Advertisement

Kurdaki yükselişin tarım ve gıda sektörüne de bir takım yansımaları olacak.

Nedeni basit...

İthalata bağımlı bir tarım sektörümüz var. Haliyle girdi maliyetlerinde dolar ve euro etkisi oldukça yüksek.

Sadece son 1 ayda Türk Lirası Amerikan Doları'na karşı yüzde 10, Euro'ya karşı yüzde 7'nin üzerinde değer kaybına uğradı.

Hem bitkisel hem de hayvansal üretim tarafına baktığımızda kur riski tarımın neredeyse her alanında geçerli.

Önce hayvancılık kısmına bir göz atalım.

Büyükbaş hayvancılık tarafında canlı hayvan ithalatımız sürüyor.

24 Kasım 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan karar ile Et ve Süt Kurumu’na bu yıl için verilen 400 bin baş besilik hayvan ithalat yetkisi100 bin artırılarak 500 bin başa çıkartıldı. Yani yıl sonuna kadar sıfır gümrükle 500 bin baş besilik sığır ithal edeceğiz. Buna, daha önce yayımlanan kararda yer alan 150 bin baş damızlık sığır ve 20 bin küçükbaş hayvan ithalatını da eklediğinizde bu yıl toplam 670 bin baş canlı hayvan ithalatı gerçekleştireceğiz.

İş bununla kalmıyor.

İthal ettiğimiz hayvanları bir de beslememiz lazım. Orada da dövize bağımlı bir durum söz konusu. Çünkü hayvancılıkta gerekli olan yem hammaddesinin yaklaşık yüzde 50'sini ithal ediyoruz. Bunun yanında hayvan aşıları, ilacı ve hatta hayvan spermaları dahi (yüzde 90seviyesinde) sektör açısından ithal girdi konumunda.

Kanatlı sektöründe durum farklı mı? Pek değil...

Türkiye'de kanatlı sektörü, etlik ve уumurtacı hayvan canlı materyali bakımından yüzde 85'leri bulan oranda dışa bağımlı olarak çalışıyor.

Damızlıkçı firmalar, her 3 ayda bir düzenli olarak (parent stock denilen anne-baba ebeveyn düzeyinde) AlmanyaİngiltereHollanda ve Fransa'dan bu materyalleri ithal etmek zorunda kalıyor.

Yine bitmedi...

Kanatlı sektörü açısından ana yem hammaddesi olan soya fasulyesinin neredeyse tamamına yakınını ithal eder konumdayız.

Peki bitkisel üretim tarafında durum ne?

Bitkisel üretimde de tohumdan gübreye, zirai ilaçtan mazota kadar bir çok girdide ithalat önemli bir paya sahip.

Özetle hem bitkisel hem de hayvansal üretimde hammaddelerin çok önemli bir kısmı dışarıdan sağlanıyor. Kurdaki yükseliş haliyle maliyetlere de yansıyor.

Bu arada bitkisel üretim tarafında gübreden bahsetmişken hemen bir parantez açalım. Kimyasal gübre üretimi için gerekli olan ana hammadde kaynağından yoksun olan Türkiye'de doğalgaz, fos­fat kayası, potasyum gibi üretim için gerekli ana girdilerin neredeyse tamamına yakını (%95) ithal ediliyor.

Gelelim gıda tarafına...

Kurdaki artış ithalatçı konumda olduğumuz bakliyat fiyatlarıda olumsuz etkiliyor.

Bu yıl ürün az olduğu için nohut fiyatında zaten bir yükseliş söz konusu, buna bir de ithalattaki kur etkisini ekleyin. Sektör temsilcileri nohutfiyatının 3 ay öncesine göre yüzde 100 artış gösterdiğini dile getiriyor. Nohut, Türkiye'ye Meksika ve Hindistan'dan geliyor.

Bakliyatta tarafındaki ithalat sadece nohutla sınırlı değil. Kırmızı mercimekten, yeşil mercimeğe, kuru fasulyeden bezelyeye kadar bir çok ürünü Kanada, Meksika, ABD, Arjantin, Almanya, Hindistan, Rusya gibi farklı ülkelerden dolar ve euro ile ithal ediyoruz.

Haliyle Türkiye'de tarımsal girdilerde dışa bağımlılık oranının çok yüksek olması üreticilerin döviz fiyatlarındaki dalgalanmalardan doğrudan etkilenmesine daha da açık bir ifadeyle zarar görmesine yol açıyor.

Doların yükselmesinden olumsuz etkilenen çiftçi, özellikle mazot, gübre, yem ve ilaç gibi ithal girdilerdeki artış yüzünden daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Ama kurdaki yükseliş çiftçinin almış olduğu yıllık desteklemeleri de kendi içinde eritiyor.

Kısacası tarımda zaten büyük bir sorun olarak karşımızda duran ve kronikleşen yüksek girdi maliyetleri kurdaki artışla birlikte bir kat daha artıyor dersek yanlış olmaz.

Tarım sektörünün kur dalgalanmaları sadece ithalat tarafı ile sınırlı değil. Bu hassasiyetin ihracat, ticaret ve finansman tarafında da yansımaları oluyor.

Tarım sektörü, sadece ülke nüfusunun gıda ihtiyacını karşılamıyor, aynı zamanda farklı sektörlere hammadde sağlaması ve girdi tedariğiaçısından da kritik önemde. En basitinden dövizle gerçekleşen pamuk ithalatının tekstil sektörüne yansıması da maliyetlerin artışı yönünde oluyor. Benzer etkiler ilaç, kimya gibi farklı sektörlerde de yaşanıyor.

Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak dolar kurundaki artıştan en fazla mağdur olan kesim üreticiler oluyor ama tek mağdur onlar değil.

Tarımdaki kur etkisi üreticiler kadar tüketicileri de yakından ilgilendiriyor çünkü girdilerdeki fiyat artışları, yüksek aracı kârlarıyla birleşince tüketiciye de katlanarak yansıyor.

Kurdaki güçlü seyir bu şekilde sürerse enflasyonist baskılarda gıda etkisi önümüzdeki aylarda daha sık konuşulur hale gelebilir.

Peki ithalat, üretim ve tüketim tarafında tablo böyleyken ihracat tarafında yüksek kurun bize olumlu bir etkisi olmaz mı?

Normal şartlarda olabilir ama ihracat tarafında da çok iç açıcı bir tablo yok. Çünkü ihracat pazarlarımızda halen sıkıntılar sürüyor.

Rusya pazarında 21 ürüne uygulanan ambargoların bir kısmı kalkmış olsa da (portakal, mandalina, kayısı, şeftali ve erik olmak üzere 5 üründe ithalat yasağı kaldırıldı) geri kalan 16 üründe hâlâ sıkıntı yaşanıyor.

Jeopolitik etkenlerle birlikte Ortadoğu pazarında da sorunlar sürüyor ve başta Irak olmak üzere o tarafa yapılan ihracat rakamlarında ciddi düşüşler yaşıyoruz.

İthalattan yediğimiz golü ihracat tarafında maalesef artışla kapatamıyoruz.

Mesela kanatlı sektörü...

Kanatlı eti ve ürünlerinde Ocak-Eylül döneminde ihracat yüzde 26 gerileyerek 343
milyon dolardan 254 milyon dolara geriledi.

Tarımda ithalat ve kur etkisi sadece yukarıda bahsettiğimiz alanlarla sınırlı değil ama biz öne çıkanlardan bazı somut örnekler vermek istedik.

Özetin özeti, ithalata bağımlılığımız sürdükçe tarımda kur riski maliyetlerde artış, zam ve rekabetçi avantajımza darbe olarak karşımıza sık sık çıkacaktır.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com