Advertisement
HABERLER ABONE OL

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Hesabı veren siyasettir, kararı veren de siyaset olmalıdır” diyerek Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bağımsızlığının tartışmaya açılması çağrısı yaptı.

Partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli, hükümetin ekonomi politikasının doğru olduğunu söyledi. Bahçeli "Türkiye faiz kamburundan kurtulmalıdır" ifadelerini kullandı.

Bahçeli ekonomiyle ilgili şu sözleri kullandı:

Ekonomi vasıtasıyla Türkiye’ye saldıranlara; dahası insanlarımızı faiz, kur, enflasyon sarmalına hapsetmek için uğraşanlara fırsat vermemek, müsaade etmemek kalbi vatan ve millet sevgisiyle çarpan herkesin ortak sorumluluğudur.

Enflasyon, mal piyasasında talep ve arz koşullarının belirlediği, toplumun yaşam maliyetini gösteren makroekonomik bir büyüklüktür.

Şu anda küresel enflasyon hızlı tırmanış halindedir.

Bu canavar temelde iki kaynaktan beslenmektedir, bunlar: Mal ve hizmet arzının toplam talep artışına cevap verememesi durumunda ortaya çıkan talep-yönlü enflasyon; diğeri de üretim maliyetlerinin artmasının beraberinde getirdiği arz-yönlü enflasyondur.

Enflasyon ile mücadele politikalarının geliştirilmesi ve bunların başarıya ulaşması, enflasyonun kaynağının doğru tespit edilmesi ile yakından ilişkilidir.

Fiyat istikrarının sağlanmasına ilişkin hâkim görüş, para politikasını öne çıkarmakta ve merkez bankalarını fiyat istikrarından sorumlu kurum olarak tanımlamaktadır.

1990’lı yılların başından itibaren fiyat istikrarı politikalarında izlenen strateji enflasyon hedeflemesidir.

Bu çerçevede enflasyon ile mücadele için çözüm önerisi oldukça açıktır: Kısa vadeli faiz oranını, enflasyon oranındaki artış ve azalış kadar artırmak ve azaltmak, böylece reel faiz oranını sabit tutmaktır.


Enflasyon hedeflemesi, enflasyon ile mücadeleye özünde, talep yönünden yaklaşmakta ve faiz oranlarındaki yükselişlerin toplam talebi azaltacağı, böylece fiyat artış hızının yavaşlayacağını öngörmektedir.

Ne var ki, enflasyon mal piyasasında oluştuğu için yüksek enflasyonu aslında, mal piyasası aksaklıklarının ortaya çıkardığı bir sorun olarak tanımlamak en doğrusudur.

Mal piyasasında gözlemlenen aksaklıklar da bir ülkenin üretim yapısının sonucudur.

Türkiye gibi birçok yükselen piyasa ekonomisinin üretim yapısının temelinde yatan ana sorun; üretimde kullanılan hammadde ve girdiyle birlikte makine, teçhizat ve enerjide ithal bağımlılıktır.

Buna, mal ve hizmet sektörlerinin dış ticaret açığı da eklenince, döviz kuru değişimlerine duyarlı bir üretim yapısı karşımıza çıkmaktadır.

Maruz kaldığımız sorun da buradadır.

Esnek kur sisteminde Döviz kurunun değeri piyasa şartlarında belirlenmektedir.

Teorik olarak, uluslararası piyasalara kıyasla yüksek yurtiçi enflasyonun uzun vadede milli paranın değer kaybına; yüksek yurtiçi faizin kısa vadede milli paranın değer kazancına yol açması doğal olarak beklenmektedir.

Uzun vadede enflasyon ve kısa vadede faiz kanalından etkilenen döviz kurunun ne yönde hareket ettiği sorusunun sağlıklı bir analizi mühim bir ihtiyaçtır.

Türkiye’nin mal, para ve döviz kuru piyasalarındaki tecrübesi bize göstermiştir ki, döviz kurunun belirlenmesinde enflasyonun kuru yükseltici etkisi faizin kuru düşürücü etkisinden çok daha baskındır.

"Türkiye bir karar vermek durumundadır"

Bundan dolayı yüksek enflasyon-faiz-kur açmazı devamlı karşımıza çıkmaktadır.

Önemle belirtmek isterim ki, Türkiye’nin üretim ve dış ticaret yapısı, enflasyon ile mücadeleye yalnızca talep cephesinden değil, aynı zamanda arz zaviyesinden de yaklaşmayı gerektirmektedir.

Enflasyonun kaynağında talep yönlü pozitif şoklara arz yönlü negatif şokların eşlik ettiği bir durumda yüksek faiz politikası uygulamak, Avrupa Merkez Bankası Başkanı’nın deyimiyle “daha sıkı para politikası, sadece ekonomi üzerindeki daraltıcı etkiyi şiddetlendirirken”; bize göre de “yangına körükle gitmeye” benzemektedir.


Zira yüksek faiz, finansman maliyetlerini artırdığı için ekonomideki toparlanmayı arz yönünde engellemekle kalmamakta; yatırım kararlarının ertelenmesine yol açarak üretim kapasitesini de kısıtlamaktadır.

Bu da işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı demektir.

Türkiye bir karar vermek ve bunu uygulamak için de bir irade ortaya koymak durumuyla karşı karşıyadır.

Ya enflasyon artışına faizleri yükselterek tepki vermeye devam etmek suretiyle enflasyon-faiz-kur sarmalı içerisindeki döngüyü kabulleneceğiz; ya da tüm ekonomik birimlerin faaliyet ve beklentilerini bozan yüksek faiz politikasından kademeli bir şekilde vazgeçerek, enflasyonla mücadeleyi yeniden tanımlamak ve üretim kanalını esas alan bir politika anlayışına geçeceğiz.

Bize göre başka bir alternatif kalmamıştır.

Her iki politikanın da beraberinde getirdiği risk ve maliyetler olduğu malumlarınızdır.

Birincinin maliyeti zaten ödenmiş, maalesef ödenmeye de devam etmektedir.

İkincisi ise yapısal adımların atılmasını şart koşmaktadır.

İkinci seçenek olan yüksek faiz politikasından kademeli bir şekilde vazgeçmek, her şeyden önce üretim ve dış ticarette ithal bağımlılığını yapısal bir sorun olarak gündeme almayı ve bununla kıran kırana mücadeleyi işaret etmektedir.

İlk etapta hammadde-girdi, makine-teçhizat bağımlılığını azaltıcı yapısal adımların atılması kur yönünden gelen enflasyonist baskının kırılmasının temel taşı olacaktır.

Enflasyon ile mücadele arz yönlü yaklaşımın da içerisinde bulunduğu bir politika ile başarılacak ve Türkiye bir bedel ödeyecekse, bunu üretim yapısını değiştirmek ve geliştirmek için göze alacaktır.

Ekonomik güvenliğimiz için başkaca bir yol kalmamıştır.

"Merkez Bankası'nın bağımsızlığı tartışmaya açılmalıdır"

Ancak, yalnızca enflasyon ile mücadele değil, ekonominin tümü için çözülmesi gereken öncelikli konu, politika uygulamasındaki belirsizliğin ortadan kaldırılmasıdır.

Para politikası ve merkez bankasını baz alan, kamu maliyesinin rolünün ikinci planda tutulduğu ve enflasyon ile mücadeleyi yalnızca faize bağlayan politikanın çözüm üretmede yetersiz kaldığı deneyimlerimizle sabittir.

Kararlı ve istikrarlı para politikası uygulanması kadar, kaynakların etkin kullanımı önündeki engelleri tespit eden ve bunları çözecek olan bir kamu maliyesi yaklaşımına da ülke olarak ihtiyaç duyduğumuz göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.

Türkiye, faiz kamburundan kurtulmalıdır.

Faiz, uzun vadede üretim sistemine büyük hasarlar vermektedir.

Ülkemiz şu anda dünyada faiz oranın yüksekliği açısından ilk on ülkeden biri, Avrupa’nın da zirvesindedir.

Faiz geleceğimizden çalmaktadır.

Bize göre hükümetin izlediği ekonomi politikası doğrudur, bunun üzerinden polemik yaratmak, bittik, tükendik, yandık, mahvolduk demek felaket tellallığıdır, kötü niyetliliktir.

Türkiye ekonomisi için 1980-2020 dönemi verileriyle ulaşılan sonuca göre faiz oranı ve enflasyon arasında uzun dönemli bir ilişki bulunmuştur.

Geldiğimiz bu aşamada, yeni yönetim sistemi kapsamında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunu mutlak surette tartışmaya açmak hem demokrasinin hem de milli iradenin gereğidir.

IMF ve faiz lobisinin oyunlarıyla daha fazla mesafe alamayacağımız ortadadır.

Davul hükümetin boynundayken, tokmağın başkalarının elinde olması kabul edilemez bir çarpıklıktır.

Özerk ve bağımsız kurumlar milli iradenin üzerinde olamaz, olmamalıdır.

"Erken seçim falan yoktur"

Bahçeli konuşmasında erken seçim olmayacağını da sözlerine ekledi.

Bahçeli, "Tekraren söylüyorum, erken seçim falan yoktur, seçim 2023 yılının Haziran ayında yapılacaktır. İlle de seçim, hemen seçim, seçim de seçim diyenler bozgun siyasetinin taraftarlarıdır." diye konuştu.