Advertisement

TCMB ani bir kararla Aralık ayı başında para politikası baz senaryosunu değiştirdi. Hem de acele bir şekilde. ABD Merkez Bankası, daha bir sene önce denediği niceliksel genişlemenin ikinci perdesi için dahi finansal piyasaları iki aydan uzun bir süre hazırlamayı tercih ederken TCMB’nin literatürde daha önce denenmemiş bir politika bileşimi için sadece bir haftalık hazırlama süresini yeterli görmesi dikkat çekti.

Peki, TCMB’yi bu derece acele davranmaya iten nedenler neydi? İç ve dış talepteki ayrışmanın ivme kazanması ve bu bağlamda cari işlemler açığındaki hızlı genişleme göze batan temel riskti. Gelişmiş ülke merkez bankalarının kendi piyasalarını desteklemek üzere yaptıkları rekor parasal genişlemenin sıcak para kimliği ile hem kredi hacmini artıran hem de cari işlemler açığını besleyen bir hal alması da bu risklerin yan kollarıydı. Finansal istikrarı tehdit eden bu tablo, gelişmekte olan diğer ekonomiler gibi Türkiye’yi de rahatsız etti. Başta TCMB olmak üzere ekonomik birimler bu riske karşı topyekün savaşa girişti.

Sıcak para girişindeki hızlı artış, bunun kredi genişlemesine yol açması ve iç talebi desteklemesi, TL’nin değerlenmesi nedeniyle rekabet avantajının kaybolması ve tüm bunların sonucunda cari işlemler açığı sorununun büyümesi finansal istikrarı tehdit eden bir durum. Bu nedenle hastalık teşhisi doğru. Bu risk karşısında harekete geçmek ve makro ekonomik dengeler üzerinde neden olduğu tahribatı engeller zaruri. Ancak, tedavi şeklinin ne olacağı başlı başına bir soru işareti.

Gelişmekte olan ekonomiler bu riske tepki olarak öncelikle zorunlu karşılık oranlarını artırarak iç talep genişlemesini kontrol altına almayı denedi. Para birimlerinin değerlenmesinden endişe etmeyenler, iç talepteki canlanmanın yol açtığı enflasyon riskini hafifletmek için politika faizinde artırıma yöneldiler. Geri kalanlar ise para politikası dışındaki araçlara başvurarak sıcak para girişleri karşısında bariyerler yarattılar. Ancak hiçbirisi politika faizinde indirime gitmedi. TCMB dışında...

TCMB, farklı yorumlarla faiz indirim nedenini açıklamaya çalışsa da net olarak döviz kurunu hedeflediği açık. Faiz getirisinin azalması ile cazibenin kaybolması TL’de değer kaybına yol açıyor. TL’deki değer kaybı, bir yandan rekabet kanalı üzerinden, diğer yandan ise iç talepteki artışı sınırlamak suretiyle cari işlemler açığını iyileştirici bir rol oynuyor. Bu süreçte sıcak paraya karşı da mücadele edilimiş olunuyor.

İlginç finansal deney olarak nitelediğimiz bu politika bileşiminin yumuşak karnını faiz indirimi oluşturuyor. Görülen o ki; faiz indirimi ile TL’nin değer kaybetmesi amaçlanıyor ve örtük bir rekabetçi devalüasyona gidiliyor. Ancak, bu yapılırken para ikamesinin tetiklenmesi, tasarruf etme şevkinin kırılması, belirsizlik ve volatilite ile soğuk paranın da rahatsız edilmesi ve dahası para otoritesinin kredibilitesinin olumsuz etkilenmesi riskleri var. Hal bu ki; faiz indirmek yerine ek alım ihalelerine devam edilseydi, daha piyasa dostu bir politika ile aynı etki sağlanabilirdi. Yani, tedavi şekli biraz riskli gibi görünüyor ve kullanılan ilaç ve dozunun tahminlerin ötesinde bir yan etki doğurma ihtimali yok değil.

Genel seçimler yaklaşırken ekonominin canlanma hızında yavaşlama olması ve TL’nin ciddi anlamda değer yitirmesi arzu edilen bir durum değildir. Özellikle de seçmen hafızanın oldukça canlı olduğu son üç ay içinde. Son dönemde atılan adımların bir şekilde başarılı olması durumunda Türkiye’nin kredi not artırımı ile ödüllendirilmesi olası duruyor. Bu durumda Türkiye ekonomisinin süper lige terfi etmeye bir adım daha yaklaşıyor olması kırılganlıkları giderip finansal piyasalardaki mevcut karamsarlığı ortadan kaldırabilir. Aksi durumda ise hem ekonomik hem de siyaseten sıkıntılı bir döneme girebiliriz.