Advertisement

Cumhurbaşkanlığı seçimi geçti. Sürpriz beklenmiyordu. Seçim beklenen yönde sonuçlandı. Türkiye ekonomisine yönelik riskler içinde zaten Cumhurbaşkanlığı seçimi yoktu. Siyasi alanda risk olarak algılanan gelişmeler aslında bundan sonra yaşanacak. Kredi derecelendirme kuruluşlarının ve birçok yatırımcının kafasındaki soruları şöyle sıralayabiliriz:

Tayyip Erdoğan nasıl bir Cumhurbaşkanı olacak?

Yetkiler zorlanıp yarı başkanlık ya da tam başkanlık sistemi fiilen uygulamaya geçer mi?

Böyle olduğu takdirde, Türkiye’de gücünü Anayasa’dan almayan bir uygulamaya karşı çıkabilecek kuvvetler ayrılığı yeteri kadar güçlü mü?

Yeni kabine nasıl şekillenecek?

Yeni kabinede ekonomik işlerden sorumlu bakanlar kimler olacak?

KİMİN DÜDÜĞÜ ÖTECEK?

Ekonomik alanda öne çıkan konu hükümetin bundan sonraki uygulamalarının makro ekonomik istikrarı öne çıkaran yönde mi yoksa mikro alanlarda popülizme kayan yönde mi olacağı. Bu konuda kaygıların merkezinde de Merkez Bankası var. Para politikası uygulaması fiyat istikrarına mı odaklı olacak, yoksa ekonomik büyümeyi öne çıkaran, siyasetin güdümünde bir yaklaşım mı sergilenecek? Aslında, ekonomik dengelerin daha bozuk olduğu dönemlerde dahi bu sorular sorulmuyordu. Bu soruların sorulmasının ana nedeni Başbakan’ın Merkez Bankası’nın uygulamalarına olan muhalefeti ve Merkez Bankası’nın da sanki Başbakan’ın öncelikleri doğrultusunda hareket ediyor izlenimini vermesi.

Bugünkü dengelere baktığımızda, evet enflasyon yüksek, ama doğru kararlar alındığında, enflasyonun düşüş eğilimine girmesi çok büyük bir olasılık. Evet, cari işlemler açığı yüksek, ama en azından bir düşüş eğilimi içinde. Kamu finansmanında, verilerden bilebildiğimiz kadarıyla kaygı verici bir gelişme söz konusu değil. Hal böyle olduğu halde, geçmişte daha yüksek cari işlemler açığı olduğu, enflasyonun daha yüksek olduğu dönemlerde dahi, risk algısı bugünkü kadar kötü değildi. Risk algısını göreli olarak kötüleştiren hükümet üyelerinin kendileri oldu. Risk algısını kötüleştiren hükümet üyeleri olduğundan, Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra oluşacak yeni hükümette ekonomik konulara kimin bakacağı da doğal olarak ayrı bir önem kazandı. Piyasaların şimdiye kadar alışıp belli bir itibarı kazanmış olan şahsiyetlerle mi devam edilecek, yoksa yeni isimlerle Türkiye ekonomisinin riskini artıran söylevlerin sahiplerine ait görüşler mi uygulamaya yön verecek? Bu sorunun yanıtı birçok çevrede makro ekonomik dengeleri etkileyebilecek kadar önemli.

2+2>4

Türkiye’ye yönelik risk algısını etkileyen unsurlardan biri de doğal olarak dış ekonomik gelişmeler ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyadaki jeopolitik riskler Bu alanda yapılabilecek bir şey yok. Ama, bu alandaki riskler içeride kendi yarattığımız risklerle birleşince 2+2, 4’ten fazla ediyor. Önümüzdeki dönem özellikle Amerika ve Avrupa merkez bankalarının nasıl bir tavır alacaklarına bağlı olarak gelişmekte olan ekonomiler için çok olumlu olmayabilir. Dış kaynak ihtiyacı içindeki bizim gibi ülkeler zaten hep topun ağzında bir konumda olacak. Böyle bir ortamda Türkiye’de fiyat istikrarını gözettiği söylenip aksine farklı hedeflere odaklanmış bir para politikası uygulaması yangına körükle gitmekten başka bir şey olmaz. Siyasi belirsizliğin yarattığı en büyük ekonomik belirsizlik de bu alanda. Yeni hükümetlerde kişilerin aynı kalmasının ya da değişmesinin bu belirsizliği azaltıp azaltmayacağı da tartışmalı.