Advertisement

Son örneğini Japon Merkez Bankası verdi, sınırsız para basacak. Özellikle ucuz Japon Yeni’ni alıp çevirip dünyanın herhangi bir bölgesinde yatıranların yüzleri gülmeye başladı. Benzeri hareketleri FED, ECB ve İngiltere Merkez Bankası’nda da görüyoruz. Artık dünyada kısa vadeli yatırım yapanlar işi gücü bıraktılar, büyük merkez bankalarının ne yapacağını tahmin etmeye çalışıyorlar. İş öylesine detaya döküldü ki, FED tutanaklarının açıklama zamanı, üyelerin söylemleri üzerinden pozisyon alan az gelişmiş ülke Borsacıları türedi.

Bu hareketleri anlayabilmek için biraz merkez bankalarının ne yapmaya çalıştığını anlamak lazım. İddialı olmaya gerek yok. Ama gelişmelerden bazı çıkarsamalar yapmak mümkün.

3.3 TRİLYON DOLAR KASADA

2008 krizi önce bankalar sonra şirketler ve hanehalkı ile kamu kesiminin bilançolarında önemli yapısal değişimlere yol açtı. Aşırı borçlu olan kesimlerin kötü borçlarının acil bölümü önce hazinelerden gelen doğrudan destekle ödendi. Borçlar o kadar büyüktü ki, bütçeler yeterli olmayacağı için devreye merkez bankaları sokuldu.

Piyasalara bol ve ucuz para vererek sistemin çöküşünü engellediler. Bu olanaktan yararlanan bankalar, şirketler ve hanehalkı borçlarını azaltmaya başladılar. Yanı sıra hazinelerin borçları çoğaldı ama borçlanma maliyetleri düştü. Daha önemlisi ucuz para bollaşınca hanehelkı ve şirketler borsalara yöneldiler. Borsalar tavan yapmaya başladı. Maaş ve ücretlerine yeterli zam yapılamadığı, işsizlik azalmadığı için daha çok harcama yapamayan insanlar, borsalardan elde ettikleri gelirleri harcamaya teşvik edilmeye başlandı.

Ekonomide karar alıcılar bundan memnun oldu. Şirketler bilançolarını düzelttikçe, ucuz parayla yeni yatırım yapmak yerine borsalardan kendi hisselerini toplamaya başladı. Diğer bir bölümü de rekabet ettikleri, krizden etkilenen rakiplerini satın almayı tercih ettiler. Bunları yapamayanlar parayı kasalarında/bankalarında tutmayı daha akılcı buldular. Şu anda Amerikan şirketlerinin elinde 1.8 trilyon dolar, Avrupalı şirketlerde ise 1.5 trilyon dolarlık nakit para var. Toplam 3.3 trilyon dolar atıl vaziyette duruyor. Merkez bankaları büyümeye katkı olsun diye uğraş verirken, para yeni yatırımlara gitmiyor. Üretim ve dolayısıyla istihdam artmıyor.

NEDEN?

Çünkü beklentiler henüz düzelmedi. Şirketler, kamunun aşırı borçlanmasından rahatsız. Yanı sıra yaşlanan nüfus ve azalan fon gelirleri nedeniyle sosyal güvenlik sisteminde açıkların büyümesi kararlarını etkiliyor. İleride kamuya yük olabilirler. Ayrıca ABD’de kamu borç tavanı sorunu çözüm bekliyor. Avrupa’da ise G.Kıbrıs’tan sonra şimdi Slovenya, Lüksemburg, İtalya, İspanya ve anayasa mahkemesinin kararından sonra Portekiz’deki gelişmeler sıkıntıları büyütüyor.

Bankalardaki yapısal dertlere kalıcı çare bulunamadığından yeniden kamu açıklarıyla uğraşacaklarından korkuyorlar. Sonuçlar büyüme performansının, talebin ve satışların düşük olacağına işaret ediyor. Dolayısıyla şirketler yeni yatırım yapmaktansa parayı kasada/bankada saklamayı yeğliyorlar. İşsizlik istendiği kadar düşmeyince, merkez bankaları parayı geri çekme kararlarını öteliyorlar. Bu durum, özellikle uyuşturucuya, pardon dövize bağımlı hale gelen ekonomiler için şartları biraz daha içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Para politikası fiyat istikrarı hedefinden kur istikrarına yöneliyor. Ama sıcak para girişi merkez bankalarının işini biraz daha zorlaştırıyor. Üstelik bir de varlık balonları oluşmaya, patlarsa ne yapacağız korkusu giderek yayılmaya başlıyor. Anlayacağınız bol döviz, kısa vadede kâr getirse de orta vadede yaşanacak sorunların ana nedeni olacak. Biliyorsunuz ekonomide orta vade bir yıldan sonrasını işaret eder.