Advertisement

Başbakan Erdoğan cuma günü hükümet programını TBMM'ye sundu.
Usulen bir görev olsa da hükümet programları içinde yer alan bazı yaklaşımlar ileriye dönük "niyetlerin" sinyallerini verirler.
Uygulanır ya da uygulanmaz ama tarihe bir not düşer.
Hükümetler gelip geçtikten sonra da kimsenin aklına "programlarında neler demişlerdi, neler yaptılar" diye sormak gelmez. Sorulsa da söylenenleri yerine getiremediklerinin mazeretlerini sıralarlar.
Bu düşüncelerle 61. Hükümet Programı'nı incelediğimde, ekonomi ile ilgili üç noktayı daha fazla önemsedim.
Bunların gerek genel eğilimi göstermesi gerekse önümüzdeki döneme damgasını vurması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
■ Birinci nokta büyüme stratejisi ile ilgili. Programda kesin bir dil ile büyüme stratejisi "şudur" denmese bile "ihracat odaklı üretim stratejisine geçilecek" cümlesinden hükümetin önümüzdeki dönemde ihracata dayalı büyümeyi hedef aldığı anlaşılıyor.
1980'li yıllardan bu yana birçok gelişen ülke tarafından uygulanan bu stratejinin başarılı olabilmesinin altında rekabetçilik yatıyor.
Bunun da iki koşulu var. Birincisi döviz kuru rejiminin bu amaca yönelik bir biçimde kullanılması gerekir. İkincisi ise işgücü maliyetlerinin rekabet edilen mal ve ülkelere kıyasla düşük olması bir ön şart olarak ortaya çıkar.
Türkiye için özel bir koşul da son sekiz yılda ortaya çıkan ithalata dayalı ihracat yapısının orta vadede tersine çevrilmesidir.
■ Programda dikkatimi çeken ikinci nokta dalgalı döviz kuru rejiminin devam etme anlayışının
tekrarıdır.
Dalgalı kur rejimi ile bir sorun ya da kriz yaşamamış Türkiye nin bu yaklaşımını sürdürmesini doğal karşılamak gerekir. Ne var ki dalgalı kurun değişik uygulama biçimlerini "ihracata dayalı üretim stratejisi" ile beraber düşünmek gerekir.
■ Üçüncü nokta ise enflasyon ve faiz oranları ile ilgili. Programda "tek haneli rakamlara inmiş enflasyon ve faiz kalıcı hale getirilecek" deniyor.
Bu sözlerden değişik anlamlar çıkarabiliriz.
Önce, hükümetin tek haneli enflasyonun kalıcı olmadığı konusunda bir kuşkusu olduğu aklımıza geliyor. Demek ki dikkatli olunması gerekiyor.
Tek hanenin de yüzde 9'lara kadar gidebileceğini unutmamalıyız.
En önemlisi ise "sıfır faiz" yerine tek haneli rakamlardan oluşacak faiz oranlarından bahsedilmesi. Tabii burada belirtilen faizin hangi faiz olduğu hâlâ açık değil.
Başbakanın söylemleri arasında yer alan "faizin enflasyonun nedeni olduğu" görüşü programda bu şekilde dile getirilmiş. Bundan faiz tek haneli olursa enflasyon da tek haneli olur anlamı çıkıyor.
Yukarıda üzerinde durduğum bu üç noktayı ilerideki dönemlerde daha çok tartışacağız sanırım.

 

Nüfusumuz 74 mü yoksa 79 milyon mu?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Türkiye'yi saydı. Geçen yıl sonu itibarıyla
73.7 milyon kişi olduğumuzu açıkladı.
Bu kez Amerikan Merkez Haberalma Örgütü (CIA) de aynı işi yapmış, nüfusumuzu
78.8 milyon kişi olarak bulmuş.
Aradaki fark az değil. 5 milyon kişilik bir fark var. Acaba hangisi doğru? Eğer CIA'nın verisi doğru ise birçok makro gösterge yörüngesinden sapacak ve değerlendirmeler değişebilecektir.
Örneğin kişi başına düşen milli gelir azalacak, istihdam ve işsizlik verileri şekil değiştirecek, gelir dağılım rakamları farklı anlamlara gelecek ve sosyal hayata ilişkin rakamlar da kötüleyecektir.
TÜİK'ten ve ClA'dan açıklamalar beklemek hakkımızdır.