Advertisement

İki yılı aşkın süredir Yunanistan ve diğer problemli ülkelerle uğraşan Avrupalı yöneticiler şimdi yeni bir sorunla karşı karşıyalar.
Yıllardır halının altına süpürdükleri bankalarının sermaye yetersizliği ve batık kredi sorunları, Yunanistan olayı kısmen de olsa yoluna girince tekrar gündeme gelmeye başladı.
Özellikle Yunanistan ile özel bankaların vardığı anlaşmayla silinecek 100 milyar Euro'luk tutar, Avrupa'nın büyük bankaların bilançolarını bozacak nitelikte bir gelişmeyi de beraberinde getirecek.
Bunun bilincinde olan Avrupa'nın büyük bankaları iki yıldır kârlarının önemli bir kısmını bu sorunu hafifletmek için kullandılar.
Bankaların bu çabaları Avrupa Merkez Bankası'nca da desteklendi.
Bir taraftan likidite sıkıntısı çekenlere istedikleri kadar nakit verildi. Onların batmaları önlendi.
Öte taraftan ise iki ay önce sağlanan ve bu hafta da tekrarı gelecek 3 yıl vadeli ve yüzde 1 faizli kaynak, bankaların ilave kâr elde edip sermaye açıklarını kapatmalarına yardımcı olacak şekilde düzenlendi.

BASKI ARTACAK
Şimdi Yunan borç ertelemesinin sonuçları yakında kamuoyuyla paylaşılacak. Hangi bankanın ne kadar borç silmesi ve ne kadar uzun vadeli yeni bono alması gerektiği ortaya çıkacak.
Buradaki soru, sermaye yetersizliğini gidermek için gerekli paranın banka hissedarlarınca karşılanıp karşılanmayacağı, devletlerin ya da Avrupa Merkez Bankası'nın bir yardımda bulunup bulunmayacağı.
Tüm bu sorunların Basel III çalışmaları ışığında sürdürülecek olması da Avrupalı bankalar üzerindeki baskıyı artırıyor.
Önümüzdeki dönemde odaklanacağımız konuların başında Avrupa bankalarının mali durumları olacağı kuşkusuz.


Bankalara bağımsız yönetim kurulu üyesi atanması
Sermaye Piyasası Kurulu'nun, hisseleri İMKB'de işlem gören şirketlerin yönetim kurullarına bağımsız üye atanması konusunda aldığı karara her gün başka bir itiraz geliyor.
Yüzde 99'u aile şirketlerinden oluşan yapıdaki Türk özel sektörünün, güçlü yetkilerle donatılmış bağımsız üyeye tepkisini normal karşılıyorum. Sonunda SPK ısrarcı olsa bile bir yol bulunup, "bağımsız" sıfatıyla tanıdık, bildik ya da ailenin kültüründen sapmayacak üyelerle sorun giderilecek.
Ancak bankacılık sektörü değişik.
2001 krizinden sonra yapılan yasal düzenlemelerle getirilen yükümlülüklerle yönetim kuruluna normal üye bile bulmak zor. Bankaya bir şey olduğunda yasada yer alan hükümlerle tüm yönetim kurulu üyelerinin hayatı kararabilir.
Ayrıca bankaları, hisseleri İMKB'de işlem gören ya da görmeyen şeklinde bir ayrıma tabi tutmanın da gerçekçi olmadığını düşünüyorum.
Banka yönetim kurullarında yer alacak üyelerin bankanın çalışma prensiplerini, kültürünü, vizyonunu bilen ve buna uyum sağlayan kişilerden olması da başka bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Bankalar için "Tanıdık, bildik" kişi bulmak da zor.
Bankaların yönetiminin, denetiminin ve yönetim kurulu üyelerinin nitelikleriyle ilgili konuların Banklar Yasası'na ve dolayısıyla BDDK'ya bırakılmasının çok daha yerinde olacağı kanısındayım.