Advertisement

Öncelikle kendimizi hiç üzmeyelim. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) açısından, 2011 yılı sonu için yüzde 5,5’lik bir enflasyon hedefi ortaya konmuşken, yıl sonunda enflasyonun yüzde 10,45’i bulması hayli can sıkıcı bir gelişme oldu. ‘Enflasyon Hedeflemesi’ne geçmiş hiçbir Merkez Bankası bu tabloya kayıtsız kalmaz, hafife almaz, keyfi kaçar.

Çünkü, bağımsızlığı ve temel görevi 5 Kasım 2001 tarihinde yürürlüğe girmiş yeni yasasıyla uluslararası saygınlıkta tanımlanmış Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, öyle olmadığı halde, öyle olmadığını bilmemize rağmen, enflasyonu ihmal ediyormuş gibi gözükmesi dahi, bir itibar kırılganlaşmasıdır.

Bu nedenle, temel görevi olan ‘Fiyat İstikrarı’ konusunda, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın ne derece kararlı olduğunu teyit etmesi bir öncelik arz etmekte. Bu nedenle, ‘finansal istikrar riski’ne yönelik ek görev ve hassasiyete rağmen, şu anda Merkez Bankası ağırlığı ‘temel görev’e yoğunlaştırmış durumda. Bunun anlamı, en hızlı şekilde yıllıklandırılmış manşet enflasyonun tek haneye döndürülmesi olarak gözüküyor.

2011 yılının mart ayında aylık bazda yüzde 0,42, mayısta yüzde 0,87 artmış olan Tüketici Fiyatları Endeksi’nde, içinde bulunduğumuz mart ve önümüzdeki nisan ayının aylık artış oranları, yani enflasyon oranları eğer geçen yılki aylık artış oranlarının altında kalırsa, örneğin içinde bulunduğumuz mart ayında yüzde 0, yani hiç fiyat değişikliği olmaz ise, önce yüzde 10’a, ardından nisan ayında da tek haneli orana dönecek.

Ancak, Merkez Bankası’nın ve uluslararası kuruluşların senaryolarında ortalama 105 ile 110 dolar arasında seyreden petrol fiyatlarının 120-125 dolar düzeyinde dalgalandığı dikkate alındığında, ağır kış şartlarının sebep olduğu gıda fiyat artışları ve enerji fiyat artışlarıyla birlikte mart ve nisan ayı aylık enflasyon verileri beklendiği kadar düşük kalmazsa, bu durumda, yıllıklandırılmış manşet enflasyonun yüzde 10’un altına düşmesi mayıs ayına ertelenecek. Çünkü, geçtiğimiz yılın mayıs ayında aylık enflasyon yüzde 2,2 olarak gerçekleşmiş ve yıllık enflasyon bir anda neredeyse 3 puana yakın sıçrama ile yüzde 7,2’ye fırlamıştı.

Geçtiğimiz yaz dönemi kırılma noktası mı?

Geçtiğimiz yıl haziran ve temmuz aylarında, aylık enflasyon oranları sakinleşse de, Merkez Bankası’nın Rezerv Para miktarını ağustos sonunda 134 milyar TL, en büyük TL yaratma kabiliyeti olan Merkez Bankası Parası’nı da 75 milyar düzeyine getirmesi, kimi gerekçelerle Merkez Bankası’nın 2011 sonbaharı için önemli bir enflasyon riski algılamadığını gösteriyor. Keza, temmuz ayında para politikası temel faiz oranını da 0,50 puan aşağı çeken Merkez Bankası’nın bu adımıyla da, 2011 sonbaharı için bir enflasyon riski algılamadığı anlaşılmakta.

Enflasyon riskine yönelik bu olumlu beklentinin arkasında, Merkez Bankası’nın ekonomik araştırmalar biriminin 2011 Haziran ayından itibaren öne çıkardığı ‘Çıktı Açığı Analizi’nin bir etkisi olmuş mudur, bunu da vurgulamak gerekir. Öncelikle, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Oral Erdoğan’ın konuşmalarında ve yazılarında aynı dönemde, Merkez Bankası’nın ‘Çıktı Açığı’ analizine pek çok defa atıfta bulunduğunu hatırlatalım. Çıktı Açığı kavramı, Türkiye’nin potansiyel büyüme performansı ile, geçerli olan büyüme, mal ve hizmet katma değer üretim performansı arasında bir fark, bir açık, bir makasın varlığına işaret ediyor.

“Çıktı Açığı’ Analizi’nde kurgu hatası mı yapıldı

Yani, Türk ekonomisinin büyüme potansiyeli açısından hala gidebilecek yeri olduğu, ekonominin yeterince ısınmamış olduğu, bu nedenle özel kesim, yani hane halkı için tüketim harcamalarının, özel sektör açısından ise yatırım harcamalarının cesaretlendirilebileceği bir doldurulabilecek alan gözüküyor. Bu nedenle, Merkez Bankası açısından kısmen desteklenebilecek bir ekonomik aktivite alanı anlamına gelebilecek bir analiz üzerinde duruluyor. Bu tür bir analizin doğal sonucu olarak, Merkez Bankası hem politika faizini temmuz ayında aşağı çekiyor, Rezerv Para 122 milyar TL’den 134 milyar TL’ye çıkıyor, haziran-ağustos döneminde, 3 aylık ortalama olarak MB Parası da 76 milyar TL düzeyinde seyrediyor.

Ağustos-Aralık döneminde, eylül hariç, aylık enflasyon değerleri, 2010 yılının aynı aylarındaki aylık enflasyon değerlerinin bir hayli üstüne çıkıyor ve haziran ayında yüzde 6,24 olan yıllıklandırılmış manşet enflasyon aralık ayı sonunda 10,45’i, bu yılın, yani 2012’nin ilk ayında ise yüzde 10,61’i buluyor. Eğer, Çıktı Açığı Analizi olmasa, Türk ekonomisinin çarklarının yeterince ısınmadığına dair kanı oluşmasa, Merkez Bankası haziran ayından itibaren temel para politikası faiz oranını yüzde 6,5’de tutmayı sürdürse, Merkez Bankası Parası’nı hızla daraltmaya başlasa, Türkiye 2011 yılı sonunda iki haneli enflasyon moralsizliği yaşamayabilirdi.

Piyasada nakit sıkıntısıyla, reel sektör keyifsiz

Enflasyonda hesapların karışmasının kendi krebilitesi açısından sıkıntıya sebep olacağını gayet iyi bilen Merkez Bankası, TL borç verme-borç alma faiz oranları arasındaki faiz koridorunu ‘sağlam’ açarak, bu arada da Merkez Bankası Parası’nı önce geçtiğimiz kasım ayı sonuna kadar 15 milyar TL, ardından bu yılın, yani 2012 yılının ocak ayı sonuna kadar bir 15 milyar TL daha kısarak, yıllıklandırılmış manşet enflasyonu, en geç mart veya nisan ayı sonuna kadar tek haneye düşürmek istediğini hissettirdi.

Hal böyle olunca, piyasadan çekilen 30 milyar TL, doğal olarak, bu verileri ve gelişmeleri aynı ölçüde yakından izleyemeyen reel sektörün neşesini kaçırmış durumda. En büyüğünden en küçüğüne, konuştuğumuz firmalar aralık ayından bu yana nakit para sıkıntısını ciddi olarak hissettiklerini ve firmalar arasında para transferi olarak bir keyifsizliğin varlığını işaret ediyorlar. Bu durumda, döviz cinsinden varlığı olan firmalar, TL bulmak için döviz bozdurunca, haliyle dolar kurunun bir ara 1,74 TL düzeyine kadar gevşemesi şaşırtıcı olmamalı. Ayrıca, şubat ayında, 2012 yılının ilk ayının aksine, bir miktar yurt dışından döviz girişi gerçekleştiği ve 27 Ocak ile 2 Mart arası Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin 2,9 milyar dolar artmış olduğu atlanmamalı.

Sepet kur 2,10 ile 2,20 TL arasında denge arayışında

İşte bu noktada kritik konu, finansal istikrar, yani cari açık riski açısından 2,10 TL’nin altını, enflasyon riski açısından da 2,20 TL’nin üstünü görmemesi gereken sepet kur nasıl dengelenecek? Dolar kuru 1,78-1,82 TL’ye oturacak mı? Merkez Bankası’nın sepet kurun (0,5 dolar+0,5 euro) bir ara 2,03 TL, dolar kurunun 1,74 TL düzeyine kadar gerilemesine tepkisiz kalması, sadece döviz satım ihalelerini durdurması şaşırtıcı olmamalı. Çünkü, TL değerlendikçe, Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesinin teknik olarak kolaylaştığı herkesin malumu.

Ancak, sepet kur uzunca bir süre 2,10 TL’nin altında kalır ve ihracat kısmen olumsuz yönde etkilenirken, ithalat cephesi yeniden hareketlenir ise, bunca çaba ve kısmen bedel ödenerek, ekim ayında 12 aylık kümülatifte 78,6 milyar doları dahi geçmiş cari açığı, aralık ayında ve 2012’in ilk ayında ancak 77,1 milyar dolar düzeyine çekmişken, kısa sürede yeniden kümülatif cari açığın 78,6 milyar dolara yükseldiğini görebiliriz. Bu nedenle, Ekonomi Yönetimi’nin ‘Yumuşak İniş’ senaryosu ve enflasyon ile cari açığın birlikte ‘soğutulduğu’ bir modelde, Merkez Bankamızın çok hassas bir ‘ince ayar’ metodolojisi izlemesi gerekecek.

Yüzde 4 büyüme hedefinden sapmamak adına, faiz koridoru kısmen daralttırılırken, enflasyon ve cari açık yeniden ‘ısınma’ya başlarsa, Merkez Bankası için hayli zorlu bir 2012 etabı geçirilebilir.