Yaklaşık 3 haftalık aradan sonra yeniden birlikteyiz çok şükür.

Biz de koronavirüs salgınından nasibini alan kesimin içinde yer aldık.

Ateşimizin 39’lara çıktığı, öksürük nöbetlerinin arttığı bir süreçte 1 hafta boyunca hastanede tedavi görerek virüsü defettik sonunda.

Ama öncesi ve sonrasıyla 3 hafta oldukça zor geçti.

Şimdi karantina süremizi doldurmak üzere evden çıkmıyoruz.

Nisan başından bu yana gündemden koptuk ama zaten koronavirüs salgını ve etkileri gündemin ana konusu olmaya devam ediyor.

Bu ortamda tarım ve gıda sektörü daha sık konuşulur ve tartışılır oldu.

Yerli üretimin ne kadar kıymetli olduğu, kendi kendine yeterliliğin ne kadar önem arz ettiği bu dönemde yeniden fark edildi.

Ama genelde hastalanınca sağlığın kıymetini hatırlayıp, iyileşince unutmak misali bu “fark ediliş” ve “hatırlama”nın dönemsel olmaması lazım. 

Tarıma ilgi ve desteğin sadece zor ve kritik dönemlerde değil her daim olması artık şart.

Gelelim başlıktaki meseleye.

Ramazan ayına girerken klasik tartışma ve merak konusu tabiki gıda fiyatlarının seyri

Ancak bu yıl ekstrem bir dönemden geçiyoruz.

Gıda fiyatlarında Ramazan ayı etkisinden önce koronavirüs etkisini Mart ayı içinde yaşadık.

Belirli ürünlerde yüzde 250’lere varan suni talep artışları, fiyat tarafında da spekülasyon ve hatta manipülasyonlara sebep oldu.

Şimdi merak edilen soru, bundan sonraki dönemde tarım ve gıda tarafında arz-talep-fiyat dengesinin nasıl seyredeceği yönünde.

Un, makarna, bulgur ve bakliyat gibi temel gıda ürünlerine baktığımızda sektör temsilcileri söz konusu ürünlerde yakın dönemde  herhangi bir fiyat artışı yaşanmayacağını açıkladı. Ancak bu açıklama, fiyatlardaki oynaklığı baskılamak adına tek başına yeterli mi?

Burada, tedarik zincirindeki tüm halkaların yakın gözetim ve denetimi fiyatların istikrarı açısından önemli.

Ramazan ayında en çok talep gören bir diğer gıda grubu da et ve et ürünleri.

Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkan Vekili Osman Yardımcı, Ramazan ayında kırmızı ete zam yapılmayacağını belirterek, "Kimse merak etmesin yeteri kadar et stokumuz da büyük ve küçükbaş hayvanımız da var. Her ramazanda kırmızı ete zam olacağı yönünde provokatif açıklamalar oluyor. Kimse itibar etmesin" dedi.

Açıklama güzel de tarımsal üretimin birçok alanında olduğu gibi hayvancılık tarafında da ithalata dayalı bir üretim modeline sahip olduğumuz aşikar. 

Yem hammaddesinin yüzde 50’sinin ithal edildiği, dolar ve euro bazlı girdilere karşın TL ile satışın yapıldığı ve döviz kurlarında yeni zirvelerin test edildiği bir ortamda et ve et ürünleri ile süt ve süt ürünlerinde fiyat istikrarından bahsedilmek ne kadar mümkün?

Ramazan ayını bir şekilde atlatsak dahi arz ve talep dengesinin tamamen bozulduğu böyle bir ekstrem süreçte stabil bir fiyat öngörüsünde bulunabilmek ne kadar gerçekçi?

Öte yandan tüketici davranışlarının değiştiği bir döneme girdik. 

Otel, restoran ve diğer toplu tüketim alanları kapalı. Buradaki talebin bir kısmı hane tüketimine kaydı ama sonuç itibariyle talepte ciddi bir dengesizlik oluştu. Bu da arz tarafını yaş meyve sebze dahil bazı ürünlerde olumsuz etkileyebilir.

O yüzden Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli üreticilere sık sık “Siz ekmeye, biçmeye alın teri dökmeye devam edin. Siz üretin, ürününüz tarlada, serada; etiniz, sütünüz elinizde kalmayacak. Gerekirse devlet olarak biz alacağız” diyor ama çiftçiyi ikna etmek ve üretimin devamlılığını sağlamak adına bu söylemin biraz daha somutlaştırılması ve nasıl bir alım politikasının izleneceğinin netleştirilmesi ve garanti edilmesi gerekiyor.

Ramazan ayı, tüm Türkiye’de toplam gıda alışverişinin yüzde 20-25’inin gerçekleştiği bir dönem. Dolayısıyla bu dönemde her ne kadar gıda fiyatlarının artmayacağı açıklansa da bir sonraki ay enflasyon rakamları açıklandığında genelde gıda enflasyonunda Ramazan ayı etkisi net şekilde gözlenir.

Tarım Bakanlığı da bu durumun farkında olduğu için arz ve talep dengesine göre bu yıl 50 kadar ürünün yakından takip edileceğini açıkladı.

Bakan Pakdemirli, bu konuda Ticaret, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının koordineli şekilde çalıştıklarını belirtirken, açıklamasının bir bölümünde de “Gerekirse ithalat yapabiliriz” şeklinde bir cümle kurdu.

Çiftçinin üretim motivasyonunu artırmaya yönelik söylemlerin yanında bu açıklamanın “riskli” olduğunu düşünüyoruz. 

Her ne kadar niyet olarak aslında “fırsatçılara göz açtırılmayacağı” mesajı verilmek istense de kırsalda üretimin kırılgan olduğu, çiftçinin ürünlerini değerinde satmak konusunda kaygı yaşadığı bir süreçte ithalat söylemi yarardan çok zarar verebilir. 

Zira üretici, hasat dönemi ve ürününü satışa çıkaracağı süreçte ithalat kapılarının açılma riskiyle ürününün elde kalması, dolayısıyla zarar etme endişesi yaşıyor. 

O yüzden bu dönemde sarf edilen her cümle kırsaldaki üretimin seyri açısından oldukça önemli.

Lafı fazla uzatmadan toparlayalım…

Genel manada gıda fiyatlarının seyri ile yerli üretim ve kendine kendine yeterlilik arasında bir korelasyondan bahsetmek mümkün.

Öte yandan ithal girdiler minimum seviyelere çekilebilirse tarım ve gıda ürünlerinde fiyat hareketlerini izleyebilmek ve kontrol edebilmek kısmen daha olası. 

Ama ithalata dayalı bir üretim modeli ve ithal ürün tedarikleriyle fiyat artışları, dolayısıyla gıda enflasyonu kaçınılmaz. 

Özetin özeti, tükettiğimizi üretemediğimiz sürece gıda enflasyonunu gündemimizden çıkarmamız zor. 

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com 

Advertisement