Advertisement

Türkiye’nin dış borç stoku geçen eylül ayı sonu itibarıyla, 310 milyar dolara yaklaştı. 2011 yıl sonunda milli gelirin yarısına yaklaşacak. Bu rakamlar eskiden daha dikkatle izlenirdi. Gelişmeler ekonomideki konjonktüre bağlı olarak yorumlanır, olası etkiler tartışılırdı. Bunun bir nedeni o yıllarda borcun çoğunluğunun kamuya ait olmasıydı. Hazine’nin, KİT’lerin ne kadar ve neden borçlandığı hakkında görüş belirtmek, eleştiriler yapmak, biraz da siyaset içerdiği için, sevilen başlıktı. Son yıllarda, özellikle 2009 Küresel Krizi sonrasında, ülkenin toplam dış borç rakamları yerine Merkez Bankası’nın açıkladığı kısa vadeli dış borç verileri yakından izlenmeye başlandı. Bu farklılaşmanın ekonomik izahı basit. Cari açık rakamları çok büyüdü ve finansmanında kısa vadeli kaynak ağırlıklı oldu. Tabloya bu çerçevede bakınca, en çok bankaların borçlarındaki hızlı yükselişler dikkat çekiyor. 2002 yılından geçen eylül ayına kadarki sürede, sadece bir yıldan uzun vadeli borçlarındaki artış oranı yüzde 1.015 olmuş. İnanılmaz bir hız. Yanı sıra reel sektörün dış borçları da artıyor. Stok yaklaşık 115 milyar dolara çıkmış. Kamunun dış borçlanmasında tersi bir gelişme söz konusu. Büyüme o kadar hızlı değil. 2001 Krizi’nin etkilerini atlatırken dış borçlanmaya da, özellikle IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan borçlara ağırlık verilmişti.

Her zamanki gibi devlet o günlerde yeteri kadar hızlı ve etkin bir şekilde denetlemediği, kötü finansal sistemin yanı sıra kendi açıklarının yükünü en sonunda üstlenmek zorunda kalmıştı. Dolayısıyla borçlu olan Hazine idi. Krizin etkilerinin büyük oranda çözümlenmeye başladığı 2002 yılında yüzde 60’ından fazlası, TCMB dahil, devlete aitti. 2011 yılına geldiğimizde borçluların yapısı tamamen değişiyor. Toplam içinde kısa vadeli borçların ağırlığı artıyor. Özel sektörün borçluluğu kamuyu geçiyor. Son dönemde şirketlerin borçlarının bankalar kadar olmamasının en büyük nedeni, 2010 yılında kambiyo mevzuatında yapılan değişiklik. Şirketlere yerel bankalardan dövizle borçlanma olanağı tanındı. Şirketler de dış borçlanma yerine, içeriden dövizle borçlanmayı tercih ettiler. Artan döviz kredisi talebi bankaların dış borçlanmasının yükselişinde de etken oldu. Finansal sektörün döviz borçlanmasının diğer bir nedeni de, ABD ve Avrupa’dan çok düşük maliyetle kaynak sağlama isteği. Böylelikle özellikle DİBS’lerin fonlaması çok ucuza gelmekte, bankaların kârlılıkları büyümekteydi. Ama her şeyde olduğu gibi, güzelliklerin de bir sonu var. Alınan borçlar, günü gelince geri ödenmek zorunda. Dövizde görülen dalgalanmanın temel nedeni de yabancı paraya olan bağımlılık.