Siyaset, kamu kaynaklarını dağıtma sanatıdır.
Siyasi partiler, toplumun ve bireyin refahını nasıl artıracaklarına yönelik fikir ve proje demetiyle kendilerini tanıtırlar. Diğer bir deyimle, kimden vergi alacaklarını, kime nasıl dağıtacaklarını anlatarak seçmenden oy isterler. Bazıları zenginden daha çok vergi toplayarak sosyal harcamalara ağırlık vereceğini ileri sürerken, diğerleri harcama azaltarak ekonominin sorunlarını çözeceğini söyler.
Kısacası, asıl olan kıt kamu kaynaklarının en etkin ve verimli şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Sağ partiler bunun daha çok piyasa kuralları içerisinde yapılmasını önererek oy isterler. En etkin ve verimli kaynak dağılımının rekabetçi piyasa koşullarında oluşacağını iddia ederler. Soldakiler ise tüm kaynakların dağıtımını, devletin merkezi olarak planlanmasını önerirler. Tüm kararların siyasi mekanizma tarafından alınmasını ve uygulanmasını isterler.
Merkeziyetçi yapı sadece sol anlayışta olmaz. Kendi zenginini yaratmak isteyenler de çeşitli biçimlerde piyasalara doğrudan müdahale ederler. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan ülkeler bunun çok bilinen örnekleridir.

DOĞAL TEKELLERİN ETKİSİ BELİRLEYİCİ
Diğer taraftan, kapitalist ekonomilerde bile doğal tekel olan piyasalarda tam rekabete ulaşmak imkânsızdır. Doğal tekel piyasalarına en güzel örnek, elektrik dağıtımı ve demiryollarıdır. Bir eve birden fazla elektrik hattı çekmek kaynak israfıdır. Aynı şekilde iki şehir arasına birden fazla demiryolu inşa etmenin de bir mantığı yoktur.
Bu nedenle, ekonomide tam rekabetçi ortam sağlanmış olsa bile, doğal tekel piyasalarında fiyatlamaya müdahale etmek için düzenleyici ve denetleyici yapılar kurmak bir zorunluluktur. 1990'lı yıllara kadar, tüm dünyada bu işlevi ilgili bakanlıklar yapıyordu.
Ancak, siyasetçilerin kısa vadeli ve popülist bakış açıları, özellikle denetim işinin amacına uygun olarak yapılmasında sorunlar çıkardı. Bu tür piyasalara yeni şirketlerin girişleri lisansa bağlı olduğu için, lisans dağıtımında siyasi öncelikler önem kazandı. Tüketiciler yapılan yanlışlıkların bedelini ödemek zorunda kaldılar.
Yatırımcılar da sık değişen siyasi ve bürokratik yapıyı bir risk unsuru olarak algılıyorlar. Bir kişinin vereceği kararlar yerine, uzmanların bir araya gelerek ulaştıkları sonuçları daha tahmin edilebilir buluyorlar. Böylelikle yatırımların riskleri biraz daha azalmış oluyor.
Sonuç olarak bu piyasalara yatırım yapmak, yüklerinin tüketiciye aşırı yansıtılmasını denetlemek amacıyla düzenleyici ve denetleyici kurullar kuruldu. İngiltere, ardından Amerika ve diğerleri siyasetçinin bu tür piyasalara müdahalesini minimuma indirmeyi hedefledi. Örneğin British Telekom'un halka arz yöntemiyle özelleştirilmesinden sonra bir üst kurul kuruldu ve sabit hatlı telefonların ücretleri ve diğer düzenlemeler, ulaştırma bakanlığı yerine, orada yapılmaya başlandı.

2001 REFORMLARININ ANA FAKTÖRLERİNDENDİ
Bağımsız kurullar, bizde de 2001 Reformları sırasında, kuruldu. Amaç siyasetçilerin bir sonraki seçimi öne çıkaran bakış açısını, kısa vadeli vizyonunu biraz daha uzun vadeye yayabilmekti.
Örneğin ihale sisteminin genel kurallarını belirleyen siyasetçinin, ihaleyi kimin alacağına karışmak istemeyeceği düşünülmüştü. Rekabetçi bir kamu ihale sistemiyle, öncelikle daha az parayla daha çok iş yapılabilmesini hedefleyen bir sistem hedeflenmişti. Geçen on yılın ardından bağımsız, rekabetçi piyasa yapılanmalarının yerine direkt siyasi müdahaleci bir yaklaşıma geri dönüldü.
Artık piyasalarda siyasilerin tercihleri daha etkinleşirken, yatırım ortamı darbe yemiş olacak. Bize de, bağımsızlık ruhuna dua etmek düşecek.

Advertisement