Advertisement

Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da bulunan Arap ülkelerinde bu yılın başında ortaya çıkan ayaklanmaların etkileri hala sürüyor.

Olayların nereye ve nasıl yönleneceğini geldiğimiz şu aşamada kestirmek güç. Suriye’de işler kızışıyor. Libya belirsizlikler içinde.

Bu süreçte en kilit ülkelerin Suudi Arabistan, Suriye ve Libya olduğuna kuşku yok. Bu ülkelerin geleceği ve sürecin ne şekilde gelişeceği konusunda fikir üretmek olanaksız.

Burada her şeyden önce bölgedeki Arap ülkelerinin kendilerine özgü niteliklerini dikkate almak gerekiyor.

ÜÇ DEĞİŞİK GRUP ÜLKE

Genelde bu ülkeler üçe ayrılıyor.

Birinci grup, Körfez Ülkelerinden oluşuyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Oman ve Bahreyn’i içeren, Gulf Corparation Counsil (GCC) diye adlandırılan bu grubun ortak özelliği “petrol zengini küçük ölçekli ülkeler” olmaları. Burada yaşayanlar da mevcut bu zenginlikten yararlanıyorlar. İdare edenler sosyal yardımlarla kontrolleri altındaki nüfusu besliyorlar.

İkinci grup, Levant’lar diye nitelendirilen Mısır, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Irak’ı içeren ülkeler. Bunların ortak özellikleri limitli mali kaynaklara ve gelişmemiş bir sanayi alt yapısına sahip olmaları.

İşsizlik oranları yüksek seyreden, İsrail ile olan gerginliklerini sınırlarında sürekli yaşayan, Ürdün hariç anayasaları bulunmayan ve Lübnan dışında başkanları demokratik seçimlerle iş başına gelmemiş bu ülkelerdeki nüfus büyük güçlükler içinde yaşamaya çalışıyor.

Üçüncü grup ise Magrip ya da Kuzey Afrika ülkelerini kapsıyor. Libya, Tunus, Cezayir ve Fas bu gruba dahil. Bunlarda fakirlik diz boyu. Hepsini Avrupa ile yaptıkları ticaret ayakta tutuyor.

Yukarıda saydığım bu üç grup, Arap ülkeleri arasında gerek ekonomik gerekse politik farklılıkları en iyi şekilde yansıtıyor.

UYUM SÜRECİ UZUN

Ayaklanmalar sonrasında rejimler değişse bile varolan bu farklılıkların azaltılmasının uzun zaman alacağı çok açık bir gerçek.

Özellikle geçiş sürecinin yavaş ve yapısal önlemlerle destekli bir biçimde gerçekleşmesi olmazsa olmaz bir koşul olarak karşımıza çıkmakta.

Bunları dikkate alan bazı gözlemciler şimdi Arap ülkeleri için Marshall Planı benzeri bir sistem önermekteler.

Marshall Planı İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış ancak ekonomileri yok olmuş ülkelere ABD kaynaklı yardım yapılması üzerine inşa edilmiş bir uygulamadır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke bu yardımları alarak ekonomilerine çeki düzen vermeye çalışmışlardı.

Şimdi buna benzer bir uygulamanın Arap ülkeleri için yapılması gündeme geliyor. Amaç petrol zengini Arap ülkelerinin fakir olanlara yardım ederek demokratikleşme süreçlerini hızlandırmak ve demokratik kültürün geliştirilmesine yardımcı olmak noktasına odaklanıyor.

Bölgedeki milli gelirin 2011 yılında 2,4 trilyon dolara yükseleceği hesap ediliyor. Bu gelirin dörtte üçü ayaklanma olmayan ülkelerin elinde bulunuyor. Ayrıca bazı ülkelerin halen işler durumda “Kamusal Refah Fonları” da mevcut.

Bu ülkelerin diğerlerine yardım ederek onlara servet transferi yoluyla kaynak aktarmalarını bölgenin istikrarı için gerekli gören bazı bölge yöneticileri halen zemin yokluyorlar.

Kuşkusuz burada Suudi Arabistan kilit ülke konumunda. Önce onun ikna edilmesi şart.