Geçen yılın başlarında Avrupa Merkez Bankası (ECB) her isteyen bankaya istediği kadar üç yıl vadeli borç vereceğini açıklamıştı. Bu çerçevede bankalar ECB'den 1 milyar Euro civarında borçlandılar. Başta bu girişim olumlu karşılanmıştı. Ama iyimser hava çok çabuk dağıldı.
Duruluyormuş gibi görünen finansal piyasalar yeniden karıştı. İkinci piyasada İspanya'nın borçlanma faizi yıllık yüzde 7'yi aştı. İtalya'nın faizi yıllık yüzde 7'ye yaklaştı. Portekiz yıllık yüzde 10'un üzerinde faizle borçlanmaya devam etti. Yunanistan'ın faizi yüzde 30'un çok altına inmedi.
MANEVRA ALANI OLUŞTU
Finansal piyasalar durulmadan reel ekonominin canlanması mümkün değil. ECB şapkadan bir başka tavşan çıkarmak zorundaydı. Geçen yılın sonuna doğru beklenen tavşan şapkadan çıktı. Bir istikrar programı açıklamak kaydıyla; ECB, üye ülkelerin tahvillerini ikinci piyasadan hiçbir sınırlama olmadan alabileceğini açıkladı. Bu çerçevede ECB henüz hiçbir alım yapmadı. Ama finansal piyasalardaki psikoloji değişti.
Faizler düşmeye başladı. İspanya, İtalya gibi hâlâ finansal piyasalara erişimi olan Euro Bölgesi ekonomilerinin borçlanma ihalelerine daha fazla talep gelmeye başladı. Bir yıldan daha kısa vadelerde bu ülkeler yıllık yüzde 1 'in altında borçlanmaya başladılar. On yıl vadeli borçlanma senetlerinin ikinci piyasadaki faizleri İtalya için yüzde 4'e, İspanya için yüzde 5'e düştü.
Almanya'nın yıllık yüzde 1.6 ile borçlandığı piyasada bu ülkelerin aynı parayı kullanıp hâlâ Almanya'nın 2-3 katı maliyetle borçlanmaları elbette sorun. Ama sorun eskisi kadar büyük değil. Bu ülkeler için manevra yapabilecek bir alan oluştu. Finansal piyasalar göreli olarak duruldu.
Şimdi sıra reel ekonominin kıpırdamaya başlamasına geldi. O taraftan henüz olumlu sinyaller gelmiyor. Aksine, geçen yıla kadar tüm beklentileri tersine çıkarıp düşük de olsa büyümeye devam eden Almanya ekonomisi dahi küçülme sinyalleri veriyor. Avrupa'nın en büyük ekonomisinin de karışık sinyaller vermesi Avrupa'nın geneli için iyi bir haber değil. Büyüme olmadan da Euro Bölgesi'nin "borç krizi" içindeki ülkelerinin krizi atlatmaları mümkün değil.
ÇÖZÜM YA DA ÇÖZÜMSÜZLÜK
Sorunlu ülkelerde kamunun borçlanma ihtiyacını azaltmak çok önemli, ama tek başına çözüm değil. Özel kesim sahneye çıkmak zorunda. Özel kesimin sahneye çıkabilmesi için Euro Bölgesi ülkelerinde göreli verimliliğin artması gündemde olmalı. Verimlilik artışı iki yoldan gerçekleşecek: İşgücü reformu ve diğer paralara göre daha az değerli Euro.
Daha az değerli Euro yalnızca ECB'nin elinde değil. ECB para basıyor, ama diğerleri ECB'den de daha fazla para basıyor. Bunu "kur savaşları" olarak tanımlayın ya da tanımlamayın, tüm ülkeler paralarını diğerlerine göre daha az değerli yapmaya çalışıyor. En azından paralarının değerlenmesine izin vermek istemiyor. Kısacası, Euro'nun değer kaybetmesi kısa vadede Euro Bölgesi ekonomileri için çözüm olmayabilir.
Çözüm verimliliği artıracak işgücü reformuna kalıyor. Siyasi olarak sevimsiz olan bu alana girmek kolay değil. İtalya bu alanda bir girişimde bulundu. Tamamen bu yüzden olmasa da teknokrat hükümet devrildi, İtalya'da seçime gidiliyor.
Verimlilik artmadan ekonomiler kıpırdamayacak. Ekonomiler kıpırdamadıkça, "borç krizi" çözümsüz bir hale gelecek. Finansal piyasalarda bugün gözlenen göreli sükûnet yerini yeniden kargaşaya bırakacak. ECB'den şapkadan yeni bir tavşan daha çıkarması beklenecek.