Advertisement

BİRİLERİ “DUR” DEMEZSE, KİMSE DURMAZ

Türk İnsanı’nın en önemli özelliği haksızlıklardan dert yanıp, bir süre sonra unutmasıdır. Aslında bir süre sonra her şeyi unutur gibi gözükse de, hiçbir zaman unutmaz. Sadece alışır. Ancak alışmak demek haksızlığa karşı sürekli olarak kayıtsız kalacağı anlamına gelmez. Alışmak sadece bir mecburiyettir, çünkü binlerce kilometre ötede Fransızların sıkça söylediği bir atasözünün gerçek olduğunu bilir: “La raison du plus fort est toujours la meilleure”. Yani kurt ile kuzunun hikayesinden alıntı olan “güçlü her zaman haklıdır” sözünün ne kadar doğru olduğunu bilir. Futbolda da böyledir. Ya da böyleydi mi desek?

2006 yılında İtalyan Liginde ortaya çıkan şike skandalı, gözünün yaşına bakılmadan Juventus, Fiorentina ve Lazio’nun bir alt küme olan Serie B'ye düşürülmesine sebep oldu. Milan belki SERIE A’da kaldı ama puanları silindi. Ancak hikaye burada bitmedi.

Kulüplerin bir üst mahkemeye başvurması üzerine Temyiz Mahkemesi Fiorentina ve Lazio'nun, Serie A'da kalmasına karar verdi. Yeni sezonda Fiorentina'dan 19 puan, Lazio'dan ise 11 puan düşülmesi de onaylandı. Juventus'un bir alt kümeye düşmesi kesinleşti ama -30 puandan başlaması istenen ilk karar bozuldu ve -17 puanla sezona başlamasına karar verildi. Milan’ın ise daha önce belirlenen -15 puan cezası, -8 puana indirildi. Bu sayede Milan ön eleme oynayarak da olsa ŞAMPİYONLAR LİGİ’ne katılma şansını yakaladı. İsterseniz, daha da geriye gidelim.

İspanyol göçmeni bir kalorifer tamircisinin oğlu olarak 1943 yılında Paris'te dünyaya gelen Bernard TAPIE, çocukluğunda okul saatinden sonra, para kazanmak için birçok işte çalıştı. Kömür bile taşıdığı söylenir. Belki de o zamanlar sosyal statü atlamayı kafaya koymuştu. Şarkıcılıkta da umduğunu bulamadı ve en doğrusunu yaparak Üniversiteye geri döndü. Mühendislik diploması aldı. Askerlik hizmetinden sonra aynı hırsla işlere saldırdı ve daha 34 yaşındayken “patron” oldu.

PRETTY WOMEN filminde Richard GERE’in canlandırdığı “iflas etmekte olan şirketleri satın alan, allayıp pullayıp satan” adam gibi, bu konuda bir hayli başarılı iş yaptı. Duramadı, siyasete girdi. Paris’ten Milletvekili seçildi. Hem de sosyalistlerden. Duramadı, spor malzemeleri piyasasına girdi. 1990-1993 yıllarında şaka değil, Adidas’ın en büyük hissedarı oldu. Sonra satmak zorunda kaldı. Duramadı “dünyanın en iyi takımı yapacağım” diyerek Olympique Marseille’i idare etmeye başladı. Duramadı Bakan oldu. Sonunda “dur” dediler.

Ticaretten Siyasete, Finanstan Spora, yaptığı her işte şike, rüşvet ve kara para iddiaları ayyuka çıkmaya başladı. Bakanlığı 52 gün sürdü. Marsilya şike nedeniyle ikinci lige düşürüldü. Çok geçmeden 1994’te mahkeme iflasına karar verdi.

Bu iki örnek, şu an Türkiye’de yaşanan gelişmelere Avrupalıların nasıl tepki verdiği gösterir nitelikte. Türk Futbolu son 5 yılda kurumsallığa doğru emin adımlarla yürürken, futbolun eski halini özleyenlerin direnç göstereceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Türkiye’nin bu gelişmelere vereceği tepki, belki de şu an itibariyle kilitli olmayan ama kapalı duran AB kapısını aralayacak faktörlerden biri olabilir.
Diğer yandan 2006 yılına kadar tüm dünyanın beğenerek izlediği İtalyan Ligi’nin kalitesi, şike skandalı ve sonrasında alınan kararlar neticesinde hızla geriledi, rakipleri boşluğu doldurdular. İngiltere ve İspanyol Ligleri en kaliteli futbolcuları oynatan ligler haline geldiler.

Birileri nerde durması gerektiğini bilmediği için Liglerin parasal kayba uğraması acı bir sonuç. Ancak, “dur” diyecek birilerinin olmaması, bundan daha vahim sonuçlar doğurmaktadır.