Advertisement

Parayı kim basmalı sorusu, para denilen olgunun hayata geçmesinden bu yana tartışılıyor. Üç seçenek var: Özel kesim, kamu kesimi ya da ikisi birden. Antik çağda ilk parayı özel kesim ortaya çıkardı. Kârlı bir iş olduğu görülünce, siyasi otorite (kamu) para basma yetkisini kendinde topladı. Parasal varlığın aynı zamanda para olarak saklanabilir bir nesne olduğu keşfedilince, özel sektör devreye girdi.

Derebeylerin, kralların ve padişahların bastığı paralar kamu sektörü tarafından basılan paralardı. Amerika’da 1800’lü yıllarda özel sermayeli bankaların farklı eyaletlerde bastığı paralar özel sektörün bastığı para niteliğindeydi. 1800’lü yılların sonlarına doğru Amerika ve Avrupa’da yaşanan uzun resesyon dönemi ile Amerika’da özel sektörün paraları basıp kaçması (wildcat banking), para basımının yeniden kamuya geçmesine neden oldu. Bir merkez bankası kurulması fikri Amerika’da 1890’larda, Kıta Avrupa’sında 1900’lerin başında yeniden alevlendi. Amerika ve Avrupa’da birçok ülkede merkez bankası kurulması 1900’lü yılların başında gerçekleşti.

KRİZLERİN NEDENİ
Merkez bankalarının kurulması paranın yalnızca kamu sektörü tarafından basılacağı anlamına gelmiyor.
Merkez bankaları banknot basımında tekel durumundalar, ama daha geniş para kavramı içinde özel sektör de para basıyor. Özel sektörün para basması ticari bankaların topladıkları mevduatları müşterilerine kredi vermesi ve krediyi alanların da o parayı yeniden bir ticari bankaya mevduat yapmaları yoluyla oluyor. Kredi-mevduat döngüsü yoluyla (leveraging) ticari bankalar kaydi para (özel sektör parası) yaratabiliyor.

“Parayı kim basmalı?” sorusunu sorduran, tarih boyunca yaşanan finansal krizler. Finansal krizlerin tümü tüm dünyada kaydi paradan çıkmış. Kredimevduat döngüsünde, özel sektör 1800’lü yıllarda çoğu kez ahlaksızlık yaparak finansal krizlerin çıkmasına neden olmuş. Bunlardan en komiklerinden biri Amerika’daki Wildcat Banking Krizi’dir. Daha yeni dönemlerde finansal krizlerin hemen hepsi bankaların bilançolarının sağlam olmamasından kaynaklanıyor. Kredi-mevduat döngüsünde, verilen krediler çürük çıktıkça bankaların mevduatlarını ödeyebilme gücü düşebiliyor. Bunun son örneğini de 2008 yılındaki küresel krizde gördük.

KRİZLERİ ÖNLEMEK İÇİN
Özel sektörün para basmasıyla finansal krizler çıktığına göre, para yalnızca kamu sektörü tarafından basılırsa, finansal kriz çıkma olasılığı da ortadan kalkmış olur gibi bir sonuca ulaşılabilir.
Son dönemde bu yöndeki tartışmaları daha sık duyup görmeye başladık. En basit anlatımıyla, ticari bankalar sermayeleri kadar kredi verirlerse, özel sektörün para basması önlenmiş olur. Kötü kredi veririlerse, kendi sermayelerini yerler. Ama, topladıkları mevduatları ödeyememek gibi bir durum ortaya çıkmaz. Böylece, bankaları kurtarmak zorunluluğu da ortadan kalkmış olur. Bankacılık sektörü vergi verenlerin sırtından alınmış olur. Kulağa hoş gelen bir çözüm.

Özel sektörün para basmasının önlenmesini ilk savunanlardan biri ünlü iktisatçı Irving Fisher idi. 1900’lü yılların başında, Amerika wildcat banking deneyiminden geçtikten sonra Fisher, bir yandan bankaların denetiminin güçlendirilmesini savunurken, diğer yandan da ticari bankaların kaydi para yaratmalarının sınırlanmasını gündeme getirmişti. Son küresel krizden sonra aynı öneriler yeniden masada. Bankaların sermayelerine göre sınırlı bir bilanço büyüklüğüne sahip olmaları fikri artık geniş kabul görüyor. Bazı ülkelerde uygulamaya kondu bile. Financial Times yazarlarından Martin Wolf gibi iktisatçılar da bunun yetmediğini özel kesimin para basmasının önüne geçilmesini savunuyorlar. Devamı yarın.