Advertisement

İmalat sanayi üretimindeki artış bu yılın nisan ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8.5 oldu. Artış küçümsenecek boyutta değil. Ama, bu yılın ilk üç ayında imalat sanayi üretiminin geçen yılın aynı dönemine göre ortalama yüzde 14.8 arttığı göz önüne alınırsa, yılın ikinci üç ayının ilk ayında imalat sanayi üretimindeki artışta dikkati çeken bir yavaşlama olduğu gözleniyor.
İmalat sanayi üretimindeki artıştaki yavaşlama dış açıkların artışında yavaşlama getirir mi? Bu sorunun yanıtı o denli açık değil. Yurtiçinde üretim hız kesiyor olabilir, ama ekonomideki toplam talepteki büyüme aynı oranda hız kesmiyorsa, talep yurtiçi üretimden yurtdışı üretime (ithalat) kayıyor olabilir.
Önümüzdeki aylarda daha iyi görebileceğimiz bu olgunun son verilerde gözlenmeye başladığı yönde işaretler var.

YURTİÇİ ÜRETİMDEN YURTDIŞI ÜRETİME KAYIŞ
Yılın ilk üç ayında ara malları üretimi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 14.6 artmıştı. Nisan ayında ara malları üretimindeki artış yüzde 13.8'de kaldı. İlk üç aya göre, nisan ayında ara malları üretimindeki artışta bir yavaşlama var, ama o denli fazla değil. Enerji hariç ara malları ithalatında benzer bir yavaşlama gözlenmiyor. Ara mallarında yurtiçi üretimden yurtdışı üretime bir talep kayması söz konusu gibi görünüyor.
Yatırım mallarındaki yurtiçi üretimle yatırım malları ithalatı arasında daha çarpıcı bir farklılık göze çarpıyor. Yılın ilk üç ayında yatırım malları üretimi yüzde 29.5 artarken, nisan ayındaki artış yüzde 24.4'de kaldı. Yatırım malları ithalatı yılın ilk üç ayına yüzde 51 artarken, nisan ayındaki artış yüzde 56 ya fırladı.
Benzer karşılaştırmaları geçen yılın son üç ayından bu yana yapabiliriz. Yurtdışı üretime olan talep artışında dikkati çeken bir yavaşlama olmadığı halde, yurtiçi üretimdeki artışta bir yavaşlama gözleniyor. Bir anlamda, yurtiçi üretim giderek daha fazla ithalata bağımlı hale geliyor. İç talebin daha büyük bir bölümü yurtdışında üretilen mallarla karşılanıyor.

ARZ DEĞİL TALEP ÖNEMLİ
Ekonomik büyüme açısından bunun anlamı şöyle özetlenebilir: İç talep büyümesinde kayda değer bir yavaşlama olmadığı halde, ekonomik büyümeye net dış talep daha büyük boyutta olumsuz etki yaptığından, aynı iç talep büyümesinde geçmiş dönemlere göre daha az reel ekonomik büyüme gerçekleştireceğiz.
Milli gelir verileri geçen yılın son üç ayına kadar bu yargıyı doğrulamıştı. Bu eğilimin yılın ilk ve ikinci üç aylarda da devam ettiğini milli gelir rakamlarında görmek şaşırtıcı olmayacak.
Geçmiş dönemlere göre, aynı hızda büyüyen iç talebin artık daha az milli gelir üretmesi olgusu dış açıklarla etkili bir mücadelenin nasıl olacağı konusunda da ip uçları veriyor. Etkili çözüm iç talebi kısmaktan geçiyor. Dış açıkların daha az risk yaratması için arzın değil, talebin kısılması gerekiyor. Örneğin, bankaların kredi vermesini kısmaya çalışmak değil, ekonomik birimlerin bankalardan daha az kredi talep etmesine odaklanmalıyız.
Aksi takdirde, ekonomide başka sorunlar yaratma olasılığımız çok fazla. Taleple değil de, arzı etkileyerek dış açıkları azaltmaya ya da dizginlemeye çalışmak ekonomideki ortalama fiyatlar üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Dış açıklar riski ile mücadele ederken aynı zamanda enflasyon riskini daha fazla artırmış olacağız. Ekonomik sorunlara doğru yaklaşımlar benimsemek için faiz takıntısından kurtulmamız şart.