Tarımda ithalata yol açan 8 kronik sorun
Deyim yerindeyse hayvancılık açısından tam bir ithalat yılı yaşıyoruz.
Özellikle canlı hayvan ve karkas et tarafında aralıksız süren ithalata lop et ithalatı da eklenince üretici bundan sonrası için ne yapacağını bilemez hale geldi.
Tarımda kronik hale gelmiş sorunlar kısa vadeli ve günübirlik yaklaşımlarla çözülmeye çalışıldığı sürece ithalatın gündemden düşmesi zor.
Çünkü mevcut sorunlar üreticilerin belini öyle bükmüş durumda ki konunun 'idare edilebilir' ya da 'geçiştirilebilir' bir yanı kalmadı.
İthalat sarmalında her geçen gün belirsizliğin daha da arttığı, çiftçinin üretimden soğuduğu ve hatta çıktığı bir tablo var karşımızda.
Bunun temel nedenlerini daha önce de sıklıkla dile getirmiştik.
Ancak ısrarla sorunları kökünden çözecek orta ve uzun vadeli politikalar bir yana, ithalat kolaycılığına başvurulduğu için biz de kronik sorunların altını maddeler halinde yeniden ve ısrarla çizelim istedik.
1- Üretim planlaması yok
Arz ve talep dengesini gözetecek ve dolayısıyla fiyatlarda istikrar sağlayabilecek temel unsur planlama. Ama biz tarımda planlamayı başarabilmiş değiliz. Türkiye'nin nüfusu, ekonomik alım gücü, ihracat potansiyeli gibi bir çok parametreye bağlı olarak hem hayvancılık hem de bitkisel üretim tarafında orta ve uzun vadeli plana ihtiyaç var. Tarımda gelecek 20-30 yılın sağlıklı bir şekilde yönetimi bugünden oluşturulacak sağlıklı projeksiyonlarla mümkün. Ama şu an herkes ezbere üretim yapıyor. Planlamanın olmadığı bir üretim modelinden ne üretici ne de tüketici memnun kalıyor.
2- Girdi maliyetleri ve kur riski çok yüksek
Mazottan, gübreye, tohumdan ilaca kadar bir çok girdinin çok önemli bir kısmı ithal. Kur riski her daim kenarda bekliyor. Bu riskleri bertaraf etmeye yönelik şuana kadar alınmış bir önlem ya da atılmış bir adım yok. Maliyetlerin sağlıklı şekilde yönetilemediği bir ortamda üreticinin rekabetçi olmasını beklemek hayal. Bu ortamda rekabetçilik bir yana üretici mağdur oluyor. Çiftçi için tarımsal üretim kârlı ve cazip olmaktan çıkıyor.
3- Dağınık yapıdaki üreticinin pazara erişim sorunu var
Çiftçinin sorunu sadece üretim bazlı değil. Ürünlerin sonraki aşamalarında söz sahibi olamadığı için fiyat konusunda da etkisiz durumda. Ne ürünlerin maliyetini kontrol etme ne de satışı noktasında fiyat belirleme şansı yok. Fiyat oluşumunu, organize olamayan üreticinin karşısındaki monopol ya da oligopol yapıya müsait durumdaki sektörün diğer paydaşları yönetiyor. Üreticinin üretimden pazarlamaya kadar bir çok aşamada karşılaştığı risklere karşı elinde hiçbir enstrüman yok.
4- Serbest piyasa kuralları işlemiyor
Bir çok tarım ve gıda ürünü açısından serbest piyasa koşullarının sağlıklı ve adil şekilde işlediğini söylemek zor. En somut örneği fındık fiyatlarında görüyoruz. Maliyetinin altında satış yapmak zorunda bırakılan üretici için bu iş sürdürebilir ve cazip olmaktan çıkıyor. Hayvancılık tarafında da durum farklı değil. Mesela Ulusal Süt Konseyi'nin belirlediği referans çiğ süt fiyatı ile çiftçinin satış fiyatı arasında ciddi bir fark var. Kısacası üretici sahipsiz ve adeta kaderine terk edilmiş durumda. Üretim yapanın mağdur edildiği bir yapı kemikleşmiş durumda. Serbest piyasa ekonomisi adı altında bir boşluk söz konusu.
5- Regülasyonlar yeterli değil
Spekülasyonlara açık olan tarım ve gıda sektörü manipülasyona da müsait durumda. Bunun önüne geçebilmenin yolu gerekli altyapı ve düzenlemelerden geçiyor. Makro ve mikro tarım politikalarının eksikliği giderilmediği sürece bu riskleri bertaraf etmek zor. Burada görev regülatör misyonuna sahip kamu kurumlarına düşüyor. Bugün adı daha çok ithalatla gündeme gelen Et ve Süt Kurumu (ESK), Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) gibi kurumlar çok daha etkin ve işlevsel olabilir.
6- Üreticilerin görüşleri alınmıyor
Farklı illerde üretici ve temsilcilerle biraraya geldiğimizde benzer serzenişlerle karşılaşıyoruz. Tarım politikaları belirlenirken üreticilerin görüşünün alınmadığından şikayet eden çiftçiler, sahadaki gerçeklerden uzak kararların masa başında alınmasını istemiyor. Kendilerini doğrudan etkileyen kararlar müzakere edilirken fikirlerini beyan etmek istiyorlar. Sektörde “ortak akıl” ile hareket etme eksikliği var.
7- Katma değer ve markalı üretim gündemde yok
Kronik sorunlardan kafamızı kaldırıp bir sonraki adımı hesap edecek gücümüz kalmamış. Bir çok sorunun çözümüne katkı sağlayacak katma değerli ve markalı üretim konusunu gündeme alamıyoruz. Bunu yapabilmek için de ortak hareket etme ve birlikte iş yapma kültürünün geliştirilmesi gerekiyor. Bazı kooperatifler örnek model niteliğinde bunu başarabilmiş durumda ama sayıları iki elin parmağını geçmeyecek kadar az. Çiftçinin sadece üretime odaklanıp sonraki safhalara müdahil olmadığı bir model ile kronik sorunları çözmek ve sürdürülebilir şekilde büyümek zor.
8- STK'lar yeteri kadar etkin değil
Türkiye'de maalesef çok sayıda işlevsiz birlik, dernekler var. Tarım sektöründe faaliyet gösteren STK'ların önemli bir kısmı misyonunu hakkıyla yerine getiremiyor. İşini doğru yapan STK'lar yok değil ama çoğunluğu üreticilerin haklarını savunamıyor. Her konu ile ilgili basın bülteni yayımlayarak çiftçinin hakları maalesef korunmuyor.
Bu maddeleri çoğaltmak mümkün...
Tüm bunlar defalarca yazıldı ve çizildi.
Üzerinde çok tartışıldı ve birçok konuda hemfikir olundu ama iş uygulamaya gelince bir arpa boyu yol katedilmedi.
Türkiye'de tarım piyasalarının istikrarsız olmasından nemalanan ve sistemin bu şekilde sürmesini isteyen bir kesim olduğu inancı artıyor.
Reçete ortadayken hala yanlışlarda ısrar edilmesi bu inancı kuvvetlendiriyor.
2008-2010 arasına ve sonrasındaki sürece bakarsak hayvancılık krizinden ders çıkaramadığımız açık.
Eğer gerekli dersleri alsaydık bugün yine benzer senaryo ortaya çıkmazdı.
İrfan Donat
Bloomberg HT Tarım Editörü
idonat@bloomberght.com