Advertisement

Geçtiğimiz yıllarda Yunanistan’a sıkça gitme fırsatı bulmuştum. Bunların çoğu düşünce kuruluşlarının toplantılarına katılmak amacını taşıyordu.
Geçen hafta sonu ise Euro50 grubunun “Euro Bölgesi Kavşakta” başlığını taşıyan ve oldukça ilginç oturumlara sahne olan bir toplantıs için Atina’daydım.
Kentte kaldığım kısa sürede Yunanistan’ın yaşamakta olduğu krizin sonuçlarını gözlediğimde, Yunanlıların yaşamında bir değişiklik görmedim. Lokantalar hâlâ dolu, çarşılar normal kalabalığını yaşıyordu.
Esas değişenlerin ve yaşlananların bu krizle boğuşan kamu görevlileri olduğunu fark ettim. Başbakan Papandreu’yu daha yorgun ve yaşlanmış gördüm. Maliye Bakanı George Papakonstantinou ve Sosyal Güvenlik Bakanı Louka Katselli’nin yorgunlukları açıkça belli oluyordu.
                                                         ***

Toplantıya katılanlardan birisi de Polonya Merkez Bankası’nın eski başkanı Hanna Gronkiewicz-Waltz idi. Merkez Bankası’ndayken eş zamanlarda görev yapmıştık.
Kendisini birkaç yıl önce gördüğümde Varşova Belediye Başkanlığına yeni seçilmişti. “Bu da nereden çıktı” diye sormuştum. Politikaya atıldığını, bunun iyi bir başlangıç olduğunu söyledi.
Bu kez ne yaptığını sorduğumda “İkinci kez belediye başkanlığına seçildim, Varşovalılar beni seviyor” dedi. Hanna aynı zamanda hükümeti oluşturan partinin başkan yardımcılığı görevini de yürütüyormuş.
“Geçmişte yaptığın Merkez Bankası başkanlığını şimdiki görevin ile nasıl bağdaştırıyorsun?” şeklindeki soruma Hanna Gronkiewicz-Waltz “Eski görevim bana çok yararlı oluyor, özellikle finansçılarla konuşurken bana güveniyorlar, verdiğim sözleri tutacağımı biliyorlar, beni siyasetçi gibi görmüyorlar” karşılığını verdi.

                                                        ***

Maliye Bakanı George Papakonstantinou’ya konuşması sonrası yöneltilen sorulardan birisi de Yunanlıların ödediği gelir vergisinin milli gelire oranla çok düşük olmasının nedeniydi. Bakan “Yunan halkı devlete vergi verip parasının verimsiz yerlerde kullanılmasını istemiyor” şeklinde esprili bir yanıt verdi.
Yunanlıların bize ne kadar benzediğine bir örnek de herhalde budur diye düşündüm.
***
Toplantı’nın bir akşam yemeği Akropolis Müzesi’ndeydi. İkinci kez gezdiğim bu müze gerçekten bir şaheser.
Milattan önce 440’lı yıllarda Perslerin akınları ile harabeye dönen ilk Akropol’deki eserler toprağın altında yüzyıllarca yattıktan sonra gün ışığına çıkarılıp burada sergileniyor.
Bu müzeyi ilk ziyaret ettiğimde bizi gezdiren mihmandar, Akropol’de bulunan Parthenon’a Osmanlıların bir minare ilave edip nasıl cami yaptıklarını ve burasını cephane olarak kullandıklarını küçümseyerek anlatmıştı. Daha sonra 1687’de Osmanlı-Venedik Savaşı’nda denizden atılan bir topun Partenon’da bulunan cephaneliğe isabetiyle yıkıldığını da söylemişti.
Bu kez böyle bir yorum yapılmadı.
Zaten son zamanlarda “Türk’üm” deyince Yunanlıların çok yumuşak bir biçimde ve geçmişle kısas edilmeyecek bir davranış sergilediklerinin de altını çizmek isterim.
Gerek yaşadıkları kriz gerekse azalan politik gerginlikler yanında televizyonlarında izledikleri Türk yapımı dizilerin de bu değişen yaklaşımda payı olduğu kuşkusuz.