Advertisement

Yeni bir haftaya başladık. Nispeten daha iyimser bir hafta fakat bu hafta piyasalar açısında göz önünde bulunması gereken başlıkların bir üstünden geçelim:

1 - Draghi'nin euronun değerlenmesine çözüm bulması gerekiyor

Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) bahar toplantılarında konuştu, "Güçlü euroya geçit yok." mesajı verdi. Sözlü müdahale ile piyasanın üstünde baskı yaratmak istedi fakat piyasa bunu test eder. Biz bu hikayeyi daha önce Fed oynarken de görmüştük. Fed çok net bastı parayı, 4 trilyon doların üzerine çıktı, istediğini yaptı ve bunun karşılığı olarak da parayı sterilize etmek gibi bir derdi olmadı. Şimdi de bunun meyvelerini topluyor. Draghi'ye yöneltilen durum tahlil ise şu: 1 trilyon euro verdin, 1 yıl olmadı 1 trilyon euronun yüzde 75 - 80'ni sende toplanmamış olsun. Tahvil alımı yapıyorsun, ama tahvil alımını problemli ülkelerle yapıyorsun, ancak onları kurtardın. Almanya tahvili almak işin kolay yolu. Almanlar zaten buna karşı çıkıyorlar, zaten bir faydası da yok.

Draghi'nin acilen minimum 1 trilyon euroluk hamle yapması, bu parayı sterilize etmemesi, kredi kanallarının açık olduğunu ve bankaların bu krediyi son kullanıcıya indirdiğini görmesi lazım. Draghi ise sürekli top çevirerek sözlü müdahale ile işi çözmeyi çalışıyor. Artık o tren kaçtı.

2 -Ukrayna raftan masaya indi

Avrupa'nın başındaki tek sorun güçlü euro değil aynı zamanda inmiş gibi görünen Ukrayna tansiyonu yeniden yükseliyor. Ukrayna'nın Kırım'ı kaybetmesinin ardından başta Donetsk olmak üzere Rus yanlıları ülkenin dört bir tarafında ayaklanıyor. Bir askerin hayatını kaybettiği Ukrayna ordusunu ayaklandırılmasının ardından "Bunu savaş ilanı sayarım" diyen Rusya BM Güvenlik Konseyi'ni acil toplantıya çağırdı fakat ortada bir "Tavşan kaç, tazı tut" durumu var gibi.

Kılıçlar yeniden çekildi. Putin'in Ukrayna'dan eli boş dönmeyeceğini en başından beri söylüyorduk. Belki Rusya bundan sonraki olay dizilerinde Kırım'da olduğu kadar aktif rol oynamayabilir ama görünen o ki ibrenin hiçbir şekilde Ukrayna'dan yana dönmesine tahammülü yok. Dolayısı ile "Batı" da artık ciddi bir yol ayrımında duruyor. Ortalık öyle bir toz duman oldu ki yerde kimsenin kafasını gömebileceği kadar kum kalmadı.

 

3 - Gelişmekte olan ülkeler gelişemiyor

Gelişmekte olan ülkelerin büyüyememe sorunu aldı başını gitti. Çin'i çıkardığımızda yüzde 2 - 2,5 bandında büyüyen gelişmekte olan ülkeler ordusu var. Ortalama büyümeleri bundan 4 - 5 yıl öncesinde bunun 2 katı kadardı. Üstelik bu durum bir seneye özgü bir şeymiş gibi de görünmüyor. Aynı Türkiye'nin ve birçok ülkenni başına geldiği gibi önümüzdeki birkaç sene boyunca bu "düşük büyüme trendi" ile devam etmek zorundalar.

Bu ortamda da ülkelere "Ortlama  5 - 6 büyürler" diye girilen para akışı dururken içeride de çok hızlı dönen bazı çarklar dönmez oluyor ki bu da bazı sıkıntıların başlayacağı anlamına geliyor. Buna dair çok örnek gördük.

Şu an kendi lokomotifini biraz hızlandırabilen sadece ABD var. Onlar da bile bazı sorunların önünü alamıyorlar. "AB biraz daha para basacak, bu sayede Doğu Avrupa ülkeleri kurtulur, Japonya da para basmayı bırakmayınca Asya ülkeleri de bunun arkasına saklanır" gibi hikayeler artık eskisi kadar güçlü destek bulamıyor.

Bir tarafta enflasyon, bir cari açık... Söz konusu ülkelerde hangi tarafa gidilirse diğer tarafın yan etkileri tarafından vuruluyor ekonomi çarkı. Örneğin Brezilya Çin'e bağlı. Çin büyüemediği için, emtia üreticisi Brezilya hamle yapamıyor. Çin'e i se çok fon akışı oldu. İçeride varlık balonu oluşmasını istemiyorsa daha fazla bu yolda ilerleyemiyor.

Her ülkenin kendine göre bir handikapı var fakat birinin artık çıkış yolunu yoklaması gerekiyor. Örneğin Türkiye. Diyecek ki yüzde 6 büyümek istiyorum, bu yüzden yüzde 8 - 9 cari açığı göze aldım ki bunu demek çok zor ve üstelik yaptık ve daha önce bir faydasını da görmedik. Ya da yeni nomale alışılınacak. Yani yüzde 2,5 - 3'lük büyüme ile önümüzdeki birkaç yıl gidileceği kabullenilecek.