Advertisement

Ekonomide nereden nereye geldiğinizi anlamanın basit bir yolu var; rakamlara bakmak. Ve emsallerimizle kıyaslamak.  

Büyüme: Türkiye 2017 yılında teşviklerin, turizmin ve ihracat performansının da iyi olması ile beraber çok yüksek bir büyüme elde etti, %7.4. Son 10 yılda ortalama büyümemiz yıllık %5, son 5 yılda ise yıllık %6. Çok iyi bir performans. Emsallerimize kıyasla en üstteyiz. Bir de başka bir açıdan bakalım.

2007 yılında 700 mlr usd olan ekonomimiz, 2013 yılında 950 mlr usd’ye sıçrıyor fakat son 5 yıl gene düşüşte ve 2017’de 850 mlr usd oluyor. Yani son 5 yılda kayıp 100 mlr usd.

Kişi başı milli gelirimiz ise 2007 yılında 9700 usd olurken, 2013’te 12500 usd’ye sıçrıyor ardından 2017 yılında yine 10600 dolara düşüyor. Neden dolar bazlı bakıyoruz dersek de, ithalata dayalı bir ekonomiyiz, ithal ettiğimiz ürünler döviz cinsinden. Ve kurdaki her yukarı hareket aslında cebimizden para eksiliyor manasına gelmekte maalesef. Dolayısıyla %7.5 gibi muazzam yüksek bir reel büyüme elde ettiğiniz bir yılda dahi, dolar bazında kişi başı milli geliriniz bir önceki seneye kıyasla 300 dolar erimiş oluyor.

Satınalma paritesine göre ise dünyada 17. sıradayız. Yıllara göre çok da fazla bir değişim yok son 10 yıldır.

2018 yılında da çeşitli teşviklerle Türkiye çok rahat %5-5.5’luk bir büyümeyi yakalayabilir. Asıl sormamız gereken ne kadar bir süre daha ekonomiyi bu şekilde destekleyecek kaynağımız olduğu. 1 yıl, 2 yıl, 3 yıl? Desteklemediğimiz takdirde ne olacak?

Enflasyon: Son 10 yıllık ortalamamız %8.4, son 5 yıl ortalama %9 enflasyonumuz var. Son 1 yıllık süreçte ise maalesef çift hanede gidiyoruz. Bunu da dünyada enflasyonun rekor düşük seviyede olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Emsallerimizin (EM’ler) ortalama enflasyonu %4 seviyesinde. Enflasyondaki bu bozulmanın ise tek bir sebebi yok; gıda fiyatları, kur geçişkenliği, iç talebin enflasyon yaratacak düzeyde yüksek olması gibi pek çok sebep mevcut. İçinde bulunduğumuz ülke sepetinde en yüksek enflasyonu veren ekonomiyiz.

Bütçe: Herşeye rağmen iyi seviyede ve önemli bir çıpa. Ekonomiyi bir süre daha destekleyebilecek yer var. Son 10 ylda bütçe açığı/GSYH ortalama %2. Son 5 yılda ise %1.1. 2017’yi de %1.5 ile tamamladık. Dolayısıyla emsallerimizle herhangi bir kıyas yapacak isek, asıl bütçe tarafındaki performansımız alkışlanmalı. Keza kamu borcu/GSYH oranımız da yine %30’ların altında ve oldukça düşük.

Türkiye’nin bu dönemdeki en büyük avantajı; kamu bilançosu ve bankacılık sektör bilançosunun oldukça güçlü olmasıdır.

Cari Açık: son 30-40 yıllık dönemde, birkaç kere ödemeler dengesi krizi yaşamış bir ekonomi olarak, cari açığımız her daim gündem maddesi olmuştur. Büyüme modeliniz yurtdışı tasarruflara dayalı olduğu müddetçe de bu risk devam edecektir. Çünkü özel sektörünüz tasarruf edememekte ve kendini başka kaynaklarla fonlamaya çabalamaktadır. Cari açık riski ekonomide diğer dinamikleriniz kuvvetli olduğu müddetçe bir aşamaya kadar yönetilebilir. Uzun vadeli kalıcı sermaye çekersiniz ve finanse edilir. Finansman kalitesinin düştüğü, borçlanma maliyetlerinizin arttığı bir dönemde ise ihtiyacınız kadar döviz çekemez, açıkta kalırsanız, para biriminiz de düzeltme yaşanması muhtemeldir. Bu Türkiye’nin dönem dönem karşı karşıya kaldığı bir sonuç.

Son 10 yıla bakarsak, cari açık/GSYH oranımız %5’ler seviyesinde; son 5 yıl da benzer seviyede. Yalnızca 2015 ve 2016’da %4’lerin altına inerek bir miktar daha kontrol altına sokmuştuk. Son 4-5 aydır ise yeniden belirgin hızlanma mevcut. 2017 Eylül sonu itibari ile 40 mlr usd olan 12 aylık cari açığımız Ocak 2018’de 51.5 mlr usd’ye yükseldi. Şubat rakamı da muhtemelen 53.5 mlr usd’ye çıkacak ki GSYH’nin %6.2’sine denk geliyor. Bozulma net.

Öte yandan dışarıdan bu açığı fonlamanızda daha maliyetli hale geldi. Dünyada da faizin ana trendi yükseliş tarafında. Ekonomiye giren dövizin ana kaynağı da özel sektörün dış borçlanması. 10 yıl önce GSYH’nin %37’si olan toplam dış borcunuz (kamu+özel), 2017 itibari ile %53 seviyesinde. 2007’de %24 olan özel sektör dış boç/GSYH oranı da 2017 sonu itibari ile %37. Burada da bozulma var.

Özetle yukarıda saydığımız bunca makro rakamlar çerçevesinde, finansal piyasaların da reaksiyonu oluyor. 2009 yılından bu yana bono faizimiz en yükseğinde; içeride ya da dışarıda en ufak bir risk algısı yükselse en çok satılan para birimi gene bizim paramız oluyor.

Küresel çapta bakarsak, bütün finansal piyasa oyuncuları para yapma peşindedirler. Tüm o fon yöneticileri, kapsamlarında bulunan her ekonomiyi çok yakından takip ederler ki, olası bir kar yapma fırsatını kaçırmamak için. Türkiye de bu anlamda farklı bir konumda değil. Makro dinamikler çerçevesinde işler gerçekten iyi olsa, hiç bir yabancı fon yöneticisi bu fırsatı kaçırmaz.   Tıpkı 2003-2008 döneminde yaşadığımız süreç gibi.