Advertisement

Politika yapmak ve iktisadi politika dizayn etmek oldukça zor bir iş. Gereken önlemleri doğru zamanda almadığınızda hem atmanız gereken adımların daha yüklü olması hem de feragat etmeniz gerekenlerin daha büyük olması kaçınılmaz duruma geliyor.

Yılbaşından bu yana oldukça volatil ve tansiyonu her geçen gün artan bir piyasadayız. 2 yıllık bono faizi dün 2009 Mart’tan bu yana en yükseği, %15’i gördü. Keza TL 2013 yılından bu yana istisnasız değer kaybediyor ve emsallerinden belirgin negatif ayrışıyor. Endeks deseniz zaten %40 civarında emsallerine kıyasla iskontolu rakamsal olarak. Tüm varlıklardaki olumsuz fiyatlama net.

Şaşırtıcı olmamakla beraber, dün enflasyon yine beklentileri aştı ve bono faizi hızla yukarı yönlü reaksiyon verdi. Yıllık enflasyonumuz %11’lere yaklaşırken ÜFE rakamı da yine yıllık %16’yı aşıyor. Haziran Temmuz civarı muhtemelen yıllık TÜFE artışı %12’yi geçecek ve yıl sonu beklentileri de %11 civarına yukarı revize oluyor.

Enflasyon yükselişinde ısınan ekonomin yarattığı fiyat baskısı, kur geçişkenliğinin  beklenenden hızlı ve yüksek olması, petrol gibi ithalat fiyatlarının global bazda yükselmesi ve bunun enflasyona geçişkenliği gibi pek çok unsur var. Tek bir faktör söz konusu değil. Üstelik, eskiden gıda fiyatlarından yakınırdık bu sefer gıda fiyatı aylık bazda negatif geldi, enflasyon ona rağmen çok yüksek.

Eskiden %8 mi olur dediğimiz enflasyonda algı da bozuldu ve tek haneye nasıl ineriz? İner miyiz? konuşulmaya başlandı. İşin tatsız tarafı ise, 12 aydır neredeyse çift hane enflasyon var. Bir 12 ay daha bu süreç devam edecek. Bu durum son derece tehlikeli. Enflasyonu tek haneye düşüremediğimiz takdirde, beklentilerin hızla bozulması kanalıyla enflasyon %11-12’lerde pek kalamıyor ve yukarı yönlü hareketine devam ediyor. Bu endişenin ve rakamların sonucu: dün yaşadığımız bono faizindeki hareket.

Enflasyonu çözmek için yapısal faktörleri doğru tayin etmek lazım. Bu noktadan itibaren, yalnızca sadeleşme diyerek, faiz artışı diyerek ve bu işi sadece TCMB’nin politikalarına bırakarak bir çözüm elde edilmesi çok zor. TCMB’nin attığı adımlara maliye politikası ile destek olunması şart. İktisat politikanızın uyumlu, politika karışımınızın eşgüdümlü olması gerekiyor.

Enflasyonu, %8’ler civarında iken, yalnızca TCMB faiz artışı ile çözebileceğimiz günler geride kaldı maalesef. Burada hem para politikasının hem de maliye politikasının üzerine düşenler var. Alınması gereken önlemleri kısa ve orta vade olarak değerlendirirsek;

1 - TCMB’nin elbette ki para politikasında sadeleşmeye gitmesi ve kredibilitesini artırması gerekli, geç dahi kalındı bu adımda. Bu çok büyük bir adım olmamakla beraber kısa vadede gerekli koşullardan bir tanesi. En azından TL’deki baskıyı bir nebze rahatlatır ama enflasyona bir etkisi olmaz. Dolayısıyla gereklidir ama yeter koşul değil. Zaten TCMB Başkanı da bu aksiyona yakın olduklarını duyurdu. Dolayısıyla kısa vadede göreceğimiz bir adım.

2 - Yine gerekli ama yeter koşul olmayan bir aksiyon da faiz artışının devamı. Maalesef bu noktadan itibaren, maliye politikası ile desteklenmediği müddetçe attığınız her kurşunun hükmü az oluyor. 75 baz puan faiz artırdınız ama kafi gelemiyor. Kur geçişkenliği iç talebin güçlü seyretmesinden dolayı şiddetli. Bu sebepten de beklentileri yönetmek adına faiz artışının, ölçülü miktarda devamı şart gözüküyor. Yine de TCMB’den gelmesi gereken bu iki önlem de enflasyonu kontrol altına almada, tek haneye indirme de kafi gelmeyecektir.

3- Çünkü maliye politikanız gevşemeye yönelik. Vermeyi planladığınız parasal destekler içeride talebi canlı tutarken enflasyona yansıyacaktır. Ki 2017’de KGF ile bu süreci halihazırda yaşıyoruz. Hal böyle olunca bir taraftan faiz artarken bir taraftan maliye politikası ekonomiye para enjeksiyon ederse, TCMB’nin adımlarının hiç bir hükmü kalmaz. Gün sonunda yüksek faiz yüksek enflasyonla başbaşa kalırız. O yüzden bu iki politikanın eşgüdümlü hareket ediyor olması gerekir. Birbirinden bu denli ayrışan iki politika uygularsak, istediğimiz kadar TCMB faiz artırsın sonuç alamayız. 2018 yılında kamu değerleme oranının %14 gibi oldukça yüksek tayin edilmesi de, kamunun yeteri ölçüde enflasyondaki düşüşe destek vermediğini göstermekte. Elbetteki düşük ücretlilere ve emeklilerimize destek verilmesi kıymetlidir fakat bunu yaparken bir taraftan da enflasyon yaratan ve daha yüksek faizle sonuçlanan bir sürece girdiğimiz de aşikar. Kısa vadedeki kazanımlar için uzun vadeli kazanımlarımızı feda etmiş oluruz. Tam da bu sebepten iktisadi politika dizaynı geldiğimiz aşamada oldukça zorlaşmış durumda.

TCMB’nin son enflasyon raporundaki çalışmalara baktığımızda da net şekilde görüyoruz. Kamunun TÜFE içinde doğrudan müdahale edebildiği kalemlerin ağırlığı %30 gibi yüksek bir pay. Bunlardan bir kısmı vergi ile etkileyebildiği kalemler (akaryakıt, tütün vs). Bir ksımı da yönetilen/yönlendirilen fiyatlar (elektirk gaz su). Ve bu %30’luk kamu etkisi olan kalemlerin toplam fiyat artışı 2008-2017 döneminde ortalama yıllık %10 olurken, bu kısım hariç TÜFE’nin aynı dönem ortalama yıllık artışı daha düşük %8 olmuştur. Özetle kamunun enflasyona verdiği desteğin de yıllar itibari ile yeteri ölçüde olamadığını görmekteyiz.  

4- Tüm bunları uyguladığımız takdirde enflasyon tarafında kalıcı bir şekilde tek haneye inme şansımız yüksek. Bunlar gerekli koşullar ama bizi %7’lük bir enflasyona taşımaya yetmeyebilir. Uzun vadede; ikinci turda bu sefer bu enflasyonu %9’lardan nasıl %7’lere nasıl indiririz sorusu gündeme gelir. Bunun da tek çaresi reformlardan geçiyor. Bu tamamen TCMB’nin alanını aşan, topyekün ciddi iktisadi adımlar gerektiren bir süreç. Dün açıklanan ÜFE rakamında petrol ürünlerindeki aylık artışın %10, yıllık artışın ise %40 olduğunu gördük. Bir taraftan ithalat fiyat artışlarının enflasyona geçişkenliği bir taraftan da kur geçişkenliği ile mücadele ediyoruz. Neden? Yıllar itibariyle ithalat yoğun bir imalat sanayine geçtiğimiz için. İthal girdi kullanımının imalat sanayinde bu denli yoğunlaşmış olması, enflasyondaki kur geçişkenliğini de aşırı yüksek seviyelere taşıyor. Büyüme modelinizi değiştiremediğimiz takdirde de yıllar itibariyle bu bozulma sürmekte. Diğer bir sıkıntı gıda tarafında atmanız gereken adımlar. Depolama/taşıma/aracılık konularında bir takım adımlar atılsa da anlaşılan o ki tam anlamıyla gerekenler yapılamıyor. Ve her yıl daha da yüksek/oynak gıda fiyatlarıyla başetmemiz gerekiyor. Diğer reform gerektiren alan ise dış sermayeye olan yüksek ihtiyacımız. Arzu ettiğimiz kadar tasarruf edemeyişimiz ülke ekonomisini dış fonlara aşırı bağımlı kılıyor. Şimdi bir de dolarizasyon sinyalleri görüyoruz. Bu konuları çözmeden enflasyonda arzu edilen aşamaya gelmemiz çok mümkün gözükmüyor.

Global ekonomiden bağımsız hareket etmek pek mümkün değil, her şey fonlama meselesi. Geçtiğimiz beş yıl son derece destekleyici bir global ortamdan geçtik. Önümüzdeki beş yıl, özellikle 2019 ve sonrası global açıdan bu denli rahat/destekleyici olmayabilir.

Politik döngülerin yoğun olduğu son derece dinamik/esnek/ güçlü bir ekonomiyiz, atılan belli adımlar da anlaşılabilir. Fakat geldiğimiz noktanın da verdiği sinyalleri görmemizde fayda var ki, önümüzdeki beş yıl, global tarafta rüzgar önümüzden estiğinde yeterli manevra alanımız olsun.