Advertisement

2010 büyüme verisi beklentimizi yaklaşık 40 baz puan aşarak %8.9 oldu. IMF’nin Ocak ayında yayımladığı revize %8.2’lik öngörüsüne göre ise sapma yaklaşık 70 baz puan düzeyinde. Merkez Bankası’nın (MB) öngörüsünü net olarak bilmiyoruz ama Ocak ayı Enflasyon Raporu yayımlanırken IMF öngörüsüne yakın bir yerlerde olma olasılığı oldukça güçlü. Dolayısıyla 2010 büyüme verisinin MB için de kısmen sürpriz niteliği taşıdığı varsayılabilir. Peki bu sürpriz kredilerde GSYH’ye oranla gerçekleştiği düşünülen “aşırı” artış yorumunu etkileyebilecek düzeyde olabilir mi? BDDK’nın aylık bankacılık sektörü verilerine baktığımızda bu sorunun yanıtı hem evet hem de hayır olabilir. Çünkü 2010 yılında GSYH’ye oranla kredilerdeki artış %6.4 puan ile güçlü idi ancak bu 2001 krizi sonrası istikrar dönemindeki tek yüksek artış değil: 2005 yılında da kredilerin GSYH’ye oranında %6.3 puan artış olmuştu ve global krize kadar takip eden dönemde de yıllık artışlar %5 puana yakın düzeyde kaldı.

Bir de son dönemde özellikle tüketici kredilerine dair artan tedirginlikle ilişkili olarak geçtiğimiz yıl kredilerin GSYH’ye oranla artışında bu kredilerin ve bireysel kredi kartlarının ne kadar pay aldığına bakacak olursak, firma kredileri kadar olmadığını görüyoruz. Diğer bir deyişle milli gelire oranla tüketici kredileri ve bireysel kredi kartlarında 2010 yılındaki artış yaklaşık 2003-2007 dönemindeki ortalama düzey (%2.1 puan) kadar olmuş. Ama firma kredilerinin milli gelire oranındaki artış %4.2 puan ile 2001 krizi sonrasındaki en yüksek değerine ulaşmış. Dolayısıyla “aşırı”lığı tüketici kredileri + bireysel kredi kartlarında aramak pek de verilerle uyumlu görünmüyor. Toplam kredilerdeki artışın daha önce de görülmüş düzeylerde olması bugünkü konjonktürde neden daha temkinli olunması gerekildiği konusundaki iletişimin önemli olduğunu gösteriyor. Nitekim Türkiye son global krizden sağlam bankacılığı ve olumlu borç göstergeleri ile pozitif bir ayrışma ile çıktı ve kredilerin GSYH’ye oranı hala %50’nin altında (2009’da bu oran AB27’de %162, Euro bölgesinde %141 idi) ve kamu borç stokunda düşüş eğilimi sürüyor (sürmesi bekleniyor). Dolayısıyla ekonomik büyümenin devam ettiği bir ortamda kredilerin GSYH’ye oranının artmaya devam etmesi temelde istenilen ve beklenilen bir gelişme olarak görülebilir.

2010 GSYH verileri dahilinde de en dikkat çekici gelişmelerden biri 4. çeyrekte özel yatırımlardaki olağanüstü büyüme idi. Bu artışla beraber 2010 büyümesinin (%8.9’un) %60’ından fazlası özel yatırımlardan geldi. Diğer bir deyişle her ne kadar özel tüketimden belirgin bir katkı gelse de 2010 büyümesi büyük oranda yatırım kaynaklı bir büyüme idi. Tarihsel bir karşılaştırma yapacak olursak, 2003-2005 yılları özel tüketimin çok daha güçlü arttığı ve yatırımların büyümeye katkısının 2010’daki düzeyin altında kaldığı bir dönemdi. Dolayısıyla o dönemde cari açıktaki artış doğrudan yatırımlara paralel olarak geliştiği için fazla tedirgin edici görülmemişti. Bugün ise aslında hızlı toparlanma ve artan cari açıktan daha çok kısa vadeli finansmanın tedirginlik verici olduğu düşünülebilir. Ayrıca cari açıktaki artışın konjonktürel olmaktan daha çok yapısal nitelikler taşıdığını da unutmamak gerekiyor (üretimde yüksek ithal girdi kullanımı, gerileyen dış ticaret hadleri, düşük iç tasarruf oranları, ithal enerji bağımlılığı vs). Sanırım beklentilerimizi artık para politikasının dışına taşımak zorundayız.