Advertisement

Tüm tartışmalar ABD Merkez Bankası’nın QE2 olarak adlandırılan ikinci kuşak niceliksel gevşeme kararı ile başladı. Uygulamaya geçilmeden yaklaşık üç ay önce Başkan Bernanke tarafından dile getirilen uygulama, “bol+ucuz likidite ortamı” sağlayacağından dolayı piyasalarca olumlu karşılandı. Bu likiditenin sınırlı bir kısmının reel kesime gideceği, büyük bir kısmının ise getiri peşinde koşacağı algılaması kısa süre içinde gerçeğe dönüştü. Risk sınıfına giren yüksek getirili mali enstrümanların tamamında yüksek fiyat artışları oldu, mali piyasalar mutlu ve mesut bir dönem yaşamış oldu.

Mali piyasalar için toz pembe olan bu tablo genel ekonomi açısından pek de iç açıcı değildi. Zira, sıcak para niteliğindeki yurt dışı kaynaklı fon girişleri bir taraftan yerel parada aşırı değerlenmeye yol açarak, diğer taraftan kredi genişlemesi üzerinden iç talebi ısıtarak ithalat arzusunu kamçıladı. Bunun reel ekonomi üzerindeki etkisi yerli üretimin baltalanması, mali kesimdeki etkisi ise finansal istikrarı orta-uzun vadede tehdit edebilecek balon(cuk)ların oluşması şeklinde oldu. Bu olgudan rahatsız olan, başta gelişmekte olan ekonomiler, geçen Kasım ayında yapılan G-20 zirvesinde konuyu gündeme taşıyarak önlem talebinde bulundular. Ancak, ABD, İngiltere ve Euro bölgesi gibi bu uygulamanın mucitleri eleştrilere kulak tıkamayı tercih etti. Gelişmekte olan ülkeler ise tepki olarak kendi başlarına hareket etme kararı aldılar.

Aralık ayı gelişmekte olan ekonomilerin sıcak paraya karşı savaşına sahne oldu. Bir yandan para politikası kapsamına giren politika önlemleri, diğer taraftan para hareketlerine sınırlama getiren bazı adımlar... Türkiye de bu dönemde TCMB’nin yeni politika bileşimi ile bu furyaya dahil oldu. Ancak, bir farkla: Daha önce denenmemiş bir uygulamayla dikkatleri üzerine toplayarak. Acele bir şekilde, uygulama hakkında ilk ipuçlarının verilmesinin ardından yaklaşık bir hafta sonra harekete geçen TCMB yetkililerinin tamamının ağzından tek kelime öbeği çıkıyordu: “Yeni konjonktüre hazırlık”. Bu ifade, bir önceki paragrafta izah etmeye çalıştığımız, Ağustos-Kasım ayları arasında etkili olan ve gelişmekte olan ekonomileri önlem almaya iten yeni küresel finansal düzene işaret ediyordu.

Koşulların hızlı bir şekilde değiştiği dinamik bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşme ile birlikte birçok anlamda bütünleşen dünyada, farklı zaman dilimleri ve farklı coğrafyalarda yaşıyor olsa da mali sektörün tek bir bütüne işaret ettiği açık bir şekilde görülüyor. Son yirmi yılda damgasına vuran bu paradigma değişimi politika uygulayıcılarının işini oldukça zorlaştırıyor. Çünkü herhangi bir olay karşısında karar alıp harekete geçmek isterken veri setinde ciddi bir değişiklik olduğunu bazen fark dahi edemeyebiliyor. Günümüz sosyologlarının en çok ilgilendiği bu olgunun ne yazık ki TCMB’yi de zorladığı kanaatindeyim. Nasıl mı?

TCMB’nin “ilginç finansal deney” olarak adlandırdığım yeni politika bileşiminin hareket noktasını (a) bol ve (b) ucuz likiditenin (c) getiri peşinde koşarken (d) gelişmekte olan ekonomileri tercih etmesi şeklinde özetleyebiliriz. Hakikaten de dört ayrı parçadan oluşan bu olgu, Ağustos-Kasım ayları boyunca küresel piyasalara egemen olmuştu. Ancak, Aralık ayından itibaren bu veri setinde bir miktar değişiklik olmaya başladı. Öncelikle, ABD başta olmak üzere, gelişmiş ekonomilerden canlanma sinyalleri gelmeye başladı. Faizler yükselişe geçti. Amerikan 10 yıllık tahvil faizleri %2.4 seviyesinden %3.7’ye gelirken likiditenin alternatif maliyetini artırarak ucuz olma özelliğini azalttı. Gelişmiş ekonomilerin krizden çıkışa geçtiğine ilişkin kuvvetlenen algılamaların yanında gelişmekte olan ekonomilerde başgösteren enflasyon tehlikesi likiditenin gelişmekte olan ekonomileri tercih etme arzusunu hafifletti. Tunus’ta başlayıp Mısır’da devam ederek Arap ülkelerinin önemli kısmını etkisi altına alan devrimlerin risk iştahında belirgin anlamda azalmaya yol açması ise likiditenin getiri peşinde koşma güdüsünü azalttı. Gelişmiş ekonomilerden gelen olumlu sinyallerin sürmesi durumunda niceliksel genişlemeden geri adım atılabileceği fikrinin netlik kazanması ise likiditenin kalıcı anlamda bol olma ihtimalini sorgulanır hale getirdi. Sonuç itibariyle, veri setini oluşturan dört yapıtaşında da anlamlı şekilde değişiklikler oldu.

TCMB, uygulamakta olduğu “ilginç finansal deneyin” içinde bulunduğumuz konjonktürde finansal ve fiyat istikrarını birlikte gözetebilmek açısından en uygun seçenek olarak ortaya çıktığını yineliyor. Acaba, hangi konjonktüre atıfta bulunuluyor. Ağustos-Kasım arasındaki mi, yoksa Aralık ayından itibaren belirleyici olmaya başlayan tasvir ettiğimiz ortam mı! Bunu şu an için öznel olarak değerlendirmemiz güç zira her sosyal bilimde olduğu üzere atılan adımların yansımaları belli bir süre sonra zuhur edecektir. İlk yansımalara baktığımızda, TL’deki değer kaybı ile bir miktar başarı sağlandığı görüşüyle karşılaşıyoruz. Ancak, unutulmamalı ki, TL’deki değer kaybı sadece döviz alım ihaleleri ile de sağlanırdı. Zaten, ilave alım miktarı uygulaması ile deneye başlarken de bir miktar başarı sağlanmıştı. Diğer taraftan, kredi genişlemesinde şu an için anlamlı bir yavaşlama göremiyoruz. Ya da iç talep hakkında ipucu sağlayan otomobil ya da beyaz eşya satış rakamları da Ocak ayında herhangi bir yavaşlama olmadığını gösteriyor. Öte yandan, finansal piyasalarda hakim olan belirsizlik ve kafa karışıklığı, bireysel ve kurumsal yatırımcıların karar alma süreçleri açısından karşılaştıkları zorluklar ve daha kısa bir süre önce Türkiye ekonomisini beğenen yabancı yatırımcıların tereddütlü bakışları deneyin riskli taraflarını oluşturuyor.

TCMB’nin para politikası hususunda temel karar alma organı olan Para Politikası Kurulu bu hafta Şubat ayı olağan toplantısını yapıyor. Üyelerin ana görünüme yönelik görüşlerinde herhangi bir değişiklik olmadığı açık bir şekilde izleniyor. Bu nedenle, alacakları yeni kararda “daha düşük bir politika faizi + daha yüksek zorunlu karşılık oranı” ile bir süre beklemek arasında kalacaklarını tahmin ediyorum. Yeni politika uygulamasına temel teşkil eden konjonktüre ilişkin algılamalarında şimdilik herhangi bir değişiklik olur mu? Bilemiyorum! Ancak, önümüzdeki aylarda hem içeriden hem de dışarıdan yeni haber ve gelişmeler geldikçe konjonktür betimlemesinde yanlışlık yapılmış olabileceği fikrinin kuvvet kazanacağını düşünüyor ve bundan da endişe ediyorum. Zira, hatadan dönmek doğru olsa da maliyeti azımsanmayacak tutarda olabilir. Bir sonraki yazımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Not: Konjonktür kelimesi Türk Dil Kurumu tarafından, bir ülkenin ekonomik hayatının yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği inişli çıkışlı, dalgalı hareketlerinin bütünü olarak ifade edilmektedir.