Advertisement

Uluslararası Finans Kurumu'nun (IIF) perşembe günü Paris'te düzenlediği bir etkinlikte, hafta sonu yapılan G-20 toplantısında tartışılması olası konular üzerinde beyin jimnastiği yapma fırsatını bulduk.
Nitekim de orada konuşulan birçok konu G-20'lerin gündemine girdi. Hafta sonu G-20'lerin maliye bakanları ve merkez bankası başkanları bunları görüşüp tartıştılar.
Fransa'nın G-20'lerin bu yılki başkanlığını yapma görevini pek ciddiye aldığını birkaç kez sizlere yansıtmıştım.
Gerçekten de resmi toplantılara hazırlanırken bazı "düşünce kuruluşlarını" Paris'te topluyorlar. Tartışılacak noktaları seçiyorlar. Fransız Hazine ve Merkez Bankası ilgilileri söylenenlerin tümünü not ediyorlar.
Kuşkusuz bu hazırlıkların Başkan Sarkozy direktifi ile Maliye Bakanı Christine Lagarde'ın öncülüğünde yapıldığı kesin.

KIRILGANLIKLARI AZALTMANIN İLACI İŞBİRLİĞİ
Perşembe günkü toplantının açılış konuşması için kürsüye gelen Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde birçok konuyu nefis bir İngilizce, güçlü ve etkili bir konuşma yeteneği ile ortaya koydu.
Bakan Lagarde dünya ekonomilerinin dengeli ve sürekli bir büyüme sürecine geçmesine engel olan sorunlara ya da kırılganlıklara değinirken özetle şu tabloyu çizdi.
■ Çin tasarruf fazlalığı ve yüksek ihracat,
■ ABD borçlanmaya dayalı gereğinden yüksek özel tüketim harcamaları,
■ AB ise kamu açıkları ve ağırlaşan borç yükünün getirdiği düşük büyüme sarmalı içindeler.
Bu sarmal kırılmadıkça dünya ekonomilerindeki dengesizlikleri azaltmak ve ekonomik huzuru sağlamak olanaksız.
Dolayısıyla;
■ Çin tüketimini artırarak ihracatını frenlemeli,
■ ABD tasarruflarını artırarak diğer ülkelerden borçlanmayı azaltmalı,
■ Euro Bölgesi ise kamu maliyesini düzelterek ve yapısal önlemlerle büyüme hızını artırmalı.
Bunun "olmazsa olmaz" koşulu ise önlemlerin koordinasyon ve işbirliği içinde alınmasından geçiyor.

TEK KAZANÇLI ÇİN
Bu saptamaya JP Morgan Chase Uluslararası İlişkiler Başkanı Jacob Frenkel'in yaptığı yorum çarpıcıydı. Frenkel " Politikacılar kırılganlıkları azaltmak için alacakları önlemlerin sonuçlarının siyasi açıdan bir kazanç getireceğini anlarlarsa ancak o zaman harekete geçerler. Diğer bir anlatımla Çin'i, ABD'yi ve AB'yi yönetenlerin tamamının "kazan-kazan" stratejisinden emin olmaları gerekir" dedi. Haklıydı.
Herhengi bir ülke liderinin dünya ekonomisindeki bozuklukları düzeltmek için kendini feda edeceğini düşünmek bile abesle iştigalden başka bir şey değil.
Özellikle ABD borca dayalı tüketim harcamalarını kıstığı takdirde seçmenin buna sevinmesi düşünülemez. Üstüne üstlük bir de doların değer yitirmesi olasılığı ithal fiyatlarında bir yükselmeyi de beraberinde getirecek.
Aynı saptama Euro Bölgesi için de geçerli. Kamu harcamalarının kısıtlanması siyasilerin tercihi olamaz. Ayrıca doların değer yitirmesinin faturasının Euro'ya kesileceği de belli.
Çin ise hiçbir şey yapmaz ve mevcut döviz kuru rejimini muhafaza ederse en kazançlı çıkacak ülke konumunda olacağı kesin. Değeri düşmüş dolara bağlı Yuan ile ihracatı yine artacak, tüketimi teşvik etmesi ise siyasi yarar sağlayacak.
Dolayısıyla uyguladığı döviz kuru rejiminde bir değişiklik olmadığı takdirde bundan Çin'in kazançlı çıkacağı kesin. Kaybedenler ise ABD ve Euro Bölgesi olacak.
"Kazan-kazan" stratejisi bu durumda "kazan-kaybet-kaybet" şekline dönüşecek.
Burada kilit nokta Çin'in döviz kuru rejiminin değişmesi.
Dolayısıyla hafta sonunda yapılan G-20 toplantısında dünya ekonomilerinde mevcut kırılganlığı azaltacak önlemlerin işbirliği ve dayanışma içinde alınması önerisine döviz kuru da dahil edilince Çin karşı çıktı.
Kendi açılarından haklılar tabii.