Advertisement

Seçimler biter bitmez herkesin gözü açıldı. Bir aşırı cari açık, ısınma, kırılganlık söylemidir aldı başını gidiyor.
Şimdi bir de son G20 toplantıları için IMF'nin hazırladığı tahminler gündeme geldi. Türkiye için 2012 yılı büyüme tahminleri yüzde 2,5; cari açığın milli gelire oranı yüzde 9.8.
IMF'nin son Türkiye Raporunu neden yayımlatılmadığı şimdi daha iyi anlaşılıyor. Tahminlerin doğruluğu tartışılabilir. Ancak yurt dışı bu kadar karışırken, ekonominin olumsuz etkilenmemesi imkânsız.
En fazla kim etkilenir, kim daha kırılgandır?

İÇ KIRILGANLIKLAR
İçeride kamu kesimi ile bankalar 2001 Krizinden sonraki yapısal reformların da katkısıyla eskiye oranla daha iyi durumdalar. Tamam kamu dengesinde bir defalık gelirlere dayalı, konjonktürel bir iyileşme var. Ama yine de, ABD, İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İtalya gibi örnekleri göz önüne alırsak bizdeki resim, şimdilik, onlardan daha güzel.
Buna karşılık ekonomide kısa sürede frene basılması, aşırı borçlu kesimleri ciddi sıkıntılar içine sokacak. Son yıllarda en çok borcu artanlar, hanehalkı ve KOBİ'ler başta olmak üzere şirketler kesimi. Ekonomi yavaşlayınca, ilk darbeyi borçlarını kapatamayanlar yiyecekler.

DIŞ KIRILGANLIKLAR VE REZERVLER
Fırtına dışarıdan geldiğine göre dış kırılganlıklar önemli. Aşağıdaki Tablo, yıllar itibariyle bazı dış kırılganlık göstergelerini içeriyor.
Dışarıdan gelecek olumsuz etkileri azaltmak için öncelikle kullanabilek araç, merkez
bankalarındaki uluslararası döviz rezervleridir. Dalgalı kur rejimi uygulamasında yüksek rezerv tutmanın gereği tartışmalıdır. Buna rağmen rezervler bir yerde, tusunamideki ilk dalganın olumsuz etkilerini azaltmak için inşa edilen mendireğe benzetilebilir. Ancak en önemli sorun dalganın büyüklüğünü doğru hesap edebilmektir. Yanlış hesap, yanlış inşa ve büyük yıkım sonucunu doğurur.
Bunun farkında olan Hükümet, seçim döneminde, cari açık tartışmalarına karşı döviz rezervlerimizin ne kadar yüksek olduğunu sıklıkla vurguladı. Verilere biraz yakından bakınca durum biraz faklı görünüyor.
Dalga boyunu hesaplayabilmek için; ülkenin kısa vadeli borç ödemeleri, ithalatının ve sıcak para stokunu büyüklüğüne bakmak lazım. Aylık 20 milyar dolarlar düzeyine çıkan ithalata ilişkin hesapları başka bir yazıya bırakalım.
Kısa vadeli dış borçlarla oranlarsak, rezervler 2002 yılındaki seviyesinden daha kötü durumda. O zaman eldeki dövizler kısa vadeli borçları ödemeye yetiyormuş. Şimdi, dövizli borçlar rezervlerden daha hızla arttığı için oran, yüzde 1 50'lere yaklaşmış.
Ancak, cari açığın finansmanı sıcak para ağırlıklı olunca, dövizin ani çıkış etkisini azaltmak için de rezervler kullanılır. Sıcak paranın en basit tanımı, yabancıların elde tuttuğu hisse senetleri ile Devlet İç Borçlanma Senetlerinin (DİBS) toplamıdır. Kısa vadeli borçlara sıcak parayı da ekleyerek rezervlerin yeterliliğine bakınca durum yine oldukça kırılgan. 2002 yılında yüzde 185 olan oran, 2010 sonunda yüzde 294 olmuş. Yani, döviz rezervlerin üç katı kadar kısa vadeli döviz yükümlülüğü var.
Bazı yorumcular bankalardaki döviz tevdiat hesaplarını (DTH) da ülkenin döviz birikimi olarak kabul ediyorlar. Piyasalarda döviz kuru yükselince yerlilerin döviz satmasını bu yaklaşımlarında örnek veriyorlar. Şirketlerin ve şahışların dövizine ne kadar güvenilebilir demeden, hesaplara, döviz rezervleriyle beraber DTH'ları da ekleyelim. Rasyolar 2002 yılına göre kötüleşmekle beraber, rezervli göstergelere göre daha iyileşiyor.
Rakamlar neyi gösterirse göstersin. Ekonomi dışarıdan gelecek etkiyle krize girmese bile küçülecekse; kaybedenler, daha çok fakirleşecek olanlar, dar ve sabit gelirliler olacak.