Advertisement

Her gün olduğu gibi bugün de finansal piyasalarımızda bambaşka bir gündem maddemiz var. MSCI endeksi Türkiye ve “sınır piyasalar” klasifikasyonu (frontier markets).

MSCI nedir?


MSCI Morgan Stanley’nin hazırlamakta olduğu, bileşik bir pay piyasaları endeksi, Morgan stanley Capital International. Bu tarz endeksleri büyük yatırım bankaları bazı dönemler uzun araştırmalara dayanarak oluşturup piyasaya sunmaktalar. Bono ya da ülke para birimleri için de kıstas kabul edilecek bu tarz endeksler mevcut (JP Morgan EMFX ya da Barclays Aggregate Bond Index gibi). Daha çok perfomans karşılaştırmalarında bir ölçüte ihtiyaç duyulduğundan bu tarz endeksler piyasalarda oldukça prestijli bulunup kullanılmakta. Arkalarında da oldukça uzun makro ve finansal araştırma modelleri bulunmakta. MSCI da bu anlamda global tarafta hisse piyasalarını karşılaştırırken yaygın kullanılan önemli bir karşılaştırma ölçütü (benchmark).


MSCI’ın bu endekslerini oluştururken kullandığı ve aslında MSCI’a özgü olmayan, global kurumların (IMF, OECD, Dünya Bankası gibi) makro temellere göre ülkeleri sınıflandırdığı bir süreç var. Örneğin Türkiye bu evrende (emerging markets) gelişmekte olan ülke statüsünde (Brezilya, Hindistan, Rusya, Polonya vs). Gelişmiş ekonomiler ise (developed markets) ABD, Japonya, Almanya gibi ülkeleri kapsamakta. Ve bu klasmanlar da temelde makro göstergelere göre, ülke para biriminin ne denli likit olduğuna ve finansal piyasalarının ne kadar kapitalize olduğuna göre pek çok kriterle şekillenmekte.


Dün akşam MSCI’dan çıkan rapora göre de Türkiye’nin içinde bulunduğu sınıflandırmanın gözden geçirilme ihtimali olduğu haberini gördük. Henüz bu tarz bir konsultasyon açılmış değil. Fakat MSCI bu konuyu gözden geçirdiğine dair yaklaşımını önceki notlarında paylaşmış durumda. Türkiye finans piyasasına giriş-çıkış serbestliğine dair (market accessibility) durumunda kötüleşme olur ise böyle bir adım atılacağına dair - daha çok uyarı mahiyetinde bir yaklaşımdan bahsediyor MSCI. Konu da Türkye’nin ait olduğu gelişmekte olan ülke klasmanından (Emerging Markets) bir kademe düşerek sınır piyasalar (Frontier Markets) kapsamına girmesi. Kimler bu sınıflandırmada, Kuveyt, Lübnan, Vietnam vs..


Sınır Piyasa (Frontier Markets) ne demek?

Bu terim ilk olarak 1992’de Dünya Bankasının yan kuruluşu olan IFC tarafından kullanılmış; daha çok finansal piyasalara erişimi, gelişmekte olan ülkelere kıyasla bir miktar daha sınırlı, ülke riski daha yüksek ve özellikle de likiditesi görece daha az piyasalar için kullanılmakta. Konu uzun ve detaylı olmakla beraber, piyasa ağzı ile konuşacak olursak herhangi bir ülkenin para biriminin global piyasalarda likiditesinin çok ya da az olması, ülke piyasalarına giriş çıkış kolaylığı/zorluğu ile oldukça ilişkili bir konu.


Türkiye aslında tam anlamıyla bu noktada değil. Fakat şu da bir gerçektir dönem dönem eurobond piyasaları gibi aslında ülke riskini gerçek anlamda fiyatlayan piyasalarda, özellikle geçtiğimiz 1-2 yıllık dönemde bu yönde (frontiermış gibi) fiyatlamalar gördüğümüz de oldu. Fakat tam kalıcı olmadı. Dolayısıyla bu yeni bir konu diyemeyiz. Benzer şekilde ülke risk primimizin (CDS) bu denli yüksek olması ve düşememesi de bize bir takım ipuçları vermekte. Keza hisse senetleri performansımıza son 5 yıllık vadede dolar bazında bakarsak, belli dönemler emsallerimize kıyasla artan bir iskonto ile işlem gördüğümüzü ve bunun da kalıcı olduğunu rakamsal olarak-net söyleyebiliriz. Bu gelişmelerin bir kısmı da makro açıdan yapısal olarak zayıflayan ekonomik süreç ile ilgili. Enflasyon, dış kırılganlık rasyoları, dönem dönem bankacılık sektörünü ilgilendiren ve yabancı yatırımcıyı cezalandıran önlemlerimiz, 2018 krizi ve TL’nin performansına dair geçirdiğimiz aşamalar bize bir ışık tutmakta.


Global piyasalarda durduğumuz nokta bu yönde şekillenirken, içeride ise TL bazında bambaşka fiyatlamalar görmekteyiz. Özellikle hisse senetleri piyasamızda. Türkiye finansal piyasalarından yabancı çıkışı yılbaşından bu yana 10mlr usd’yi geçerken, içeride yerli yatırımcının hisse senetleri piyasasına ilgisinin şiddetli derecede arttığı bir dönemden geçiyoruz. Şunu ayırt etmekte fayda olabilir. Hisse senedine olan yerli yatırımcı talebi, ilerleyen vadede Türkiye ekonomisinde şirketlerin çok fazla kar edeceği beklentisinden mi kaynaklanmakta, yoksa enflasyon %11’li seviyelerdeyken %7-8 seviyesine inmiş olan mevduat faizinde, tasarruf sahiplerinin paralarının erimemesi için kendilerini başka enstrümanlarla koruma güdüsünden mi kaynaklanmakta. Tıpkı varolan kredi teşvikleri ile konut ve otomobile olan son dönemdeki yüksek talep gibi. Dolarizasyon da keza bunun bir sonucu.
Peki diyelim ki, olması gerektiği gibi bir hisse senedi piyasasında talebi artıran unsur şirket karları ve ülkemizde de şirketler ilerleyen dönemde çok yüksek kar edecekler (ki olabilir), bu durumda yabancı yatırımcılar ve global para yönetiminde bu denli profesyonel olan fon yöneticileri neden bizim piyasalarımızdan çıkmaya devam ediyorlar?