Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

ABD'den Japonya'ya ülkeler kurlarını düşük tutmak için çaba sarfediyorlar. Kutuplaşmalar yavaştan başladı bile. Dünyanın bir numralı ekonomisi dünyanın dört bir yanında ticaret anlaşmaları için harekete geçti. ABD önce Trans Pasific Partnership ile Japonya’dan Avsutralya’ya kadar uzanan ortak ticaret antlaşmasına katıldı. Daha sonra Euro Bölgesi ile ilgili Serbest Ticaret Bölgesi önerdi. Şimdi ise Irak ile serbest ticaret anlaşması imzalamak üzere.

ABD Ticaret Temsilciliği'nden yapılan açıklamada ABD ve Irak arasında bu yıl hayata geçecek bir anlaşmanın ticareti ve yatırım bağlarını kuvvetlendireceği açıkça belirtildi.

BloombergHT.com Genel Yayın Yönetmeni Cüneyt Başaran'ın “Kur Savaşları”nı bırak,“Ticaret Savaşları”na bak! Bölüm II" başlıklı yazısında da belirttiği üzere Japonya % 2 enflasyon olana kadar genişlemeci politikalara devam derken ABD yanında duruyor. Bu destek sayesinde Japon Yeni ABD Doları karşısında % 20’nin üzerinde devalüe oldu. Fakat başta Rusya ve Brezilya bu politikanın karşısında duruyorlar.

Irak üzerinden yola çıktığımızda görüyoruz ki ABD ve Irak'ın ticaret hacmi 2012 yılı 21.3 milyar dolar oldu. ABD'in Irak'a ihracatı 2.04 milyar dolarda kalırken Irak'ın ise petrolden dolayı ihracatı ise 19.3 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Rusya'nın yanıbaşındaki Irak ile ticaret hacmi ise geçtiğimiz ekim ayında dek 50 milyon dolar civarındaydı ki Rusya Devlet Başkanı Putin'in Irak Başbakanı Maliki'nin elini sıkarken daha sıcak ticari ilişkiler istiyoruz demesinin ardından 4.2 milyar dolarlık silah anlaşması imzalandı.

-Türkiye bu trende karşı aksiyon aldı bile

Odeabank Ekonomik Araştırmalar Müdürü İnanç Sözer konuyla ilgili "Global dengesizliklerin giderilmesinin önemi, 2008 yılından beri G20 toplantı tutanaklarında sıkça yer alan bir husustu. Dış ticaret fazlası veren ekonomiler güçlenmeye devam ederken, geleneksel olarak dış ticaret açığı veren ülkeler ihracat pazarlarını güçlendirmek için bir dizi politika önlemleri aldı." hatırlatmasında bulunarak "Daha sürdürülebilir bir global büyüme patikası için ekonomist gözüyle bu trendi makul buluyorum. Türkiye’nin ise 2010 yılından bu yana bu trende karşı aksiyon aldığını raporlarımızda bir süredir vurguluyoruz." bilgisini aktardı.

Sözer; Türkiye ekonomisinde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ndan sonra adı konulmamış ilk programın 2010 yılının sonundan itibaren uygulanmaya başlandığını belirterek "2010 sonundan bu yana başta Merkez Bankası olmak üzere Hükümet ve BDDK tarafından finansal istikrarı sağlamaya yönelik alınan önlemlerin iyi anlaşılması, önümüzdeki dönem için kritik olacak." uyarısından bulundu.

Türkiye ekonomisinde 2010 ve 2011 yılının bu programın inşası, 2012 yılının ise test ve ilk meyvelerinin alınma yılı olduğu bilgisini aktaran Sözer; Türkiye bu trende karşı birçok ülkeden önce aksiyon alarak 2011’in ikinci yarısından itibaren endişe duyulan bir durumun başarı ile atlatıldığını gösterdi ve belki de ilk defa Türkiye ekonomisinde “yumuşak iniş” sağlanmış oldu." dedi.

Önümüzdeki dönemde ticaret savaşlarının boyutunun ve sonuçlarının yakından izlenmesi gerektiğini belirten Sözer; "Her ne kadar global dengesizlikleri gidermek açısından daha dengeli bir dağılım sağlama fırsatı sunsa da, aşırı aksiyonlar global enflasyonist trende yol açarak hem istenilen sonuçlara ulaşılmasını engelleyecek hem de hane halklarının daha ağır koşullarla karşı karşıya kalmasına yol açabilecektir. " uyarısında bulundu.

-Savaş mı? Çatışma mı? Yanlış anlama mı?

İş Yatırım Uluslararası Piyasalar Yöneticisi Şant Manukyan ise şu anda ABD'nin yaptığını daha fazla ticarete özendirmek ve engelleri minimize etmek olarak yorumluyor.  "Şu ana kadar peynir gemisi lafla yürüdü artık reel adımları görmemiz gerekiyor." diyen Manukyan, "Çin, ciddi anlamda rahatsızlık duyarsa hem daha önce yaptığı gibi Yuan'nın değerini düşük tutabilir hem de Japon tahvilleri alarak bir anda yen talebi yaratabilir. Ancak Çin'in yeni liderleri ticaret fazlasını daraltacak politikalara çok soğuk bakmıyor bence." yorumunda bulundu.

-Türkiye'nin dikkat etmesi gereken...

"Türkiye'nin dikkat etmesi gereken var olduğumuz pazarlarda ne kadar kalıcı olduğumuz." diyen Manukyan "Ucuz veya katmadeğeri düşük ürünlerle mi pazarda yer kazanıyoruz veya yayılıyoruz? Yoksa teknolojik avantajlarımız nedeni ile mi?" sorusunu dillendirerek "Zira ülkeler arasında anlaşmalar geliştikce dışarıdaki 3. ülkelerin avantajları azalacağından çok daha zorlanmamız söz konusu olabilir." uyarısında bulundu.

Manukyan;  “komşun aç yatarken sen tok yatmaya çalış” politikasını hatırlatarak 1929 Depresyonu'na gönderme yaptı ve Büyük Buhran dönemini kısaca şöyle özetledi:

"1929 krizinden önce taslak haline getirilen tam olarak depresyona yönelik bir yasa olmayan Smoot-Hawley Gümrük Yasası Haziran 1930da yürürlüğe girdi. O tarihlerde ABD bugünkü gibi borçlu değil kreditor bir ülke olduğundan tepki çekti, ancak savaşı başlatan hareket olarak bu yasayı görmemiz şart değil.

Kur savaşı da diğer büyük ancak fiziksel savaşlar gibi aslında Avrupa’da patlak verdi. Önce zaten 1. Dünya Savaşı nedeni ile zor durumda olan Almanya Döviz işlemlerine sıkı kontroller getirdi, ardından Macaristan ve Avusturya benzer kararlar aldı. Şili gibi emtia üreticileri fiyatların düşmesi ile açılan yolda devam etti. Ancak asıl belirleyici hareket Ingiltere’nin altın rezervlerini kaybetmeye başlaması ve Fransa ile ABD’yi suçlayarak 19 Eylülde Altın standartından çıkması oldu. Danimarka, Filandiya, İsveç gibi ülkeler anında kurlarını devalue etti. 2. ekte gerçek bir kur savaşının seyrini görebilirsiniz.



Poundda yaşanan bu hareketin ardından altın yeniden İngiltere'ye doğru hareketlenince tüm dünyada ülkeler rezervlerini korumak için kur kontrolleri getirmeye başladı. Fransa, İngiliz ürünlerinde 15% vergi getirdi ve ithalat hacmini kısıtladı, Kanada ve G. Afrika antidumping yasları çıkartı.

3. Ekte gümrük duvarlarının seyrini görebilirsiniz. Hollanda 25% gümrük duvarı çekti. 1929 - 33 arasından dünya ticareti 25% azaldı.


1. Ekte ticaretin seyrini görebilirsiniz. Elbette bu hareketlerin hiçbiri ödemeler dengesi, faiz oranları, altının akışı, altın standartından çıkışları, kredi sistemi gibi diğer etkenlerden bağımsız değerlendirilemez.



Manukyan, günümüze döndüğümüzde ise şu anda doğrudan kuru hedefleyen veya kur politikaları ile hedeflerine ulaşmaya çalışan ülkelere bakılması gerektiğine dikkat çekti.

"2 yıl önce olsa ilk akla gelecek ülke bariz bir şekilde merkantalist politikalar uygulayan Çin olurdu." diyen Manukyan; "Kur müdahaleleri ve sermaye kontrolleri sayesinden Çin büyük fazlalar vermeyi başardı. Ancak son dönemde Yuan net bir şekilde değer kazanmış durumda. ABD’nin faizler indirmesi ise doğrudan ekonomik duruma bağlı bir hareket. Parasal genişlemelerin Amerikan Doları'nın değerini yitirmesi için yapılmış bir operasyon olduğunu savunmak mümkün. Ancak likidite tuzağına girmiş bir ekonomide QE uygulamasının doğrudan kuru hedefliyor olduğunu söylemek hatalı olabilir. Bono ve hisse piyasasının hedeflendiği fikri dolardan daha makul." açıklamasında bulundu.

Manukyan; Avrupa’yı tamamen konu dışında bıraktığını belirterek. “İspanya-Italya-Yunanistan Eurosu değer kaybedecekken Almanya Eurosu değer kazanacak durumda. Bu nedenle kısa vadede Euro sağa sola yalpalamaktan ötesini yapamıyor." dedi.

Japonya'nın ise şu ana kadar varlık alımlarını büyüteceğini ve enflasyon hedefini yüzde 2’ye çektiğini açıkladığını belirten Manukyan; "Bu adımların varlık alımları yapan ve 2.5% enflasyona tahamül göstereceğini söyleyen ABD’den bir farkı yok. Oysa kimse geçen yıl ABD’yi kur savaşı açmakla suçlamadı. Dahası Yen diğerlerinin aksine nette değer kazanan bir para birimi. Ancak Abe’nin doğrudan Yene değer kaybettirmek politikası yok da diyemeyiz. Bölgesel çatışmalar ise elbette var. Euro-CHF kurunu 1.20ye sabitleyen Isviçre veya 100 dolar petrole rağmen hatalı ekonomik politikalar nedeni ile belirli aralıklarla Bolivarı devalue ederek çözüm arayan Venezuela bunlara örnek olabilir. Ancak büyüklükleri nedeni ile global bir misillemeye yol açmaları söz konusu değil. Bu nedenle ileride bir kur savaşı yaşanabilir ancak yaşandığını düşünmüyorum. Olsa olsa taciz atışları var. Asıl tehlikeli trend vergilerde ve bu çok ciddi sonuçları olacak bir gelişme." sözleriyle başka bir yöne dikkat çekti.

Fatih Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof Dr. Vildan Serin ise Türkiye'nin cari işlemler açığı veren bir ülke olduğunu hatırlatarak "İhracatın artırılması sadece düşük değerli Türk Lirası ile elbette mümkün değildir. Verimliliği ve kaliteyi arttırıcı önlemlerin başında da yenilikler gelmektedir. Bu da ihracatın dışa bağımlılık oranının azaltılmasıyla ilgilidir. Türkiye bu savaşın içinde değil, sadece izleyicidir." açıklamsında bulunarak gerekçelerini ise şöyle sıralıyor:

"Çünkü Türkiye’nin dünya ticaret hacmindeki payı düşüktür. İkincisi neden ise Türkiye bütçe ve cari açığı nedeni ile sermaye girişlerini sürdürmek için aşırı değerli kur politikası uygulamak zorunda kalmaktadır. Bu yoldan hareketle ABD Doları’nın hakimiyetinden hoşlanmayan ülkeler, alışverişlerinde yeni sistemler ve aracı ürünler denemeye başladılar. Türkiye’nin Rusya ile Ruble üzerinden alışveriş yapmaya kalkması ya da İran’dan altın karşılığı petrol ve doğal gaz almaya başlaması, bu çeşit arayışlara dahil edilebilir."

Çin'in de aynı amaçla, kendi parası ile alışveriş yapılmasını özendirdiğini belirten Serin; "Devletlerin birbirlerine verdiği kredilerin kendi verdikleri para cinsinden istenmesinin temel nedeni de budur. Ama G20 ülkelerinin içinde önemli bir aktör olan Türkiye'nin uluslararası para sisteminin yeniden yapılandırılması konusunda daha öncü rol alması ile mümkündür. Bunun için de, öncelikle ABD Doları ile yapılan mal ve hizmet alışverişinin azaltılması lazımdır." açıklmasında bulundu.

Bu bilgiler ışığında BloombergHT.com Genel Yönetmeni Cüneyt Başaran'ın dikkat çektiği üzere Türkiye'nin Ticaret Savaşları karşısında rehavete kapılmaması lazım. Komşumuz Irak’a bile kilometrelerce uzaklardan gelip talip olunduğu bir ortamda ticaret anlaşmaları etrafımızı bir ağ gibi örerken Türkiye'nin üzüm mü bağcı mı bir karar vermesi gerekiyor.