.
Ayrıca küreselleşen ve sermaye akımları artan bir dünyada sadece iç parayı kontrol ederek para politikası uygulamalarının üretim ve istihdam üzerindeki olumsuz etkileri de eleştirilerin odak noktasını teşkil etti.
Parasal büyüklüklerdeki değişimin enflasyon üzerine belirli bir zaman aralığı geçtikten sonra gözlenmesi de bu tür bir para politikasının etkinliğini tartışılır hale getirdi.
1990'lı yılların ortalarından itibaren John Taylor'un çizdiği çerçevede para politikaları enflasyon hedeflemesine yöneldi.
Merkez Bankası Aralık ayından bu yana kısmen uygulamaya çalıştığı parasal göstergelere dayalı ve fakat amacı başka para politikasını daha da genişleterek sürdürmesi durumunda yukarıda özetlediğim sakıncaların ortaya çıkması kaçınılmaz görünüyor.
Özellikle bu göstergeler ile enflasyon arasındaki ilişkinin kamuoyuna ve piyasalara anlatılması, onların ikna edilmesi zaman alacaktır. Başarısızlık durumunda ise enflasyonist bekleyişlerini yönlendirmek giderek zorlaşacaktır.

DÖVİZ KURUNA BAĞLI PARA POLİTİKASI: RİSK BELLİ
Gerek para kurulu şeklinde gerekse dolar ya da euro'ya bağlanarak para politikasının yapısını düzenlemek de olasıdır.
Ne var ki bizim ve bize benzer Arjantin gibi ülkelerin geçirdiği deneyimler bu uygulamanın ne denli riskler taşıdığını herkese öğretmiştir.
Daha da önemlisi döviz kurunu hedefleyen Merkez Bankası faizi piyasaya bırakmak zorunda kalacaktır. Bu da Başbakan'ın koyduğu prensibe aykırıdır.
Bunların dışında Merkez Bankası'nın son bir seçeneği daha kalmaktadır.
O da Başbakan'ın faiz prensibini bir kenara bırakarak, enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasını geçmişte olduğu gibi "bağımsız bir merkez bankası" anlayışı ile sürdürmektir.
Bunun Merkez Bankası üst düzeyi için ne kadar riskli olduğunu söylemeye tabiki gerek yok. Böyle bir çatışmayı göze alacaklarını tahmin etmiyorum.