Küresel ekonominin en büyük sorunu “gelişmiş ülkelerde son beş yıldır ekonomik büyümenin ivme kazanamaması ve gelişmekte olan ülkelerde büyümenin tatminkâr olmaktan giderek uzaklaşması“ diye özetlenebilir. Bu soruna çözüm aranıyor. Her ne kadar G-20 katında ekonomi politikalarının işbirliği ve eşgüdüm içinde götürülmesi dile getiriliyorsa da, sonuçta “her koyun kendi bacağından asılır“ ilkesi doğrultusunda tüm ülkeler kendi çözümlerini kendileri arıyor. Sermaye ve mal piyasalarının küreselleştiği bir ortamda ekonomi politikaları, özellikle gelişmiş ülkelerde, “kendini kurtarma” esasına dayanınca sorun çıkıyor.
Sermaye ve mal piyasalarının küreselleşmesini kolaylaştıran ekonomik ilkeler sorun çıktığında yok sayılabiliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan birçok uluslararası kurum, serbest piyasa ekonomisi içinde, işbirliği ve eşgüdüm sağlanarak tüm ülkelerin kapasiteleri ölçüsünde azami büyümesine katkı yapmak için kurulmuştu. Örneğin, Uluslararası Para Fonu (IMF) küresel düzeyde “serbest kur” ve “serbest sermaye hareketleri” amaçlarının hayata geçirilebilmesi için çaba gösterecekti. Dünya Bankası (IBRD) bu ilkeler içinde hareket eden ülkelerin altyapılarını geliştirmek için gerekli finansal desteği verecekti. Adı önce GATT olan şimdiki Dünya Ticaret Örgütü (WTO) küresel düzeyde mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını engelleyen uygulamaların kaldırılmasını hedefleyecekti. Mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını engelleyen her türlü uygulama (gümrük vergisi, vergi dışı engeller, rekabette öne geçmek için kur politikası uygulaması-competitive devaluation dahil) ile WTO ilgilenecekti. Bu kurumlar yaklaşık son 50 yıldır kendilerine verilen misyonu yerine getirebilmek için çalıştılar. Süreç zordu. Ama, 2000’li yıllara gelindiğinde, son elli yılı değerlendiren bağımsız gözlemciler bu kurumların küresel ekonomiye çok kapsamlı katkılar yaptığını iddia edebilirler. Tam bu noktada gelişmiş ülkelerden kaynaklanan “küresel kriz” ortalığı altüst etti. Artık bu kurumlar ve misyonları yara alıyor. Geriye dönüş sinyalleri geliyor.
GERİYE DÖNÜŞ ZAMANI
“Kur savaşları” olgusu geriye dönüş işaretlerinden biri. Bütün dünya kur savaşlarından söz ederken, varlığının dahi tartışılabileceği bir ortamda, WTO’dan ses çıkmıyor. 1970’li yıllarda altın standardının dışlanmasıyla gelişmiş ülkeler birbirlerini kurları manipüle etmekle suçlarlardı. O dönemin WTO’su olan GATT bu tartışmanın ortasındaydı. O dönemde rekabette öne çıkmaya yönelik uygulanan kur politikası (competitive devaluation) tarife dışı engellerden (non-tariff barriers) biri olarak tanımlanmıştı. Kur savaşları da bu değil mi? Kurulduğundan bu yana IMF’ye üye olabilmek için, şartlar oluştuğunda, “serbest kur” ve “serbest sermaye hareketleri” konusunda ülkelerin taahhütte bulunmaları (Madde 8) gerekir. Bugün IMF, sermaye hareketlerinde kısıtlamaya gitmenin makro ihtiyati önlemlerden biri olduğunu söyleyecek kadar kuruluş misyonundan uzaklaşmış durumda. O kadar ki, yenin değerini düşürmeye odaklanmış bir para politikası uygulayan Japonya’yı IMF alkışlıyor. Bu politikayı “cesur” bir adım olarak nitelendiriyor. Önümüzdeki dönemde gümrük vergileri, vergi benzeri ve vergi dışı önlemler ya da kotalar yoluyla mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını kısıtlayabilecek yaklaşımlar görürsek şaşırmamak gerekir. Çocukluğumuzun “yerli malı haftası” gelişmiş ülkelerde de denenebilir. “Made in America” sloganıyla ürünlerini pazarlayan Amerika’daki şirketlerin sayısı giderek artıyor. Avrupa da bu yöne doğru kayıyor. Bildiklerimizi unutabileceğimiz bir dönemden geçiyoruz. Buna “ileri gidebilmek için biraz geri gitmeye razı olmak” da denebilir.