Advertisement

Yıllık enflasyon nisan ayı itibarıyla yüzde 9.4 oldu. Haziran ayı başında mayıs ayı enflasyonu açıklandığında, büyük bir olasılıkla yıllık enflasyonun yüzde 10 civarına geldiğini göreceğiz. Şanslıysak, haziran ayı enflasyonuyla beraber yıllık enflasyonda küçük bir düşüş görebiliriz. Böyle bir görünüm içinde Merkez Bankası piyasaya verdiği bir haftalık borcun faizini yüzde 10’dan yüzde 9.5’e çekti.

Küresel piyasalardaki iyileşme, TL üzerindeki risk primini azalttı. Dolayısıyla, geçen yılın sonlarında başlayıp bu yılın ilk üç ayında devam eden TL talebindeki düşüş durdu, hatta TL talebinde sınırlı bir artış söz konusu oldu. Aynı para politikası duruşu altında para talebindeki artış ve para arzındaki sabit duruş, parasal dengede otomatik bir sıkılaştırma yaratmış oldu. Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri artırmadan artmakta olan enflasyonu baskılamak yönünde bir fırsat oluştu. Bu fırsatı Merkez Bankası kullanmak istemedi.

DÜŞÜK BÜYÜME YÜKSEK ENFLASYON
Haziran ayından sonra yıllık enflasyonun düştüğü gözlenmeden kısa vadeli faizde indirime gidildi.
Bir anlamda beklenen oldu. Zaten, daha mart ayında “Haziranı bekleyemeyiz” diyorduk.

Bu aşamada faiz indirimi ne anlama geliyor?

Birkaç konu öne çıkıyor. Birincisi, para politikasının temel hedefinin enflasyon hedefi olmadığı. Para politikası, enflasyonu hedeflemekten çok, döviz kurlarının belli bir düzeyin altına düşmemesini daha çok önemsiyor. Döviz kurlarını belli bir düzeyin üzerinde tutma gayreti, aynı zamanda ekonomik büyümeyi de sınırlayıcı bir etken. Ekonomik büyümenin sınırlanması ise dış açıklardaki artışı frenleyen bir görev görüyor. Sonuçta, bugünkü para politikası duruşu, büyümeyi sınırlayan, enflasyon hedefini dışlayan ve dış açıklardaki büyümeyi mümkün olduğunca kontrol etmeye çalışan bir yapıda. Böyle bir yapıda, düşük büyüme, yüksek enflasyon sürecini yaşamak kaçınılmaz.

RİSK ARTIYOR
Para politikasında çoklu hedef dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman çalışmadı.
Çalışmadığı için yılların deneyimiyle para otoritelerinin yalnızca fiyat istikrarına (enflasyona) odaklanması ilkesi benimsendi. Daha da ileri gidersek, para otoritelerinin dönemsel gelişmelere de tepki vermeyip enflasyon hedefiyle tutarlı bir biçimde para arzını belli bir oranda artırması gerektiği dahi uzun süre tartışıldı. Para politikasının enflasyon dışında daima pasif kalması fikri oldukça fazla taraftar buldu. Küresel kriz, özellikle gelişmiş ülkelerde bu paradigmayı bozmuş görünüyor.

Gelişmekte olan ülkeler ise enflasyonu dışlayarak bu paradigmanın dışına çıkma gayreti içindeler. Birçok gelişmekte olan ülkede enflasyonu dışlamak, küresel krizle mücadelenin bir parçası haline geldi. Halbuki küresel krizin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisi, daha çok fon akımları yoluyla oluyor. Uluslararası sermaye akımlarındaki oynaklıkla mücadele, enflasyonu dışlamayı gerektirmiyor. Aksine, hedeflenen enflasyon civarında gerçekleşen enflasyon, ekonomi politikalarının itibarını yükselterek ülke riskini düşüren bir unsur. Türkiye’de enflasyonu dışlıyor olmamız aslında ülke riskini artıran bir unsur haline geldi ya da gelmek üzere.

Bütün bunlar çerçevesinde, Merkez Bankası’nın tutumunu eleştirmek yerine belki şunu söylemek daha doğru: İçinde yaşadığımız siyasi ve ekonomik şartlar altında Merkez Bankası en iyisini yapmaya çalışıyor. Bu şartlarda yapılmaya çalışılan “en iyi” ise derde deva olmuyor.