Advertisement

Bugün gelen uygulama ile, TL mevduatında vergi düşürülürken döviz mevduatında artırılıyor. Bu da şimdilik 3 aylık geçici bir süre için yapılacak.

Uygulamalara baktığımızda esas itibari ile TL mevduat tarafındaki stopajın avantaj sağladığını görüyoruz. (6 aya kadar (6 ay dahil) vadeli hesaplar için %15'den %5'e, 1 yıla kadar (1 yıl dahil) vadeli hesaplarda %12'den %3’e).

Lakin, maksat TL’yi güçlendirmek ise, ekonomimizin yaşadığı sorun içerideki döviz dönüşleri değil. Bizim derdimiz dışarıdan fon, döviz bulamıyor olmamız. Yeni uygulama bu sorunu çözer mi? Elbette çözmez. Üstelik de sinyal etkisi mevcut. İster istemez sormaz mısınız, alabildiğimiz önlemler anca bunlar mı diye. Bu uygulamada elbette ki matematiksel olarak, TL lehine bir faiz farkı, yükselişi çıkıyor, TL tasarrufları teşvik edici bir uygulama. Fakat, diğer taraftan da arzu etmediğimiz başka riskler beliriyor. Örneğin, fon yönetiyorsanız bir sonraki uygulama ne olacak gibi bir belirsizlik de doğuyor. Yanlış yerlerde çözüm arıyoruz sanırım. Kaldı ki DTH/mevduat hikayeleri ekonomide sonuçtur. O talebi yaratan sebeplere bakıyor olmamız,  orada çözümle geliyor olmamız gerekmiyor mu?

TCMB...

Swap kısmınında da, iyi bir uygulama olmasına rağmen, süreklilik olmadığı için hikayenin sonuna geliniyor yavaş yavaş. TL’yi satmanın kalıcı şekilde maliyetli hale gelmesi şart. Bunun da, var olan iktisat teorisi çerçevesinde artık tek yolu var, faizi yükseltmek. Kaldı ki tüm piyasalarda faizler yükselmiş durumda. Kredi faizi, mevduat faizi, bono ve swaplar. Geride kalan tek faiz var; TCMB’nin bankaları fonladığı rakam. Bu da elbette ki gösterge niteliği taşıdığından, en önemli politika aracınızı gereken yere çekemediğiniz için, paranız halen daha ataklara, riske/volatiliteye açık halde. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Sonrasında ne oluyor? Piyasaya bir uygulama veriyorsunuz, en son Salı günü gelen, TCMB’nin  interbank’ta banka limitlerini 13 Ağustos öncesindekinin iki katına çıkarmak gibi. Sonra da piyasa başlıyor spekülasyon yapmaya, acaba BİST de kısacak mı, acaba fonlamayı GLP’ye (geç likidite penceresi faizine) itecek mi vs. Zaten berrak olmayan piyasa, daha da bulanıyor. TCMB, faizi GLP’ye çekmek istese bunlara da lüzum yok, vermez hiç bir ihaleden, gidip GLP’den fonlamanız gerekir. Lakin piyasayı bu tarz zorlama çıkarımlar yapmaya yol açacak imkanı da vermemek lazım. TCMB’nin en basit, normal zamanda, üzerine bırakın 2 günü, 1 saat dahi konuşmayacağı bir uygulaması bile bu denli konu olabiliyor. Para politikası yapıcısının buna izin vermeyecek berraklıkta olması gerekiyor. 

Şunu da bilmekte fayda var, yalnızca faizle de tüm bu olan biten dar boğazı çözemeyiz. Ama adım adım uygulanması şart olan önlemleri redderek de işler düzelmiyor maalesef.  Dış kaynaklı bir spekülatif atak yaşamış olsak da durum değişmiyor.

Enflasyon...

Pazartesi Ağustos ayı enflasyon rakamları gelecek. Piyasa beklentisi aylık bazda %2’nin bir miktar üzerinde. Bu da yıllık rakamı %17’lerin üzerine taşır. Bir önceki rakam %15.9 idi. Piyasada yıl sonu beklentileri de %20’ye yükselmiş durumda. TCMB için dövizden öte diğer konu, Türkiye’nin yıllarını verdiği dezenflasyon sürecinin, 16-17 yıllık bir dönemin ardından tersine dönmüş olması. Enflasyonu tek haneye düşürmeniz yıllar alır, ama kontrolü kaybedip %20’lere yaklaşması maalesef 1 yılda gerçekleşir. Ki buradaki trend bozulması da esasen son 1 yılda değil, 2015’lerde net şekilde başlamış idi fakat yeterince ciddiye alınmadı. Geçmişi bırakırsak, döviz kurunu da bırakalım, var olan enflasyonun %20’yi aşıp daha da arzu etmediğimiz seviyelere gitmesini engellemek için faizle karşılık vermeniz gerekiyor. Bu arzu edilen çözüm mü? Elbette ki değil ama yapacak başka bir şey şey kaldı mı? Zamanında gerekeni yapamadıysak, şu anda hiç istemediğimiz o adımı atmaktan başka çare var mı?

Dünya ve Artan Gelişen Ülke Riskleri...

İçeride tüm bunlar olurken, dün gelişmekte olan ekonomiler, bu yılki en kötü günlerinden birini yaşadı. Real, ZAR, Ruble önemli değer kayıpları var. Arjantin’in halen yaptığı anlaşma çerçevesinde IMF’den alacağı miktarın gelmemiş olması, bu yönde hızlandırma çalışmaları başlasa da. Bunlara ek olarak Türkiye’de yaşananların sıçrama riski. Bir de üzerine Trump’ın Çin için 200 mlr usd’lik ithalata, haftaya vergi uygulamasını başlatacağına dair artan beklenti, Brezilya’da Ekim’deki seçimlerin yaklaşması gelişmekte olan ülkeleri beklenenden hızlı bir tansiyon artışına sürüklüyor. Öte yandan Trump’ın Meksika ile girdiği yol da Meksika ekonomisi yararına gözükmüyor.

Peki sorun ne? Sorun 2008 krizinden bu yana yüklü anlamda, ucuz para ile, özel sektörü borçlanmış bir gelişmekte olan ülke evreni. (EM’ler). Bu ülkeler bu dış borcu çevirmek durumundalar. Ve üzerlerinde yaşadıkları her baskı, dış borç çevirme maliyetlerini yükseltirken, paranın yönünü de ABD’ye çeviriyor. EM’lere olan para akışının ivme kaybı, ve halihazırda çevrilmeyi bekleyen dış borçlar tüm bu ülkeler için ciddi maliyet. Bu maliyet de bu ülkelere ekonomik yavaşlama getirir. Yapacakları şey otomatik dengeleyici görevi gören kurlarının değer kaybetmesi ve ihracatla bu kaybı bir miktar telafi etmek. Lakin ABD tüm dünyada ticaret anlamında bu tarz bir strateji uygulama hevesinde iken, bu kanal da tıkanıyor. Ekonomi kitaplarında öğrendiğimiz yöntemler de işlemez oluyor. Bu şartlar altında 2019 nasıl geçebilir ki?