Türkiye’de para politikası ateş altında. Çeşitli çevreler çeşitli açılardan para otoritesini eleştiriyor. Para otoritesi de duruma göre senaryo yazıp durumu idare etmeye çalışıyor. Aldığı kararların doğru ve hedefe odaklanmış olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Yazılan senaryoların birbirleriyle tutarlı olduğunu iddia etmek zor.
Üç yıl önce “enflasyon hedefi” lafı ikinci plana atılıp “finansal istikrar” lafı öne çıkarılmıştı. Finansal istikrar açıkça tanımlanmış olmasa da, politika faizinde bir koridor oluşturularak (alt ve üst limit arasında bir esneklik), bir günden diğerine değişebilen koşullara göre para otoritesinin duruşunun belirlenmesi ilkesi benimsenmişti. Piyasaların yeni sistemi pek anladığını söyleyemeyiz. “Para kazandığımız sürece zararı yok” anlayışıyla piyasalar yeni duruma kendilerini uyarladılar. Ama “politika faizi” ya da “enflasyon hedefi” gibi kavramlar gündemden düştü.
Faiz koridorunun galiba asıl amacı, para otoritesinin “Faizi yükseltiyorum” demeden faizi yükseltebileceği, “Faizi indiriyorum” demeden faizi indirebileceği bir mekanizma yaratmaktı. Bir süre bu çalışır gibi oldu. Ama yeni sistem, para politikasının duruşunu anlaşılmaz hale getirdi. Durumu anlamaya çalışanlar, koridorun üst sınırının geniş olması ya da alt sınırının daraltılması gibi olgulara dayanarak para otoritesinin konumunu çözmeye çalıştılar. Para otoritesi de duruma göre bir senaryo yazdı.
RİSK PRİMİNE ESKİDEN BAKILMAZDI
Birkaç ayı hariç tutarsak, geçen yılın tümünde para piyasaları rahatsızdı diyebiliriz. Para piyasalarının rahatsızlığı, Türk Lirası’nın üzerinde baskı oluşması anlamına gelir. Geçen yılın tümünde, TL, aylık ortalamalardan elde edilen sepet kur bazında yüzde 19 değer yitirdi. Bu oldukça yüksek bir değişim. O dönemde risk priminin arttığından ve dolayısıyla para politikasında kısa vadeli faizin artırılması gereğinden hiç söz edilmedi. Aksine, faiz koridorunun alt sınırı düşürüldü. Faizlerin düşmesini isteyenlere “Faizi düşürüyorum” mesajı verilirken, piyasalara “Merak etmeyin ve heyecanlanmayın, bir şey yapmıyorum” denmeye çalışıldı.
Ocak ayının sonuna gelindiğinde, faiz koridoru uygulamasından bir haftalık borç verme faizi sistemine geçildi. Mecburen kısa vadeli faiz artırıldı. Aksi takdirde, TL’nin değer yitirmesi durdurulamıyordu. Para otoritesinin yeniden tek faize dönmesi çok olumlu bir gelişme oldu. Küresel piyasaların gelişmekte olan ülkelere yönelik risk iştahı da artınca, TL üzerindeki risk primi düşme eğilimine girdi. Ocak ayı sonunda politika faizini artırmak zorunda olan para otoritesi üzerindeki baskıları da hafifletmek amacıyla faizi düşürmek istedi. İstedi de, durum uygun muydu?
RİSK PRİMİ ARTINCA FAİZ ARTACAK MI?
Enflasyon hedefini para politikasının yönlendirici unsuru olarak alırsak, gerçekleşen enflasyon hedefin neredeyse iki katına gelmişti. Yıl sonu için yapılan enflasyon tahmini dahi hedefin 2 puan üzerinde olan tolerans marjının üzerindeydi. O halde, yazılması gereken senaryo, enflasyon üzerine olamazdı. Daha uygun senaryo, “Para politikasını gevşetmiyorum, ama risk priminin düşmesiyle politika faizini de düşürüyorum” şeklini aldı.
Para politikasını ve politika faizini, eğer ölçebiliyorsanız, risk primine bağlamanın hiçbir sıkıntısı yok. Hatta, analitik olarak enflasyon hedefini benimsemiş bir para otoritesi açısından bu yaklaşımın çok da etkin olabileceği gösterilebilir. Mademki artık politika faizi TL üzerindeki risk primine endekslendi, o halde, önümüzdeki dönemde risk priminin artması durumunda geçen yılın tümünde olduğu gibi TL’nin değer yitirmesi seyredilmeyip politika faizi artırılacak. Yoksa, o ortamda yeni bir bahaneyle mi karşılaşacağız?