Fiyat istikrarı, finansal istikrar derken şimdi de döviz kuru istikrarı. Merkez Bankası'nın reel kur üzerinden oluşturduğu yeni iletişim politikasını daha iyi anlamak için makro ekonomik kesimlerin bilançolarındaki döviz dengelerine bakalım.
Merkez Bankası'nın bilançosunda pasifin yarısı TL, yarısı döviz. Buna karşılık aktifinin yüzde 25'i TL, yüzde 75'i döviz. Varlıklarının çoğu döviz ve altın olarak uluslararası rezervlerde tutuluyor. Bu ülkenin Merkez Bankası'nın bilançosundaki varlıkların çoğu kendi parası değil, yabancı para! Döviz alacakları, borçlarından daha fazla. Kısacası fazla döviz pozisyonu var.
Merkez Bankası fazla veriyorsa, diğer kesimlerin bilançosunda döviz pozisyonu açığı olması gerekir. Önce finansal sektöre bakalım. Bankaların bilanço içi işlemlerinde açık pozisyonları var. Açık, bilanço dışı işlemlerle kapatılıyor. Var olan açığı da TCMB pek dert etmiyor. Çünkü bankaların bulduğu kısa ve uzun vadeli döviz borçlarının önemli bir bölümü, munzam karşılıklar için uygulanan reverv opsiyon katsayısı (ROK) uygulaması çerçevesinde ona gidiyor. Böylelikle döviz rezervlerini büyütüyor.
O zaman açığı olabilecek iki kesim öne çıkıyor. Biri kamu. Devletin dış borçlarına karşılık döviz tutması beklenemez. Kamu banka değildir. Bir yandan dövizle borçlanıp, diğer yandan kasa hesabında yüksek miktarda döviz tutması beklenemez. Merkez Bankası, Hazine'nin mali ajanı olduğu için, eğer orada yıllık taksitleri ödemeye yetecek kadar döviz varsa, sorun yoktur. Yukarıda da özetlendiği gibi fazlasıyla dövizi var.
Hanehalkının genel borçluluğunu biliyoruz. Dövizle olmadığı için onu şimdilik bir kenara bırakırsak, geriye bir tek reel sektör kalıyor. İşte burada biraz durup, dikkatle düşünmek lazım. Merkez Bankası'nın yayınladığı veriler uyarı sinyalleri veriyor. Haziran 2012 itibarıyla finansal kesim dışındaki firmaların döviz yükümlülükleri ile varlıkları arasındaki fark 130 milyar dolar civarında. Bu rakam 2003 yılı sonunda sadece 18.5 milyar dolarmış. Artış yüzde 166 gibi oldukça büyük.
Bunlar bir sonuç. Sorunun başlangıcının aşırı liberal kambiyo rejimi olduğunu biliyoruz. O da Merkez Bankası'nın değil, hükümetin tercihi.
Dolayısıyla, TCMB bu kadar dövizi taşımakta haklı. Devletin ve reel sektörün dövize olan ihtiyacı ortada. Devlete karşı olan sorumluluğu hem yasal hem de ekonomik. Reel sektöre karşı yasal bir zorunluluğu yok. Ancak, kanununda fiyat ve finansal istikrarın sağlanmasına yönelik bir emir olduğuna göre, TCMB'nin reel sektörün döviz pozisyonu açığının finansal istikrarı bozucu etkisini takip etmesi normal. Çünkü döviz dengeleri aniden bozulmaya başlarsa önce reel sektör şirketleri, ardından bu şirketlere döviz kredisi veren bankaların sorunları başlayacak. Onlar döviz alacaklarını tahsil edemeyince, döviz borçlarını ödemekte zorlanmaya başlayacaklar. Dönüp Merkez Bankası'ndan döviz talep edecekler. Yeterli ve ucuz döviz bulunamazsa finansal istikrar olumsuz etkilenecek.
Gelinen aşamada TCMB, kurdaki zayıflamanın önüne geçmek ve dış rekabeti sağlayabilmek için faiz indirimine gidebilir. Fakat indirim, enflasyonu ve kredi büyümesini tetikleyebilir. Sanırım Merkez Bankası kredi genişlemesini kontrol edebilmek için munzam karşılıkları etkin bir araç olarak kullanmayı düşünüyor. Döviz girişi devam ederse ROK'u büyütmeyi, ardından bazı bankacılık rasyolarında değişikliğe gitmeyi vs. Şirketler bu kadar döviz borçlusu olduğu sürece, böylesi bir yol izlenmesi anlaşılabilir.
Ancak, faiz indiriminin de bir sınırı var. Ülkede tasarrufların daha da azalmasına ve cari açığın büyümesine yol açabilir. Kalıcı çözümün sıcak parayla mücadeleden geçtiğini bir kez daha hatırlatayım.

Advertisement