Advertisement

Yazılarıma ara verdiğim dönemde gündem oldukça kalabalıktı. Mart ayında enflasyon beklendiği gibi geçmişteki kur artışlarının etkisinden kurtulamadı. Başbakan Merkez Bankası’nı, faizi indirmesi konusunda uyardı. Merkez Bankası Başkanı, 1994 Krizi’ni örnek göstererek para politikasına siyasetin karışmasının tehlikelerine dikkat çekti. 1994 Krizi’nin mimarı Tansu Çiller, Başkan’ın benzetmesinin basit ve yanlış bir analiz olduğunu söyledi. Bunların hepsi ayrı bir yazı konusu. Araya başka konular girmediği takdirde sırayla bu konuların hepsine değinmekte yarar var.

Mart ayında enflasyon yüzde 1.13 oldu. Beklentilerin üzerindeydi. Beklentileri yanıltan birkaç etken vardı: Gıda enflasyonu beklentilerin üzerinde gerçekleşti; giyim fiyatlarındaki artış hem erken, hem de yüksek geldi; azalan bir biçimde olması gereken kurlardan enflasyona geçiş mart ayında da gücünü korudu. Enerji fiyatlarında gereken ayarlamaların yapılmamış olması ise enflasyonun daha da yüksek çıkmasını önledi.

GEÇİŞ DEVAM EDİYOR
Mart ayında enerji fiyatlarını dışarıda bırakan tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 1.4 oldu. Gerçek enflasyonu yansıtan veri de zaten bu. Temel enflasyon diye kabul edilen H ve I endekslerindeki aylık artışlar da mart ayında ortalama tüketici fiyatlarındaki artışın üzerinde gerçekleşti.

Gıda ve alkolsüz içecekler fiyatlarını dışarıda bırakan tüketici fiyatları endeksindeki artış yüzde 0.77’de kaldı. Aylık enflasyon üzerinde gıda fiyatlarının etkisi buradan anlaşılıyor. Aynı şekilde, mevsimsellik arz eden fiyatları dışarıda bırakan tüketici fiyatlarındaki artış, mart ayında yüzde 0.76 oldu. Bu da mevsimselliğin mart ayı enflasyonu üzerindeki olumsuz etkisini gösteriyor. Giyim ve ayakkabı alt grubundaki fiyat artışı mart ayında yüzde 2.5 oldu. Mart ayı için son yıllardaki en büyük artış gerçekleşti. Giderek kur artışlarının enflasyon üzerinde ikincil olumsuz etkilerini görüyoruz. Bu eğilim bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

BİZ BUNU NİYE YAPTIK?

Sepet (yarım dolar ve yarım Euro toplamı) bazında döviz kurları mart ayında ortalama 2.64’e gelerek tarihi rekor kırdı. Yıllık değişme bazında ocak ayında ortalama sepet kurdaki artış yüzde 27.6 oldu. Bu artış daha önceki kur fırlamalarıyla aşağı yukarı aynı düzeyde gerçekleşti. Aynı bazda kurlardaki fırlama 2006 yılında yüzde 20.2, 2009 yılında yüzde 28.2, 2011 yılında yüzde 27.7’ye kadar ulaşmıştı. Bu dönemlerin hepsinde yıllık enflasyon çift haneleri görmüştü. Şimdi de bu yolda gidiyoruz.

Aylık ortalama sepet kur 2.64’e gelince, mal ve hizmet fiyatları da aşağı yukarı bu düzeydeki bir kura göre oluşmaya başladı. Halbuki, bugünlerde sepet kur 2.5’e gerilemiş bulunuyor (gerileme sepet kurun 2.7741’i gördüğü 28 Ocak tarihine göre yüzde 11). Sepet kur mart ayı ortalamasına göre yüzde 5 daha düşük olduğu halde, bunun enflasyon üzerindeki etkisi neredeyse sıfır olacak. Belki sepet kurdaki gerileme bundan sonraki fiyat artışlarını bir miktar törpüleyecek. Ama, bu törpüleme hiçbir zaman kurlardaki artışın getirdiği ek enflasyon boyutunda olamayacak. O halde, “Döviz kurlarında bu boyuttaki artışa neden izin verildi?” diye sorulabilir. Amaç, ihracata kur yoluyla teşvik vermek idiyse, kurların düşmesine şimdi neden izin veriliyor?

Kurlarda çok büyük boyutta gereksiz bir oynaklığa izin verildi. Geçici bir kur artışı yaşandı. Ama, etkileri uzun sürecek bir enflasyon yaratılırken, ekonomik büyüme de büyük ölçüde sekteye uğratıldı. Bu maliyete değer miydi?