Global piyasalarda düzeltme eğilimi ve tedirginliğin hâkim olduğu bugünlerde özellikle Avrupa’da devam eden büyüme kırılganlığına karşı yüksek petrol fiyatlarının enflasyon riskini arttırmış olması da etkili diyebiliriz. Aslında daha basit bir ifade ile Amerikan ekonomisindeki olumlu büyüme verilerinin (her ne kadar son istihdam verisi şüphe yaratsa da) Fed politikasına dair beklentileri etkilemesi bir süredir yaşanan düzeltme hareketinde belirleyici oldu.

Risk iştahında yaşanan bu göreli bozulma gelişmekte olan ülkelere sermaye akımlarının oynaklığını bir kez daha teyit ederken, yurtiçinde de Merkez Bankası (MB) hem yüksek petrol fiyatlarının enflasyon beklentileri üzerinde yarattığı riski hem de TL’nin değerini gözeterek Mart ayında geçici ek bir sıkılaştırma yaptı. Mevcut faiz koridoru içinde gerektiğinde güçlü olmak üzere sıkı para politikasının devam edeceği de vurgulanmaya devam ediyor. MB Ocak ayında yayımladığı Enflasyon Raporu’nda petrol varsayımını 2012 için US$110, 2013 için US$115 olarak almıştı. Her ne kadar MB Başkanı Türkiye’de enerji fiyatlarında yüksek maktu verginin hızlı hareketleri yumuşatacağını vurgulasa da, MB’nin bu ayki Enflasyon Raporu’nda %6.5 düzeyindeki 2012 enflasyon öngörüsünü yukarı çekmesi kaçınılmaz görünüyor. Enflasyon görünümünde her ne kadar çekirdek göstergelerdeki iyileşme sürüyor olsa da beklenenden çok daha iyi bir görünüm olmadığı dikkate alınırsa MB’nin yakın dönemde para politikasında esnekliğinin fazla olmadığını düşünebiliriz. Ote yandan reel ekonomik aktiviteye dair yumuşak iniş senaryosunun gerçekleşmekte olduğunu teyit eden veriler almaya devam ediyoruz. Bu da her ne kadar yüksek petrol fiyatlarını yarattığı kaygılar devam etse de, enerji hariç dış dengede iyileşmenin Şubat ayında güçlenmesini destekledi. Aylık enerji hariç dış ticaret açığı US$ 2 milyar ile Şubat 2010’dan bu yana görülen en düşük değere geriledi. 2011 yılında cari açığın GSYH’ye oranı %3.6 puan artışla %10’a ulaşırken, söz konusu 3.6 puanın yaklaşık 2.7 puanı güçlü iç talebe bağlı olarak enerji dışı cari açıktaki artıştan geldi. İç talepteki yavaşlamanın 2011’in son çeyreğinde belirginleşmesi ise söz konusu ivmeyi tersine çevirdi. Dolayısıyla 2012 yılı enerji hariç cari açığın hızla gerilediği ve yıl sonunda GSYH oranının %1.4 ile 2007-2008 düzeylerine yaklaştığı bir yıl olabilir. Ancak geçtiğimiz ay da belirttiğimiz üzere cari açığın yapısal bir sorun olması ve genel açık düzeyinin pozitif büyüme dönemlerinde GSYH’nin %7-%8 aralığında kalma olasılığının güçlü olması 2012’de yapısal reformlarda atılan adımları zamanlama açısından biraz daha önemli kılıyor. Nitekim Nisan başında üretimde ithalat bağımlılığını azaltmayı, ihracatta orta ve yüksek teknolojili ürün yapısına geçmeyi amaçlayan, bölgesel kalkınmayı daha etkin ve dinamik bir yapıda gözeten yeni yatırım tevşik sisteminin orta uzun vadede sürdürülebilir büyüme açısından önemli katkıları olabilir. Ancak teşviklerin etkinliğini ölçmek zor bir süreçtir ve söz konusu sürecin diğer yapısal reformlarla desteklenerek tüm makro ekonomik riskleri bertaraf edecek, verimliliği arttıracak şekilde güçlendirilmesi kısa vadeli kırılganlıklara karşı bile çok olumlu bir algılanacaktır. Nitekim halen Türkiye’nin kredi notı görünümünü pozitifte tutan iki kredi derecelendirme kuruluşundan biri olan S&P’nin 26 Mart tarihli değerlendirmesinde ülkenin kaynaklarını hızlı bir şekilde ihracat odaklı büyümeye yönlendirme esnekliği göstermesi halinde not artırımı olabileceğini belirtmesi ve sosyal güvenlik reformlarının güçlendirilmesine dikkat çekmesi tesadüf değil.

Dolayısıyla 2012 yapısal reformlarda güçlü adımların atıldığı bir yıl olması halinde büyüme beklentilerinin iyileşmeye devam ettiğini görebiliriz. Yakın dönemde ise istikrarı ekonomideki yavaşlama ile teyit edeceğiz. 

Advertisement