Advertisement

Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) toplantılarında genellikle gelişmekte olan ekonomilerin sorunları tartışılırdı. Gelişmiş ekonomilerdeki eğilimler de “Küresel Görünüm“ başlığı altında kısaca incelenirdi. Toplantılardaki ağırlık değişti. Gelişmiş ekonomilerin irdelenmesine ayrılan zaman arttı. Özellikle “Ne olacak bu Avrupa’nın hali?“ diye özetlenebilecek tartışmalar daha fazla ilgi çekmeye başladı. Genel görünümü şöyle özetleyebiliriz: 1) Gelişmiş ekonomilerde büyüme düşme eğiliminde. Bu kervana şimdi gelişmekte olan ekonomiler de katıldı; 2) Gelişmekte olan ekonomilerde büyümenin düşmesi konjonktürün bir parçası değil, yapısal; 3) Yapısal sorunlar giderek derinleşiyor. Örneğin, cari işlemler açığı veren ülkelerde büyüme düştüğü halde, cari işlemler açığı büyüme eğiliminde. Avrupa ne âlemde? Geçmişle karşılaştırıldığında, Avrupa’nın durumu bugün çok daha iyi. Finans piyasalarının algısı olumluya döndü. Ekonomik büyüme başladı, ama işsizliği azaltmaktan uzak. İhracatını artırmak zorunda. Yani Avrupa’da üretimde verimliliğin artması lazım. Parasal birliğin güçlenmesi için gerekli yapısal reformlar gündemde. Biraz büyüme görüldüğü için reformların uygulamaya konmasında tembelleşme riski var. Avrupa düzlüğe çıkmış değil. Aksine, çok kalabalık bir ev ödevi var. Bu konularda neredeyse herkes hemfikir. Eski akademisyen ve eski İsrail Merkez Bankası Başkanı Jacob Frenkel‘e göre, Avrupa ekonomileri dünyadaki göreli önemini kaybetti. Dünya gelirinin yüzde 30’una yakınını üretirken şimdi yüzde 20’sini üretiyor. Pazarı, gelişmekte olan ülkelere kaptırdılar. Nedir Avrupa’nın sorunu?

AVRUPA’NIN ZORLUKLARI

Avrupa ekonomilerinin önündeki zorlukları en iyi özetleyen, eskiden IMF’de Türkiye masasında çalışan şimdi Avrupa Bölümü Direktörü Rıza Moghadam oldu. Olumlu gelişmeleri sıraladıktan sona 5 ana temaya değindi. 1) Avrupa ekonomileri birbirinden uzaklaşmış ve farklılaşmış durumda (fragmented). Almanya ve Kuzey Avrupa ülkelerinde yüzde 2-3 düzeyinde borç alınabiliyorken, borçlanma oranı Akdeniz’e kıyısı olan Avrupa ülkelerinde yüzde 6-8 düzeyinde olabiliyor. Parasal birlik içinde bunun sürdürülebilmesi elbette mümkün değil. 2) Şirket ve hanehalkının bilançoları bozuk. Bilanço düzeltme süreci Amerika’da çabuk başladı ve hızlı gelişti. Ama, Avrupa bu konuda çok yavaş. 3) Banka bilançolarının ne denli sağlam olduğu bilinmiyor. Sermayelerine göre bilançoları çok büyük. Gelecek yıl uygulamaya konacak stres testi bu açıdan çok önemli. 4) İşgücü piyasası çok katı. Üretimin radikal bir biçimde düştüğü sektörlerde istihdam azaltılamazken, üretimi artan sektörlerde istihdam artmıyor. Krizden bu yana işgücüne katılımdaki artış durdu. Ama, büyüme ile işgücüne katılım kriz öncesinde olduğu gibi artarsa, işsizlik Avrupa’da daha büyük bir sorun olmaya aday. 5) Program yapan ülkeler (Yunanistan, İrlanda ve Portekiz) henüz piyasadan borçlanabilme durumuna gelemediler. Bu ülkelerin yeniden piyasaya açılabilmeleri ilk 4 maddedeki sorunları aşmalarına da bağlı olacak. Dolayısıyla, Avrupa’da topyekûn bir yapısal reform girişimi kesintisiz ve hızla devam etmek zorunda.

UMUTLARI ECB

Bankaların Avrupa Merkez Bankası (ECB) tarafından tek elden gözetim ve denetimine çok büyük umutlar bağlanıyor. Bu yolla Avrupa’da tasarrufların artacağı, parasal birliğin itibarının güçleneceği ve ekonomik büyümeye ivme kazandırılacağı düşünülüyor. Bilançolarını büyüterek ekonomik büyümeye katkı veren ECB’ye yeni umutlar bağlanmış görünüyor. Jacob Frenkel‘in dediği gibi, merkez bankaları ancak zaman kazandırır, yapısal sorunları çözemezler. Avrupa’nın sorunu ise yapısal.