Advertisement

Uluslararası çevrelerde en çok konuşulan konulardan biri küresel düzeyde finansal sektör reformunun hayata geçirilmesi. Beş yıl önce küresel kriz, finansal sektörden başladı. Sektörü ayağa kaldırmak için başta Amerika olmak üzere krizden nasiplenen bütün ülkelerde kamu sektörü çok büyük paralar harcamak zorunda kaldı. Kamu parasının özel sektörü kurtarmakta kullanılması siyasetçileri zor durumda bıraktı. Kriz iki günah keçisi yarattı: Finansal sistemin gözetim ve denetiminden sorumlu devlet kuruluşları ile kredi derecelendirme şirketleri. Denetimden sorumlu kamu kuruluşları finansal sistemin zaaflarını önceden göremedikleri ve krizi önleyemedikleri için eleştiriliyorlar. Kredi derecelendirme şirketleri de gerçek riski bilerek ölçmedikleri ya da en hafifiyle ölçemedikleri için bombardımana tutuluyorlar.

GÜNAH KEÇİLERİ

Kredi derecelendirme şirketlerinin ne yönde düzenlenecekleri henüz netlik kazanmadı. Sorumlulukları artırılıp yanlış karar verdiklerinde cezalandırılmaları söz konusu olabilecek. Geçmişe bakarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu görüp performanslarını değerlendirmek kredi derecelendirme kuruluşlarını işlev göremez hale sokabilir. Piyasadaki hâkim kredi derecelendirme kuruluşlarının küresel bazda topladığı nefretle başta Asya ve Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir tarafı kendi bölgesel kredi derecelendirme kuruluşları yaratma sevdasına girdi. Kredi derecelendirme kuruluşları enflasyonu aslında kafaları daha da karıştıracak. Komiklikler olacak. Finansal düzenleme konusunda çok eleştirilen ve çoğu zaman da haksızca eleştirilen kamu otoritelerinin genel yaklaşımı şöyle özetlenebilir: Öyle bir düzenleme getirelim ki, bir daha böyle bir kriz yaşanmasın. Bu yaklaşım iki büyük riski beraberinde getiriyor. Birincisi, bir daha kriz yaratmayacak bir düzenleme olamaz. Dolayısıyla, olmayacak bir şeyin peşinden koşmak finansal sistemi çok dar bir kalıba sokma riskini yaratıyor. Basel III diye adlandırılan küresel düzeydeki yeni düzenlemeler bu gerçeği yansıtıyor. İkinci risk, zaten oldukça karmaşık olan finansal sistem ve sistemde kullanılan araçların giderek daha da karmaşık hale gelmesi düzenlemeleri de aynı paralelde karmaşık yapabiliyor. Bir düzenleme ne kadar karmaşıksa, anlaşılması ve uygulanması da o kadar anlaşılmaz olabiliyor. Halbuki, finansal sistemin ihtiyacı olan basit ve anlaşılabilir düzenlemeler.

SERMAYE YETERLİLİĞİ

Sermaye yeterliliğine çok büyük önem veriliyor. Sermaye yeterliliği çok önemli bir kavram ve parametre. Önemini küçük görmek mümkün değil. Ama gerçek o ki, hiçbir finansal kuruluş sermayesi yetersiz olduğu için batmamıştır. Finansal kuruluşlar yatırım yaptıkları varlıkları finanse edemedikleri ve/veya yatırım yaptıkları varlıkları elden çıkaramadıklarında batarlar. Bu açıdan, finansal kurumların batma riskini azaltmanın ilk yolu, sermaye yeterliliği değil, likidite yeterliliğidir. Hafife alınmamalı da zira, küresel ekonomilerin büyümekte zorlandığı bir dönemde sermaye yeterliliği üzerinde çok durulduğunda, finansal kuruluşlar sermaye yeterliliğini sermayelerini artırarak değil, bilançolarını küçülterek sağlamaya çalışırlar. Şimdi, Avrupa’da olan budur. Bir hesaba göre, Avrupa bankalarının yeni düzenlemelere uyabilmek için yaklaşık yarım trilyon Euro kadar varlıklarını elden çıkarmaları gerekiyor. Böyle bir strateji Avrupa ekonomilerini çok daha derin bir resesyona itmek anlamına gelir. Kaş yaparken göz çıkarmak buna denir.

Reform yapmak krizlerden hemen sonra daha kolay olabilir. Reformlara muhalefeti kırmak daha kolaydır. Ama tepki şeklindeki reformları uygulamaya koymanın en kötü zamanı genellikle krizlerden hemen sonradır.