Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Sayın Başbakanımızın dindar kelimesini kullanması aslında çok doğru, çok uygun. Dindarlık vasfını ben muhafazakarlık vasfının içerisinde bir unsur olarak görüyorum ve bunu söylemekle Sayın Başbakanın çok iyi bir şey yaptığını düşünüyorum'' dedi.

Arınç, CNN Türk televizyonunda yayınlanan ''Neler Oluyor?'' programına katılarak, soruları yanıtladı. Programın başlangıcında herkesin Mevlit Kandili'ni kutlayan Arınç, ''Sayın Başbakan 'Biz dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz' dedi. Bundan ne anlamalıyız?'' sorusu üzerine, Başbakan Erdoğan'ın İl Başkanları Toplantısı'nın açılışında o konuşmayı yaptığını söyledi.

2007'nin Nisan ayında cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin başladığını hatırlatan Arınç, o dönemde CHP'nin ''AK Parti'nin içinden biri cumhurbaşkanı olamaz'' şeklinde şikayetleri ve bazı itirazları olduğunu anlattı. Aynı günlerde eski cumhurbaşkanlarından Turgut Özal'ın ölüm yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen etkinlikte konuşma yaptığını ifade eden Arınç, cenazede açılan ''sivil, dindar, demokrat'' yazılı pankarttan bahsettiğini dile getirdi.

O günkü konuşmasında, ''Özal için bunu uygun gören halkımızın, bu özellikleri benimsediğini bildiğimize göre, herhalde Türkiye'nin bu vasıfta bir cumhurbaşkanı seçilmesine engel olmak için sayın Baykal ve arkadaşları sürekli bir maraza çıkartıyorlar'' dediğine işaret eden Arınç, ''Konuşmamın ardından bir vaveyla koptu. 'Vay, bu dindar, dedi. Dindar demek Müslüman demektir. Demek ki biz Müslüman cumhurbaşkanı seçeceğiz. Demek ki bugüne kadar gelenler Müslüman değilmiş' gibi, abuk subuk, hiçbir tutar tarafı olmayan, köşelerde orada burada yazılar çiziler okumaya başladık. Bunu halkımız söylemişti. Halkımız, bu vasıfları birine vermişti. Onu ben yazmadım'' diye konuştu.

O güne kadar gelen cumhurbaşkanlarının çoğunun sivil olmadığını belirten Arınç, ama Özal'ın yaşantısı ile değil özellikleriyle sivil bir cumhurbaşkanı olduğunu söyledi. Arınç, ''Ben, Müslüman dememiştim, dindar demiştim ama Müslüman olarak ortalığa salıveren, bunun aleyhine propaganda yapanlar aslında çok yanlış bir şey yaptılar ama neticesi yüzde 47 olarak göründü. Onlar aslında vatandaşın çok hoşlandığı bir konuyu tersinden gündeme getirdiler. Benim sözlerimde dindarlık vardı'' dedi.

''Sayın Başbakanımızın dindar kelimesini kullanması aslında çok doğru, çok uygun'' diyen Arınç, AK Parti'nin muhafazakar, demokrat bir siyasi kimliğe sahip olduğuna işaret etti. Parti olarak toplumun ortak değerlerine saygılı ve bağlı olmak gibi bir kavramı taşıdıklarını anlatan Arınç, ''Bu kültürün unsurlarının içinde din var şüphesiz. Nüfusun şu kadarının Müslüman olduğunu bildiğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Din, bizim için çok önemli bir unsur. Dolayısıyla muhafazakarlığın içinde aile değerleri, dini değerler, kültürümüze ait değerler girdiğine göre bunu dindarlık olarak vasıflandırmak suç değil'' diye konuştu.

-''Milli ve manevi değerlerin bir dünya görüşü olarak yaşanması isteniyorsa...''

Dindar olmanın karşılığının, ateist olmak değil, dindar olmamak olduğunu ifade eden Arınç, dindarlığın inancına daha çok bağlı olan anlamında kullanıldığını söyledi.

Müslüman olmanın dindar olmak ile eşdeğer olmadığını dile getiren Arınç, şöyle devam etti:

''Dindarlık vasfını ben muhafazakarlık vasfının içerisinde bir unsur olarak görüyorum ve şunu söylemekle Sayın Başbakanın çok iyi bir şey yaptığını düşünüyorum. Bugün, hepimiz geleceğimizi gençlerimize bağlıyoruz. Gençlerimizin iyi yetişmesi, nitelikli bir eğitim alması hedefidir ama biz aynı zamanda milli ve manevi değerler diye bir değerler manzumesine de inanırız. Milliyetçi olmalı -menfi milliyetçilik, ırkçılık anlamında değil- milletini sevmeli, tarihini sevmeli, kültürüne bağlı olmalı, manevi değerlerini bilmeli ve mümkün oldukça yaşamalı. Bu, eskiden pek çok siyasi partinin de olmazsa olmalıydı. Şimdi onların bir kısmının belki sesi çıkmıyor ama milli ve manevi değerlerin bir dünya görüşü olarak, eğer bu ülkede bir atmosfer olarak yaşanması isteniyorsa bu gericilik değildir. Bir başkası da başka türlü eğitim sistemi içerisinde çocuklarımızın gençlerimizin yetişmesini isteyebilir.''

''Ateistlere nasıl bir güvence veriyorsunuz?'' sorusunu yanıtlarken, kimsenin dini inancını açıklamak zorunda olmadığına ve bunun sorulamayacağına işaret eden Arınç, bunun Anayasa'nın temel ilkelerinden olduğunu söyledi.

Fransa'da kilisenin okullarının ve laik okullarının olduğunu belirten Arınç, şunları kaydetti:

''Laik okullarda, lise seviyesinde baş örtme yasaksa kilise okullarına gidenler için böyle bir yasak yok. Oradaki hayat tarzı farklı. Oysa bizde tevhid-i tedrisat var. Ta 1920'li yıllardan bu yana milli eğitimde bir birlik var. İmam Hatip Liseleri de Tevhidi Tedrisat içerisinde Milli Eğitim bakanlığına bağlı, onun müfredat programına bağlı, kitapları denetimden geçiyor, Milli Eğitim'in öğretmenleri orada ders verdiği gibi aynısı lisede de ders verebiliyor. Bizde, ikili üçlü dualist sistem yok. Dolayısıyla hiç kimse endişe etmesin, milli eğitimin temel ilkeleri zaten yazılı. Anayasa'nın bu konudaki kuralları da belli. Ama ben, çocuklarımı kendi özel hayatımda, eşimle birlikte daha dindar nesil olarak yetiştirmek istesem, herhalde bunun suç olacak tarafı yok. O da kendi evinde, kendine uygun bir eğitim verir. Bazen çocuğunu alır, karşı karşıya kadehleri tokuştururlar. Bazen çocuklarına daha farklı şeyler de anlatabilirler. Biz, ona engel olacak bir noktada değiliz. Zaten Milli Eğitimde teklik sistemi var. Bundan emin olsunlar, hiç endişe yok.''

Kimsenin endişe etmemesini isteyen Arınç, ''Milli Eğitim, kendi ilkeleriyle bugüne kadar kabul edilmiş bütün anayasal ve kanundaki güvencelerle eğitimine devam edecek'' diye konuştu.

-Malatya'daki Ermeni mezarlığı-

Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Malatya'daki Ermeni mezarlığındaki yıkıma'' ilişkin bir soru üzerine, konudan haberi olmadığını ama endişe edecek bir şey olmadığını söyledi.

Buna benzer münferit olayların zaman zaman yaşanabildiğini ifade eden Arınç, ''Hükümet olarak azınlıklar ve cemaat vakıfları konusunda böyle düşünmüyoruz'' dedi. Cemaat vakıflarının mallarını iade ettiklerini, 7 kiliseyi tamir ederek ibadete açtıklarını anlatan Arınç, azınlıkların bütün haklarının alabildiğince korunduğunu dile getirdi.

Arınç, ''Bir yanlış habere dayanarak 3-5 kişinin sevk etmesiyle böyle bir yanlışlık meydana geldiyse emin olun o cemaatler bundan dolayı bize kızmazlar, bunu yapanların maksatlı olduklarını, yanıltılmış olduklarını bilirler'' dedi.

''Diyanet, yeni bir strateji planı hazırlıyor'' şeklindeki haberlerin hatırlatılması üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir kuruluş olduğunu belirten Arınç, Başkanlığın Atatürk'ün cumhuriyeti ilan ettikten sonra ilk kurduğu teşkilatlardan olduğunu söyledi. Başkanlığın eskiden protokolde ilk 4'ün içinde olduğunu dile getiren Arınç, ''Bizim dönemlerde neredeyse 50. sıraya atıldı. Aslında şimdi Diyanet İşleri Başkanlığının protokoldeki yerini de Atatürk zamanındaki gibi belirlemek lazım'' dedi.

Arınç, aileleri veya öğretmenleriyle çocukların 8-9 günlüğüne umreye gitmesine ilişkin şöyle konuştu:

''Bunu, bir seyahat özgürlüğü gibi görmek lazım. Çünkü bazı ailelerde çocuklarını 15 tatilde alıp Maldivlere, ispanya'ya, İtalya'ya gidebiliyorlar, Uludağ'a geliyorlar. Bunda bir fevkaladelik yok. Bakın Türkiye'de bir tehlike var. O da şudur, uyuşturucuya başlama yaşı çok küçüldü, sigaraya başlama yaşı çok küçüldü. Daha kötü şeylerde yaş iyice geriledi. Gençlerde suç işlemeye yönelim daha da çok arttı. Her gün gazetelerin 2-3 sayfasında tüyler ürperten bir takım haberler, fotoğraflar görebiliyorsunuz. ya kadına karşı şiddet, ya sevgilisini bıçaklamak, veyahut da eşini, sevgilisini, bir başkasını pazarlamak. Bunlar ahlakın da reddettiği şeyler. Toplumda olmaması gereken şeyler. Yani bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu da görüyoruz. Daha çok bu değerlere sahip çıkacak gençlerimiz yetişse herhalde suç işlemekten daha uzak kalırlar. Herhalde bu konularda işleyecek noktada olmazlar diye düşünebiliriz.''

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, insanı eğitirken dinden yararlanmanın mümkün olduğunu, bunun dışarıda tutulamayacağını belirterek, ''Dini soyutlayarak, onun dışında tamamen din dışı bir eğitimle 'herkesi bu şekilde eğiteceğiz' demeyi ben şahsen çok yanlış buluyorum'' dedi.

Arınç, CNN Türk televizyonunda yayınlanan ''Neler Oluyor?'' programına katılarak, soruları yanıtladı

Dindar nesil tartışmasından hareketle toplumda ortak değerlerin nasıl oluşturulması gerektiğiyle ilgili soru üzerine Arınç, şöyle konuştu:

''İnsan gözüyle bakacağız, insanı yaşatırsan devlet yaşar. İnsanın eğitilmesi, istikamet kazanması, insanın doğruları yanlışları öğrenmesi, insanın iyiyi kötüyü öğrenmesi önemli olan. Eğer bunu ayırt edebilecek bir noktaya gelirse yanlış, kötü, suç olan işleri yapmaz, iyi, doğru, güzel olan işleri yapar. İnsanı eğitirken dinden istifade etmek elbette mümkündür, onu dışarı atamayız.''

Arınç, CHP Grup Başkanvekilinin dün Meclis kürsüsünde Maun Suresi'ni tefsir etmeye çalıştığını dile getirerek, şöyle devam etti:

''CHP'liler bize hep derlerdi ki 'dini karıştırmayın, Allah ile kul arasına kimse girmesin, Allah ile kul arasında ibadet de gizli, kabahat da gizli'. Ama dün grup başkanvekili çıktı kürsüden Maun Suresi'ni tefsir etmeye çalıştı. Bakınız grup başkanvekili bizi artık Maun Suresi ile terbiye etmeye çalışıyor. Nereden nereye gelmiş CHP. Demek din vazgeçilmez bir şey, insan için fıtri bir ihtiyaç. Dini ihtiyacımızın çok güçlü olması lazım, kaynağından en doğru şekilde, hiçbir şekilde istismara yol açmayacak biçimde olması lazım.

Geçmişte bunlar maalesef istismar edildi, cahil insanların elinde kaldı, kaynaklarımızın ötesinde, kulaktan dolma şeylerle bugünlere kadar geldik. Ama dini duyguların güçlü olması önemlidir, bunun yanında kültürümüzün bütün unsurları...Biz çok şükür bin seneden beri iyi bir medeniyetin çocuklarıyız, bugün Balkanlar'a gittiğiniz zaman geçmişte bulunduğumuz her yerde, bilim, adalet irfan, paylaşmak, ayrımcılığı ortadan kaldırmak, insanlara hizmet etmek için kurulmuş vakıflar karşımıza çıkıyor. Yani dini soyutlayarak, onun dışında tamamen din dışı bir eğitimle 'herkesi bu şekilde eğiteceğiz' demeyi ben şahsen çok yanlış buluyorum.''

-''Hiç kimsenin endişesi olmasın''-

Farklı yaşam biçimlerinin koruma altına alınmasıyla ilgili bir soruya karşılık da Arınç, ''Hiç kimsenin endişesi olmasın. 10 seneden beri Türkiye'de iktidardayız bugün düşmedik Mars gezegeninden Bursa'ya. 10 seneden beri, 3 dönemdir iktidardayız, kim neyinden dolayı şikayet etmiş, kimin özel hayatına müdahale etmişiz, kimi kıyafetinden dolayı aşağılamışız, kimin inancından dolayı 'sen şusun' demişiz. 10 senede bana bir tane örnek göstersinler ki yalan dolanın dışında, bizim bir ayrımcılık yapacağımıza karar versinler'' dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'yle ilgili sözleri üzerine CHP ve MHP'nin getirdiği eleştirilere ilişkin görüşünün sorulması üzerine, çok iddialı sözlerin dile getirildiğini belirterek, ''Bunlara cevap verecek durumda değilim, bunlar hezeyan'' dedi.

Hüseyin Çelik'in sözlerine karşı görüşlerin dile getirilebileceğini belirten Arınç, şunları söyledi:

''Hüseyin Çelik Bey diyor ki Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi çok güzel sözleri, çok güzel doğruları içerisine alan bir şey. Ama 'unutmayın, bu bir ayet değil' diyor. Yani karşımızdaki CHP, 'hayır bunlar ayettir, kesinlikle değiştirilemez mi' demek istiyor, MHP 'kılına bile dokundurtmayız, bu olmazsa olmazımızdır, biz sabah akşam bunu tekrar ediyoruz, bundan vazgeçemeyiz mi' demek istiyor. Söylenen şey çok basit, mantık denen bir kural var; 'bu, bir ayet değildir' diyor, 'her şeyiyle güzel ama değiştirilmez, dokunulmaz, üzerinde söz sarfedilmez, layüsel değildir' demek istiyor. O daha güzel söylüyor tabii ben bu kadar söylüyorum. Bunun karşısında Atatürk'ü yok etmek, ne alaka.''

-19 Mayıs kutlamalarıyla ilgili tartışma-

''19 Mayıs kutlamalarıyla ilgili tartışmalar ile bu sözlerin de üstüne gelmesinin bazı çevrelerce Atatürk'ün değerlerinin yok edilmesine yönelik sistematik bir çalışma şeklinde değerlendirildiği'' belirtilerek, değerlendirmesinin sorulması üzerine Arınç, bir kaç örnekle görüşlerini aktardı.

Arınç, 1999 depreminin ardından dönemin başbakanı Bülent Ecevit tarafından 30 Ağustos ve 29 Ekim'in kutlanmamasına karar verildiğini anımsatarak, Van depreminin ardından kendilerinin 29 Ekim'le ilgili benzer bir karar alması üzerine ise ''Cumhuriyet düşmanı'' olarak itham edildiklerini söyledi. Arınç, şöyle dedi:

''Şu çarpıklığı söylemek istiyorum, bunlarla hiç alakası olmayan şeyler. Bizim 19 Mayıs kutlamalarıyla ile ilgili aldığımız bir karar yok. 1983'te çıkan bir yönetmeliği Milli Eğitim Bakanlığı uygulamak istiyor. Milli Eğitim Bakanı şunu soruyor; 19 Mayıs kutlamaları sebebiyle 2,5 ay lise öğrencileri derslerinden uzak kalıyorlar. Her gün prova. Sayıları bunların 300-350 bin civarında. Bu şekilde devam mı edelim, yoksa Ankara'da bunu kutlayalım diğerlerini salona mı alalım. Şimdi bunların olabilirliği konusunda siz farklı söyleyebilirsiniz ben farklı söyleyebilirim. Ama Milli Eğitim Bakanı bir şey diyor, bu adamı da bir dinlemek gerekmiyor mu. Hakikaten öyle değil mi, ben de lise talebeliği yaptım, 23 Nisanları bilirim 19 Mayısları bilirim, çocuklarımdan bilirim. Yani günlerce provanın içinde son sınıfına gelmiş öğrencinin 2,5 ay okulundan, derslerinden uzak kalmasına bir çare bulmak zorunda değil miyiz? Kaldı ki bu öğrenciler zaten rapor almak suretiyle okullarından uzak kalıyorlar, başka sebeplerle... Bunu 'mantıklı, daha güzel, belki de daha günün anlam ve önemine yakışacak bir tarzda kutlamak istiyorum' diye düşünse, bunu hemen cumhuriyet, Atatürk düşmanlığıyla karşılamak mümkün değil.''

-''Her davanın kendi özel durumu var''-

Bülent Arınç, ''Eleştiri yapan gençlere yönelik tutuklamaların arttığı yönündeki kaygılara'' ilişkin görüşünün sorulmasına karşılık, konuyla ilgili örneklerin farklılık oluşturduğunu belirterek, şunları kaydetti:

''(Hopa'daki olaylar, bir öğrencinin ekşi sözlüğe yazması, öbürü rektöre hakaret vesaire) dediniz. Bunların tutuklama sebeplerini en azından tutuklama müzakeresinden görebildik mi? Sanıyorum göremedik, hep gazetelerin yazdıklarıyla konuşuyoruz.

'Bir bildiri okuduğu için şu kadar yıla çarptırıldı' diye bir şeyler okuruz gazetede. O infiale sebebiyet verir, bir insan bildiri okudu diye diyelim ki 8 yıla mahkum edilir mi? Kesinlikle edilmemesi gerekir. Böyle bir ceza kanunu hiçbir ülkede olamaz, diktatörlüklerin haricinde. Ama mahkeme hükmünü okuduğunuz zaman bir terör örgütü üyesi olmaktan başlayarak, o örgüt adına propaganda yapmaya kadar bu cezayı ağırlaştıran bazı sebeplerin varlığını da dikkate alan bir karar görürsünüz. Böyle bir şey olabilir. Ama nötr, çıplak gözle söyleyeyim, bir öğrencinin böylesine basit bir olaydan dolayı disiplin cezası alması veya sadece bu sebeple, ekşi sözlük vesaire benzeri... Bu kadar gençliğinden, okulundan, üniversitesinden mahrum olacak noktaya gelmesi, cezayla karşılaşmış olması, muhatap olması elbette kabul edilemez... Her davanın kendi özel durumu vardır, her kişinin işlediği suçla ilgili olarak bir noktaya gelmemiz lazım. Varsa ki şu kanunun şu maddesi sonunda bu insanı böyle cezalandırıyor, biz onu hemen değiştiririz''.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yazar Paul Auster'ın yüzünü Atatürk'e çok benzettiğini belirterek, ''Atatürk'e müthiş benziyor. İnanınız bundan daha fazla benzeyenini görmedim...Hazır Türkiye'ye gelmişken o yönünü de keşfedip belki bir film senaryosu üzerinde onu aktör olarak da düşünebilirler'' dedi.

Arınç, CNN Türk televizyonunda yayınlanan ''Neler Oluyor?'' programına katılarak, soruları yanıtladı.

Tutuklu gazetecilerin durumuyla ilgili soru üzerine Arınç, mesleki açıdan bazılarının gazeteci olarak göründüğünü ancak suçlamalarda terör örgütü üyeliği, terör örgütünün propagandasını yapmak gibi unsurların bulunduğunu söyledi.

''Şimdi şuna karar vermemiz lazım. Bu eylemler serbest mi olmalı, takibi yapılmamalı mı, bunun bir cezai müeyyidesi olmamalı mı?'' diyen Arınç, şöyle konuştu:

''Muhalefete sordum, bu kadar laf söylüyorsunuz arkadaşlar, TCK'nın 3 maddesi var. Bu 3 maddeye ilişkin de yargı reformunda biz '5 senelik cezaların tamamının ertelenmesi' diye hüküm getiriyoruz. Üç maddenin de cezalarını düşürüyoruz. Ama bunlar TCK'da... Sizin saymaya çalıştığınız ama isimlerini bilemediğiniz şu şu şu malum gazete ve gazetecilerin suçunun karşılığında Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 6, 7, 8, 10, 11. maddeleri yazıyor. Siz bana şunu söyleyin ey CHP, ey MHP, ey bir başka parti. TMK'nın bu maddelerinin tamamen kaldırılmasını istiyor musunuz. BDP 'istiyorum' diyor, CHP 'istemiyorum' diyor benim bildiğim.''

Arınç, gazetecilerin ''Suç işleme imtiyazına sahip olmadığını'' ifade ederek, bir insanın adi bir suç işlemesi halinde gazeteci ya da başka bir meslek grubundan olmasının fark yaratmayacağını vurguladı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, şöyle devam etti:

''Gaspa katılmış ama sıfatı gazeteci yazıyor. Terör eylemine katılmış, silah bulundurmuş ama karşısında meslek olarak gazeteci yazıyor... Adi suç işlediği halde 'ben gazeteciyim' diyerek dokunulmazlık isteyen bir grup var. Kusura bakma kardeşim, senin işlediğin suçu herkes işleyebilir, senin gazeteci sıfatını taşıman seni bu suçtan kurtarmaz. Sen bir defa kenarda dur bakalım. TMK'da bizzat terör eylemlerine katılan, örgütle hareket edenlerle de yapacak bir şeyimiz yok.

Ben sadece şunu düşünebiliyorum; 'propaganda' dediğimiz konuda cezalar verilmiş, bu konularda içtihatlarda sonradan farklılıklar da oluşmuş. Bir insan sadece propaganda yaptığı için diğer maddelerden de ilave cezalar almasa cezası daha az olacak veya tecil sınırında olacak. Ben bunu yapmaya niyetliyim ama bana en çok gürültüyü kopartanların niyetlerini açıklama cesaretleri yok.''

301. maddeyle ilgili soru üzerine Arınç, AİHM'in 2011 yılı sonuçlarını açıkladığını, Türkiye'nin en çok dava açılan ve en çok aleyhte sonuç çıkan ülke konumunda bulunduğunu belirtti.

Arınç, 301. maddeyle ilgili AİHM'den ''Taner Akçam kararı'' çıktığına işaret ederek, ''Ceza yememiş, mahkemeye verilmemiş, ama öylesine bir dava açılmış, çok ilginç. 'Benim fikirlerim, düşüncelerin şudur, bundan dolayı 301 tehdidi altındayım. Bu maddeye karşı hakkımı koruyun'. Mahkeme de karar vermiş'' dedi.

301. maddede düzenleme yapıldığını, yeni maddeye göre Adalet Bakanlığından izinle dava açılabildiğini belirten Arınç, ''Bendeki rakam şudur; 2011 yılında zannediyorum ki 2 bin 300'ün sadece bunun 11'ine Adalet Bakanlığı izin vermiş. Onda 1'i değil, yirmide 1'i değil, belki yüzde 1'ine yakın bir rakam. O açılan davaların da bir kısmı beraatla sonuçlanmış. Sıfır noktasına doğru gelmişiz. Ama hala diyor ki AİHM, (siz 301'i tamamen ortadan kaldıracaksınız)'' diye konuştu.

-''Ragıp Zarakolu Nobel kazanırsa...''-

KCK soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Ragıp Zarakolu'ya Nobel Barış Ödülü verilmesi konusunda İsveç'te girişimde bulunulduğuna işaret edilerek, görüşünün sorulması üzerine Arınç, şunları söyledi:

''Bundan mutlu oluruz, keşke böyle bir şey yapsalar. Çünkü Nobel Edebiyat Ödülü kazanan bir Türk olduğu zaman ayrıca, sevinmiştik. Zarakolu, benim bildiğim bir yayıncıdır, bazı kitaplarını okudum, biliyorum. Ben suçlandığı konularla ilgili görüş beyan edecek durumda değilim. Bütün amacım, niyetim, çok tutuklu kalmadan bir an önce davaların bitmesi ve aklanmalarıdır. Bunu bütün sanıklar için söylüyorum. Kaldı ki bu gazeteci kimlikli kişiler içerisinde milletvekili arkadaşlarımız var. Ama bunlara yargı karar verecek.''

Arınç, şöyle konuştu:

''Bakın yanlış anlaşılmasın. (Tutuklu gazetecilerle ilgili isimler) sayıyı artırdınız ama 10'u bulamadık daha. Şöyle bir iddia var ki yüzlerce gazeteci, belki bin gazeteci cezaevinde. Herkesin rivayeti muhtelif. 10 değil, bir tane bile olsa biz bundan üzülürüz. Bir gazeteci, gazetecilik mesleğini veya basınla ilişkili işini yaparken eğer bir ceza tehdidiyle karşı karşıya kalırsa bu, bizim ayıbımız olur. Yani bu, özgürlüğün olmadığı Türkiye demektir. Ama bugün bu arkadaşlarımız dahil doğru veya yanlış, bunların hepsi yargılama sonucu ortaya çıkacak.''

-''Paul Auster, Atatürk'e müthiş benziyor''-

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, yazar Paul Auster'la ilgili sözlerine ilişkin soru üzerine Arınç, ''Bir başkası olsa girmeyebilir, başkası olsa girebilir, bir başka türlü söyleyebilir. Sayın Tayyip Erdoğan da bir lider, bir genel başkan...'' dedi. Arınç, bunu söylediğinden dolayı Başbakan Erdoğan'ı suçlamanın doğru olmadığını ifade etti.

Auster'ın Türkiye'ye davet edildiğine dikkati çeken Arınç, yazarın Türkiye'ye gelmesini ve ülkenin içinde bulunduğu şartları görmesini umduğunu dile getirdi.

Arınç, Paul Auster'ın fiziki olarak Atatürk'e çok benzediği ifade ederek, ''Ben onda daha başka bir kabiliyet keşfettim... Atatürk'e müthiş benziyor. Yani Türkiye'ye zaman zaman Atatürk ile ilgili film çevirmek için birilerini getirirler, 'o benzedi, bu benzemedi' derler. İnanınız bundan daha fazla benzeyenini görmedim. Dün görebildiğim kadarıyla ekranlarda. Hazır Türkiye'ye gelmişken o yönünü de keşfedip belki bir film senaryosu üzerinde onu aktör olarak da düşünebilirler'' diye konuştu.

''Ama ben olsam böyle demezdim diyor musunuz başbakana?'' sorusuna Arınç, ''Der miyim canım. Sayın Başbakanın sözünün üstüne söz koyarmıyım ben'' karşılığını verdi.

Bülent Arınç, Auster'ın Atatürk'e benzerliğine ilişkin bir başka soru üzerine de ''Ben yüzüne bakarak söyledim bunu. Yoksa Atatürk'e benzemek mümkün mü. Atatürk bir kişi, çok özel. Ama filmini çevirmek için, ben küçüklüğümden beri hatırlarım. 'Filan geldi' derler, yedirirler, içirirler, biraz gezdirirler Türkiye'de. Ondan sonra da 'ben bu ağırlığı taşıyamıyorum' diyerek, yedikten, içtikten sonra Türkiye'den gider. Bu, hazır gelmişken bir de o gözle baksınlar Paul Auster'a'' dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kürtçenin şartlar elverirse sadece seçmeli ders olabileceğini belirterek, ''Yoksa bu dilde bütünüyle ilköğretimden üniversiteye kadar Kürtçe bir eğitimin yapılması mümkün değildir. Bir hakkı vermek kolay bir şey. Ama kullanması noktasına da bakacağız'' dedi.

Arınç, CNN Türk televizyonunda yayınlanan ''Neler Oluyor?'' programına katılarak, soruları yanıtladı.

Hrant Dink Davası'nın eleştirildiğinin belirtilmesi ve ''Yargıtay süreci devam ediyor ama avukatların söylediği şuydu. O süreç devam etsin. Ama kamu görevlilerin ihmalinin de soruşturulduğu ayrı bir dosya var. O dosyada ilerleme sağlanabilirse belki gerçekten bu işin arkasındakilere ulaşılabilir noktasında Ramazan Akyürek, İçişleri Bakanlığı tarafından terfi ettirildi ve kamuoyu vicdanını bir kez daha sarsan bir nokta oldu. Suçludur değildir, onu bilemiyoruz. Terfi ettirildi ve hiçbir zaman onun ifadelerine başvurulamayacak. Teftiş Kurulu Başkanı oldu'' sözleri üzerine Arınç, ''Eski görevinden bugün geldiği görev terfi anlamında mıdır? Onu çok bilmiyorum. İçişleri Bakanlığındaki hiyerarşik yapıdan yani nereden nereye geldiğinin onun farkında değilim'' diye konuştu.

-''Akyürek'i ne tanır ne de bilirim''-

Arınç, şöyle devam etti:

''Ama söylediğiniz cümle çok önemlidir. Ama suçludur, suçlu değildir bu noktada kesin bir kanaatimiz yok. Kesinleşmiş bir yargı kararı yok. Kesinleşmiş yargı kararı olmadıkça bir insan görevine de devam ediyorsa onun gereği olarak bir taraftan bir tarafa da gidebilir. Akyürek'i ne tanır ne de bilirim. Sadece yazıldığı çizildiği için söylüyorum. Yani İçişleri Bakanlığının bu yaptığı atamayla neyi kastettiğini doğrusu bilmem. Ama görevlerinde zaten devam ediyorken, başka bir göreve atanması çok önemli bir keyfiyet değil.

Şunu söylemek istiyorsanız o anlamlı olur. Yani Teftiş Kurulu Başkanı oldu onun başına gelmekle bu soruşturmaları neticesiz kılmaya çalışabilir mi? demek istiyorsunuz.''

Akyürek'in, Trabzon Emniyet Müdürü olduğu dönemde Rahip Santoro cinayeti, Mc Donalds'ın bombalanması, sanıklardan Erhan Tuncel'in polis muhbiri yapılması gibi bazı olayların meydana geldiğinin ifade edilmesi üzerine de Arınç, şunları söyledi:

''Bunlara dikkat etmek lazım. Bunlar boş şeyler değil. Ama bilelim ki Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden 5 sene geçti. 2007'nin Ocak ayında olmuştu bu olay. Ben de çok üzüntü duydum. Meclis Başkanıydım, ziyaretlerine gittim. Bu acıyı da paylaştım. Onun düşüncelerine de saygısı olan bir insanım. İşime gelir gelmez, hoşuma gider gitmez ama bu insan, düşüncelerini sadece ifade eden biriydi, bizim yurttaşımızdı. Etnik kökeni ne olursa olsun yaşama hakkı vardı, saygıya değerdi. Onu korumak zorundaydık. Ama menfur cinayetle aramızdan aldılar. Şimdi davanın böyle sonuçlanmış olmasını ben vicdanıma yediremiyorum. Ama dosyanın içinde ne var ne yok buna Yargıtay karar verecek.

Sizin söylediğiniz konuya gelince 'yani olayda dahli olduğu iddia edilen bir insan, bu olayın soruşturulmasını engellenecek bir noktaya getirildi' diyorsanız buna Başbakanımız da İçişleri Bakanımız da mutlaka dikkat edecektir. Biz buna dikkat ederiz. Bir de 5 senede zaten yapılan bir şey bugün yeni ortaya çıkmış sayılmaz.''

-''Hablemitoğlu cinayeti dışındaki tüm failler bulundu-

Hükümetleri döneminde Necip Hablemitoğlu cinayeti dışındaki her olayın tüm faillerinin bulunduğuna dikkati çeken Arınç, şöyle devam etti:

''Şu anda bana, 'kamu görevlileri de vardı. Onlar neden yargılanmadı?' iddiası varsa, ona cevap vermek düşer. Bu konuda benim bildiğim yargının istediği her konuda soruşturma izni de inceleme izni de verilmiştir. Ama tarafların itirazı veya şikayeti üzerine Danıştay bunu kaldırmış olabilir. Çünkü 4483 sayılı Memur Yargılama Yasası'nda bir üst amirlerin böyle bir olay karşısında izin verip vermemesi keyfiyeti getirilmiştir. İzin verip vermeme konusunda da itiraz merci vardır. Tek tek tarihi ile söyleyemiyorum, ama bunlar sorulursa Adalet ve İçişleri bakanlıklarından da cevapları alınabilir. Şunu reddederim. 'Yani biz İçişleri Bakanlığı olarak şu 9 yıl içinde Hrant Dink cinayetiyle ilgili olduğu iddia edilen şu kamu görevlilerini sakladık, gizledik, üstlerini örttük' iddiası varsa ben bunlara cevap verebilirim.''

-''Kürtçe öğrenmenin önünde engel kalmadı''-

Arınç, Diyarbakır ziyaretine ilişkin bir soru üzerine, bu kente iki konu için gittiğini belirtti.

İçkale'de yapılan kazılara ilişkin bilgileri de aldığını vurgulayan Arınç, ''Bunların çok eski tarihlerden geldiğini söyleyenler de var. Yani 300-500 sene evveline ait olduğunu söyleyenler de var. Şüphesiz 5-10 sene evveline ait de olabilir. Şimdi bu tespitler üzerinde ciddi şekilde duruluyor ve amacımız bu gerçeklerin bir an önce ortaya çıkması'' dedi.

Diyarbakır ziyareti sırasında ''Gündemimizde anadilde eğitim yok'' yönünde sözlerinin bulunduğunun belirtilmesi üzerine Arınç, anadilde eğitimin çok ayrı bir konu olduğunu söyledi.

Arınç, şöyle konuştu:

''Mecliste yaptığım konuşmada siz 'anadilde eğitim vereceğiz' diye bir şey gördünüz mü? Ben hükümetim adına söylüyorum. Orada ben MHP'ye cevap veriyorum. MHP diyor ki 'Siz Kürt kimliğini tanıdınız. Vatanı böldünüz' diyor. Ben de 'siz yanlışsınız' diyorum. Bu ülkede Kürtler var. Kendini Kürt kimliğinde tanımlayanlar var.

Adam diyor ki 'ben anneden babadan doğma Kürdüm.' Kürdün kendine göre dili var, alfabesi, kültürü, kimlik hakları var. Bunları anayasa da teminat altına almış, insan hakları da teminat altına almış.''

Anadilde yerel radyo ve televizyonlardan yayın yapmanın önündeki engelleri kaldırdıklarına dikkati çeken Arınç, şunları kaydetti:

''Bu dili öğrenmenin önünde bir engel kalmadı. İsteyen istediği yerde öğrenebiliyor. Önce BDP'li milletvekilleri de öğrenecekler. Çünkü yarısından fazlası Kürtçe bilmiyor. Belki merak edersem ben de öğreneceğim. İhtiyaç duyarsam ben de öğreneceğim. Böyle bir dil var. Bu dilde yazılmış kitaplar var. Bu dilin alfabesi, bize göre iki üç tane harf noksan olsa bile var. Şunu söylemek istiyorum ben. Anadiliyle günlük hayatını geçiren insanların kullanabilecekleri bir dilin öğrenilmesinde hiçbir engel yok ancak 'eğitim' dediğiniz zaman, birincisi anayasal engel var. İkincisi anayasal bir engel olmasa, Kürtçe bir eğitimin kaliteli bir eğitim olabileceğine inanıyor musunuz? sizi sorgulamak amacıyla söylemiyorum. Bir medeniyet dili midir Kürtçe? Bütün bunları tartışabiliriz. Orada arkadaşlarıma söylediğim şey, 'böyle anadilde eğitimi düşünmüyoruz'. Anadilde eğitimin Türkçe olması hem beraberlik sağlıyor hem Türkçe bir medeniyet dilidir. Türkçeyle eğitimin her alanına hizmet verilebilir. Bugün anadilde Kürtçe eğitim olsa nerede okul bulacağız bir, nerede öğretmen bulacağız. Ben TRT Şeş'de haber okuyacak insan bulamadım bugüne kadar. Siz, kendi aranızda Kürtçe konuşuyorsunuz. Hangi BDP'li milletvekili arkadaşım, kendi çocuğunu Bilkent'ten alıp da Kuzey Irak'taki Süleymaniye Üniversitesi'ne götürüyor. Kürtçe dilinde fizikte, matematikte, şunda, bunda eğitim vermek yeterli bir eğitim midir? Denkliği olabilecek midir?''

''Bundan sonrasında ne olacak?'' sorusuna Arınç, ''Şartlar elverirse sadece seçmeli ders olabilir. Yoksa bu dilde bütünüyle ilköğretimden üniversiteye kadar Kürtçe bir eğitimin yapılması mümkün değildir. Bir hakkı vermek kolay bir şey. Ama kullanması noktasına da bakacağız'' yanıtını verdi.

-''(Yetmez ama evet) diyenler haklı çıkacak''-

Bir başka soruyu yanıtlarken yargı reformuyla ilgili bilgi veren Arınç, temel amacın yargının hızlandırılması olduğunu belirtti.

Arınç, yargı reformu çerçevesinde basınla ilgili belli suçlar için ertelemenin bulunduğunu ifade ederek, telefon ve alan dinlemesi ile gizliliğin ifşasında cezaların ağırlaştırılması, soruşturmanın gizliliğini ihlal, adli görevliyi etkilemeye teşebbüs gibi cezaların eksiltilmesi, basın yayın yoluyla işlendiğinde yarı oranında artırımının ortadan kaldırılması gibi unsurların yer aldığını söyledi.

Arınç, ''Bence bu, basınla ilişkili arkadaşlarımız, dostlarımız için çok iyi bir adım olacak...'Yetmez ama evet' diyenler, bence haklı çıkacak. Belki onun daha ötesine de geçmiş olacağız'' dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Uludere'de yaşanan olaylara ilişkin, ''Keşke önce devlet, hükümet, kaymakam, vali, neyse... Sivil, asker, gitselerdi o cesetleri alsalardı, ambulanslarla veya helikopterlerle götürselerdi...Oradaki ölülerin yakınlarının kendi ölülerini alarak katır sırtlarında köylere getirmeleri kadar acı bir olay ben hatırlamıyorum. Bu, çok yanlıştır'' dedi.

Arınç, CNN Türk televizyonunda yayınlanan ''Neler Oluyor?'' programına katılarak, soruları yanıtladı.

Bülent Arınç, terör örgütü PKK'ya yönelik askeri operasyonlarla ilgili bir soru üzerine, şöyle konuştu:

''54 askerin öldüğünü unuttunuz herhalde. Yani bu operasyonlar onun üzerine başladıysa askeri mi suçlayacaksınız? Yani Siirt'te 4 kızcağızın bir araba içerisinde vurulmasını, 215 mermi sayıldı. Batman'da 8 aylık çocuğu karnında bir kadın öldü. Bingöl'de canlı bombanın üstüne atladı kadın, çocuklarını kurtarmak için, Hatice Belgin, o şehit oldu. Yani bütün bunlara karşı güvenlik güçleri bunu önlemek amacıyla bir harekat yapıyorsa 'Nereden çıktı bu operasyonlar canım huzurumuz bozuldu. Anayasa da bu şartlarda yapılmaz' mı diyeceğiz.''

-''(Anadilde eğitim) halkın böyle bir şikayeti, beklentisi yok''

Bundan sonraki süreçte atılacak adımlara yönelik soruyu yanıtlarken Arınç, şunları söyledi:

''Demokratikleşme, özgürlükler konusunda hiç hız kesmedik. Evet, zaman zaman yavaşladığımız oldu. Habur'da yaşanan olaylardan sonraki süreç, bu işin yavaşlama sürecidir. Ama daha sonra idari tedbirlerle, yasal önlemlerle biz o bölgedeki insanın hayatını kolaylaştırıcı pek çok tedbirler aldık. Bunlardan herkes memnun. Siz BDP'nin yaptığı teklifleri, halkın yaptığı teklifler olarak zannetmeyin. O bölgeyi ben biliyorum. Şırnak'ı bilirim, Van'ı bilirim, Ağrı'yı bilirim, Diyarbakır'ı bilirim, Hakkari'ye gitmedim ama Hakkarilileri bilir ve severim. Anadilde eğitim konusu, yüzlerce insanla konuştuktan sonra bana sadece iki kişi tarafından söylenmiştir. O iki kişi de 'Olsa iyi olur' demişlerdir. Bunların söylediği gibi değil. BDP, siyasi amaçla bunu ileriye sürüyor ve propagandasını yapıyor. Halkın böyle bir şikayeti ve beklentisi yok. Yani binlerce insan arasında özgürce bir referandum yapın veya bir anket yapın. 'Anadilde eğitim istiyoruz bu bizim için büyük bir gerekliliktir' diyecek çok az sayıda insan çıkar. Çünkü halk kendi dilini konuşuyor, ama Türkçe ile de resmi dairede, şurada burada bütün işlerini görebiliyor. Güvenlik ayrı bir konu. Terör oldukça güvenlik olacaktır. Silahlar susmadıkça, silahlar mutlaka kullanılacaktır. Ama biz halkı kendi safımızda görüyoruz. Terörle bağımızı kesiyoruz, onunla anladığı dilde mücadele ediyoruz. Ama halkı da kucaklayacak, ekonomik, sosyal ve siyasi pek çok tedbir alıyoruz ve almaya da devam edeceğiz.''

-''Kaçakçılık suç, ama cezası ölüm değil''

''Uludere konusunda hükümet neden özür dilemiyor?'' sorusuna Arınç, şu yanıtı verdi:

''Ne kadar üzgün olduğumuzu hepimiz ifade ettik. Bunlar 'timsah gözyaşı' değil. Hakikaten çok üzüldük. Neden? Çünkü halk o kadar memnundu, terörle mücadele o kadar başarılı gidiyordu ki her şeyi berbat edecek bir olay çıktı ortaya. Bunu hükümet yapmış olabilir mi istemiş olabilir mi? Hayır, kesinlikle. Bu, çok kötü bir olay. Kaçakçılık yapmak için oraya giden ve dönen insanlar bombalandı. Kaçakçılık suç, ama cezası ölüm değil. Bunlar bizim sivil insanlar, yani memleketimizin insanları. İçlerinde terörist yoksa ve terör amaçlı silah vesaire getirip götürmüyorlarsa... Önce işaret fişekleri, sonra birkaç topla ateş yapılmış, ondan sonra da görüntülere göre, kendi düşüncelerine göre, bu bir içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bir terörist kafilenin girişi zannedilmiş ve bombalama yapılmış. Dış gözle baktığımız zaman bunu görüyoruz. Ama ölenler çocuklar, gençler ve masum insanlar. Yani terörist değil. Şimdi burada ortaya çıkan olay, terörle mücadelenin en trajedi noktası. Bundan dolayı hepimiz üzüldük.''

Özür dileme noktasında, bunu kendilerinden siyasi amaçla beklenti haline getirenler olduğunu dile getiren Arınç, ''Özür dilenmedi ama şu yapıldı, bu olayla ilgili adli ve idari soruşturma var. Hem Uludere hem Şırnak hem de Diyarbakır konunun üzerinde. Bir taraftan da İçişleri Bakanlığımız ve Genelkurmay Başkanlığımız bu olayı soruşturuyor. Bir kasıt olmasa bile, en azından bir ihmalin, bir hatanın veya hiç ummadığımız şekilde bir provokasyonun ortaya çıkması halinde, sorumlular hem ilan edilecek hem de cezaları verilecek'' dedi.

-''Keşke devlet o cesetleri alsaydı''-

Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Orada bir hata şu; kendi kendimize konuşuyoruz, biz kendi aramızda bunu konuşuyoruz. Yani orada bombalama yapılmış, insanlar ölmüşler, katırlar da telef olmuş. Keşke önce devlet, hükümet, kaymakam, vali, neyse... Sivil, asker, gitselerdi o cesetleri alsalardı, ambulanslarla veya helikopterlerle hastanelere veya adli tıbba götürselerdi. Yoksa oradaki ölülerin yakınlarının kendi ölülerini alarak katır sırtlarında köylere getirmeleri kadar acı bir olay ben hatırlamıyorum. Bu, çok yanlıştır. Neden böyle olmuştur, neden böyle düşünülmüştür, hangi imkansızlık vardı bilmiyorum. Ama kendimi o babanın, o annenin yerine koyuyorum, çocuğumu parçalanmış halde buluyorum orada ve kendi imkanlarımla köye götürüyorum, eve götürüyorum. Bu acıları katmerleştiren, daha da acılaştıran bir olaydır. Ama sebepler...onu şüphesiz bilemiyorum.''

-''Provokasyona inanıyorum''-

''Dış kaynaklı ya da ordu içinde hala 'derin devlet' dediğimiz farklı grupların hükümeti zor durumda bırakmak için provokasyonu olabileceği düşüncesi var. Buna inandınız mı?'' sorusuna karşılık Arınç, ''Ben inanıyorum, çünkü bugüne kadar yaşadığımız fevkalade olaylar... Şuna üzülüyorum; her şey çok mükemmel gidiyordu. Bizim bölgeden, halktan aldığımız izlenim şu, Allah sizden razı olsun, rahatladık, özgürleştik, huzura kavuştuk'' diye konuştu.

''Hangisine inanıyorsunuz ordu içinden mi İsrail mi İran mı özel bir ad verebilir misiniz?'' yönündeki soruya karşılık da Arınç, ''Ben bilemem, failleri meçhul. Ama bu araştırma sonucunda bir ipucu bulacağız. Şu anda kimseyi itham etmiyorum. Ama bu olay, terörle mücadelenin üzerine düşen çok büyük kara gölge oldu. Her şeyi bir anda berbat edecek bir eylem olarak yapıldı. Bunu amaçlayan nedir, bu soruşturma onu ortaya koymalı'' dedi.

-Dolmabahçe görüşmesi-

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'la Dolmabahçe'de yaptığı konuşmaya ilişkin bir soru üzerine de Arınç, şöyle konuştu:

''İki kişi konuşmuşlar. Ben şahsen merak etmiyorum. Niye açıklansın. Çok özel bir konu bir. Biri Başbakan diğeri Genelkurmay Başkanı. Bunlar her zaman bir araya geliyorlar. İhtiyaç duyduğunda Başbakan davet eder, herhangi bir yerde konuşulur. Buna gizemli bir hal vermenin muhalefetin işine yaradığını düşünüyorlar. Hayır, muhalefetin işine yaramaz. Şu bakımdan. '27 Nisan e-muhtırası' denen şeyi kendisi yazdığını daha sonra da itiraf etmişti. CHP, bunu çok demokratik bulmuştu. 27 Nisan'da yazılanı demokrasiye karşı olduğunu değil, bilakis demokratik bir güç olarak ordunun çok doğal bir görevi olduğunu söylemişti.''

27 Nisan'la ilgili yargının ne yapacağını bilmediğini ifade eden Arınç, ''Şikayetler var. Bunlar değerlendirilirse bunun anayasa ya da Ceza Kanunu'na aykırı bir fiil olduğunu düşünürse bir savcı da çıkar Yaşar Büyükanıt hakkında bir soruşturma başlatabilir'' ifadesini kullandı.

-''Bu cemaati çok iyi bilen bir insan olarak gülüyorum''-

Başbakan Yardımcısı Arınç, Fethullah Gülen'e ilişkin bir soru üzerine de, ''Hocaefendiyi tanırım ve çok severim. Onun düşünceleri, fikirleri, inancı benim için çok önemli. Türkiye'de ve Türkiye dışında yaptığı hizmetleri çok iyi bilen bir insanım. Birileri onu hep tehlike olarak görmüştür, karanlık bir sima olarak görmüştür ama ben sadece bugün değil, 1976 yılından bu yana onu tanıdığım kadarıyla, memleketsever, yurtsever, dindar, ahlaklı, eğitimi çok ön planda tutan ve çevresine de hep bunları tavsiye eden bir insan olarak tanıdım. Hiçbir zaman onun suç işlediğine, hele hele bir zamanlar iddia edildiği gibi bir örgütün başında olduğuna da inanmadım'' diye konuştu.

Arınç, ''Şu anda bir engel yok. Neden dönmüyor?'' sorusuna, ''O, kendisine bağlı bir konu'' yanıtını verdi.

''Son dönemde Hükümet ile cemaatin ayrı düştüğü yönünde iddialar var'' denilmesi üzerine Arınç, şunları söyledi:

''Hiçbir sıkıntı yok. Cemaat kimdir, AK Parti kimdir, bunu da ayırt etmek lazım. Yani şöyle bir topluluk var, 'biz şu cemaatiz, bizim düşüncelerimiz budur, liderimiz budur, örgütümüz budur, gazetemiz budur, televizyonumuz budur. Biz her iktidarla pazarlık yaparız, anlaşırız ya da anlaşamayız...' Böyle bir şey duydunuz mu siz? İktidar belli, AK Parti iktidarı, cemaat dediğiniz Fethullah Gülen hocaefendinin bağlıları, onu sevenler, onun tavsiyeleri doğrultusunda birtakım faaliyetlerde bulunan insanlarsa, bu Türkiye'nin bir gerçeği. Hangi partiyle ilişki kurarlar, hangi partiye oy verirler, referandumda nasıl bir tavır alırlar, o onların kendi meselesi.''

''Bugün iktidar ile cemaati karşı karşıya getirerek birtakım ilişkiler vehmetmek sadece fanteziden ibaret. Bu söylediğiniz şeylere ben gülüyorum, bu cemaati çok iyi bilen bir insan olarak gülüyorum'' diyen Arınç, cemaatlerin sosyolojik bir varlık olduğunu, Türkiye'de başka cemaatlerin de bulunduğunu ifade etti.

Arınç, ''Üç dönemden sonra parti tıkanacak tartışmasına ne diyorsunuz'' sorusunu yanıtlarken, AK Parti'nin büyüyen ve gelişen bir siyasi parti olduğunu söyledi. Üç dönem milletvekilliği yapacakların ayrılmasının hiçbir şekilde partiye zarar vermeyeceğini belirten Arınç, arkadan gelenlerin daha güçlü olduğunu dile getirdi.

AK Parti'nin 326 milletvekilinden 10 hükümet çıkabileceğinin altını çizen Arınç, ''Arkası gelir ama bu üç yıl meselesi gerçekleşeceği gün nasıl bir tavır içinde oluruz, o günü beklemek lazım. Değişir anlamında söylemiyorum. İki sene sonrasını konuşuyoruz. Ben yarını konuşmak taraftarıyım'' dedi.

Arınç, ''Sizin ya da Abdullah Gül'ün başbakanlığı için parti içinde düşünce alışverişi başladı mı?'' sorusuna, ''Hayır. Ben, bunların şahidi değilim. Bunlar dışarıda konuşuluyor, biz de okuyoruz'' yanıtını verdi.

Bülent Arınç, başka bir soru üzerine, kamu personel rejiminde bir standart yakalamak istediklerini ifade ederek, ''Sürekli kamu görevi yapanların sözleşmeli, geçici olmaması gerekiyor. Bu konuda da çalışmalarımız devam ediyor. Yapabildiklerimizi yapıyoruz. Yapmak üzere olduklarımızın da çalışmalarını sonuçlandırmak istiyoruz'' diye konuştu.