Advertisement

1980’li yılların rüzgârı merkez bankalarının siyasi otoriteden bağımsız olmasıydı. Para politikası kararlarında siyasetten bağımsızlık, enflasyonun aslında siyasi bir karar olmaktan çıkarılması anlamına geliyordu. Para politikası bu rüzgârla dünyanın dört bir tarafında fiyat istikrarını sağlamaya ve sürdürmeye odaklandı. Ekonomi politikası oluşturma ve uygulamasında siyasetten bağımsızlık iki ana başlık altında irdelenmeli. Birincisi, yasal bağımsızlık: Politika yapımı ve uygulamasında siyasetin burnunu sokması yasal olarak engellenmeli. Çeşitli ülkeler para otoritesinin yasal bağımsızlığını farklı bir biçimde sağlamaya çalıştı. Hiçbir ülkede yasal bağımsızlığın tam olarak sağlandığı söylenemez. Ama, bu konuda epeyce yol alındı. İkinci ana başlık, işlevsel bağımsızlık: Bir para otoritesi yasal olarak siyasetten tamamen bağımsız olabilir, ama elindeki para politikası araçları yetersiz kalabilir. Hatta, ekonomik durum bazı araçların kullanılmasını zorlaştırabilir, hatta olanaksız hale getirebilir. Para politikası işlevsel olarak etkisiz hale gelebilir.

ROLLER DEĞİŞİYOR
Geçmişte, gelişmiş ülke merkez bankalarının bağımsızlığı söz konusuyken, gelişmekte olan ülkeler bu konuda reform yapma ihtiyacı içindeydi. Şimdi durum değişti. Başta Şili, Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler para politikasının bağımsızlığı konusunda hem yasal hem de işlevsel alanlarda çok önemli reformlar yaptılar. Bu ülkelerde siyasetin etkisi elbette tam olarak kaybolmadı. Ama, para politikası eskisi kadar da siyasetin güdümünde değil. Kamuoyuna hesap verme mecburiyeti bu ülkelerde merkez bankalarına çekidüzen verdi. Gelişmekte olan ülkelerde merkez bankalarının siyasetten bağımsızlığı yönünde rüzgârların estiği dönem aynı zamanda uluslararası sermaye hareketlerinin de artıp derinleştiği dönemle çakışır. Aslında, para politikasının bağımsızlığı ve uluslararası sermaye akımlarının artıp derinleşmesi birbirlerini besleyen iki önemli gelişmedir. Yabancı yatırımcılar gelişmekte olan ülkelerde merkez bankalarının bağımsızlığı ile para politikasını daha iyi okumaya çalışırken, bu ülkelerdeki merkez bankaları da derinleşen uluslararası sermaye akımlarını bahane ederek siyasetin para politikasına burnunu sokmasını bir ölçüde engellemeye çalışıyorlar. Bugün para politikasının siyasetten bağımsızlığından hoşlanmayan hiçbir ülkede siyaset mekanizması merkez bankasının bağımsızlığına karşı olduğunu alenen açıklayamaz. Hiçbir siyasi mekanizma bir günde milyarlarca doların yurtdışına gitmesine bile bile seyirci kalamaz. Gelişmekte olan ülkelerde kontrol mekanizması bir ölçüde çalışırken, geçmişin “rol modeli“ olan gelişmiş ülkelerde aynı kontrol mekanizmasının çalıştığını iddia edemeyiz. Aynı zamanda rezerv paranın da sahibi olan gelişmiş ülke merkez bankaları küresel krizle beraber giderek işlevsel bağımsızlıklarını yitiriyorlar. Bu merkez bankalarının bilançoları giderek para politikasının hareket alanını daraltıyor.

EMİSYON VE BİLANÇO
Merkez bankalarının bastığı toplam para bilançolarının büyüklüğüdür. Piyasada dolaşan para ise merkez bankalarının yükümlülüğü olan banknotlardır (emisyon). Bir merkez bankasının toplam yükümlülüğü içinde emisyonun payı ne kadar azsa, o merkez bankası işlevsel olarak o kadar daha az bağımsızdır. Emisyonun payı azaldıkça, o merkez bankası piyasaya süremediği (piyasanın talep etmediği) para basmış demektir. Gelişmiş ülke merkez bankalarının birçoğunda toplam yükümlülükler içinde emisyonun payı azalıyor. Büyüyen bilançoları küçültmenin maliyeti giderek artıyor. Bu oran Amerika’da yüzde 90’lardan yüzde 37’ye, Avrupa’da yüzde 60’tan 28’e, İngiltere’de 50’den yüzde 20’ye geldi. Yeni açıklanan programlarla önümüzdeki dönemde bu oranlar daha da düşebilecek. Bu bilançoları eski haline getirmek hem zaman alacak hem de bunun için bir maliyet ödenecek.