Bloomberght
Bloomberg HT Haberler Erdoğan'dan Libya mesajı: Uymadıkları anda da gereğini yapacağız

Erdoğan'dan Libya mesajı: Uymadıkları anda da gereğini yapacağız

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Berlin dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulundu. Libya Konferansını değerlendiren Erdoğan, "Biz bu süreçte üzerimize düşenleri yapmış olduk. Şu an itibarıyla geldiğimiz noktayı değerlendirme fırsatını bulduk ve söylenmesi gereken neyse bunları da kendilerine söyledik. Ama özellikle yol boyunca ne kadar uyarlar uymazlar bunu göreceğiz. Uymadıkları anda da gereğini yapacağız" ifadelerini kullandı

Giriş: 20 Ocak 2020, Pazartesi 15:12
Güncelleme: 20 Ocak 2020, Pazartesi 16:02

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Berlin'de düzenlenen Libya Konferansı dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. Libya Konferansını değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Hafter’in şu ana kadar, ayrıldığımız zamana kadar metinlere imza atmaması manidardır. Hepsi sözdedir ve ben de kendilerine atalarımızın o sözü ile bir hatırlatmada bulundum; “söz uçar yazı kalır” dedim. Bunun imza ile teyit edilmesi gerekir dedik. Fakat tüm bunlara rağmen imza altına alınamadı. Olay tamamen sözlü olarak bütün katılımcıların şahit olması ile o şekilde kalmış oldu. İnşallah neticesi hayırlı olur" dedi.

Erdoğan, Libya ile yapılan mutabakata da değinirken, "Şu anda Libya ile bizim bu anlaşmamız tabi Türkiye ve Libya müşterek çalışacağız ama biz buraya üçüncü, dördüncü ülkeleri de yanımıza ortak olarak alabiliriz. Biz belki beşinci ülkeyi buraya ortak olarak alabiliriz. Bu konuda da Sarrac ile aslında düşünce birliğimiz var" diye konuştu.

İdlib'den Türkiye'ye sınırına gelenlere dikkat çeken Erdoğan, burada kış ayları da göz önünde bulundurularak barakalar yapılabileceğini açıkladı. Erdoğan, "Bunlar bize 30 kilometre falan yaklaştılar. Şimdi diyoruz ki bunlara briketten 20-25 metrekarelik baraka yapalım, üzerini brandalarla kapatalım. Hiç olmazsa bunların yaşam koşulları biraz daha konforlu hale gelsin. Bunları buralara yerleştirelim dedik. Şimdi Kızılay’ı, AFAD’ı bu konuda süratle seferber edeceğiz ve o bölgede bunları yapmaya başlayacağız" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçakta gazetecilere yaptığı açıklama ve gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

"Libya'da siyasi çözüm çabalarımızın bir parçası olarak Berlin'de düzenlenen Libya zirvesine katıldık. 55 maddelik zirve bildirgesini kabul ettik. Burada Birleşmiş Milletler çatısı altında bir yol haritası bulunuyor. Bizim Sayın Putin ile birlikte çağrısını yaptığımız ateşkese uyulması halinde siyasi sürecin de önü açılacaktır. Zirvede aldığımız kararlar çerçevesinde Sarrac ve Hafter tarafından 5’er kişinin katılacağı askeri komite önümüzdeki birkaç gün içinde toplanacak. Buradaki kilit nokta Hafter’in saldırgan tutumunu sonlandırmasıdır. Nisan’dan bu yana tüm anlaşmaları ihlal eden ve meşru hükümete saldıran özellikle Hafter taraftarlarıdır. Toplantıda bu konuyu açıkça dile getirdim. Tabi kimse itiraz edemedi.

Gerçek şu ki bizim Libya konusunda attığımız adımlar sürece bir denge getirdi ve ateşkes zemini oluştu. Hem sahada hem de masada pozisyonunuzu güçlü tutarak siyasi sürece destek olmaya devam edeceğiz. Libya'da Türkiye'nin mevcudiyeti barış umutlarını arttırmıştır. Biz Libya'da terörle mücadele kisvesi altında ne tür oyunların oynandığını da görüyoruz. Buna karşı meşru hükümetinin yanında durmaya devam edeceğiz.

Özellikle bugün alınan kararları takip edecek bir mekanizma kurulacak ve aylık toplantılar yapılacak. BM çatısı altında yapılacak olan bu toplantılarda Libya’nın siyasi, askeri ve ekonomik konuları ele alınacak. Bu toplantılara bizim arkadaşlarımız da katılacaktır.

Libya’nın yanı sıra bugün hem Sayın Putin ile görüşmemde hem de zirvede İdlib konusunu gündeme getirme fırsatını buldum. Bu arada Sarrac ile bir görüşmem oldu. Cezayir Cumhurbaşkanı Sayın Abdulmecid Tebbun ile de bir görüşme yaptık. Sayın Putin ile yaptığımız görüşmede de gerekli mesajları kendisiyle paylaştım. Sayın Putin’le gerek Moskova’daki gerekse ondan sonraki süreçte bunları çok açık net değerlendirme fırsatını bulduk. Bu sürece olan yaklaşımı bazı gerçekleri görmesini bakımından lehte oldu.

Ancak tabi Hafter’in şu ana kadar, ayrıldığımız zamana kadar metinlere imza atmaması manidardır. Hepsi sözdedir ve ben de kendilerine atalarımızın o sözü ile bir hatırlatmada bulundum; “söz uçar yazı kalır” dedim. Bunun imza ile teyit edilmesi gerekir dedik. Fakat tüm bunlara rağmen imza altına alınamadı. Olay tamamen sözlü olarak bütün katılımcıların şahit olması ile o şekilde kalmış oldu. İnşallah neticesi hayırlı olur."

ABD Başkan Yardımcısı geldi, uzun bir müzakere yaptınız. Rusya’ya gittiniz uzun bir müzakere yaptınız. Beyaz Saray’da da ciddi müzakereler oldu, sonuçları müspet oldu. Bu birden çok tarafı olan toplantı ve diğer müzakerelerden çok daha kısa sürdü. Dolayısıyla başarısız olma ihtimali olduğunu düşünüyor musunuz?

Biz bu süreçte üzerimize düşenleri yapmış olduk. Şu an itibarıyla geldiğimiz noktayı değerlendirme fırsatını bulduk ve söylenmesi gereken neyse bunları da kendilerine söyledik. Ama özellikle yol boyunca ne kadar uyarlar uymazlar bunu göreceğiz. Uymadıkları anda da gereğini yapacağız. Şu an itibarıyla bize “Niçin şunu yaptınız?” sorusunu pek soramıyorlar. En çok ve en ileri sordukları soru “Bundan sonra buraya siz askeri güç gönderecek misiniz?” Bizim de onlara verdiğimiz cevap şu oldu; “Biz buraya şu anda askeri güç göndermiyoruz. Biz sadece eğitmen olarak, eğitici olarak buraya bir kadro gönderdik o kadar. Bunlar da orada eğitim yaptılar. Ama öbür tarafta Wagner burada 2.500 güvenlik gücü ile var. Onları niçin masaya yatırmıyorsunuz?” Böyle söyleyince ona da bir şey diyemiyorlar. Kaldı ki sadece Wagner değil, mesela orada Sudan'dan 5.000 civarında asker var. Bunun yanında Çad’dan var, Nijer’den var. Malum Abu Dabi yönetimi nereden bulursa alıyor. Hakeza Mısır'da bu tür askeri güçler az değildir. Ama tüm bunların dışında üzerinde durulması gereken başka bir konu var. Savunma sistemleri noktasında, hava kuvvetleri vesaire, buralarda özellikle Rusların, Abu Dabi yönetiminin vermiş olduğu desteklerdir. Biz buradan kendilerine yüklenmek suretiyle “Bu konularda biz sizden hassasiyet bekliyoruz” dedik. Onlar da bu konularda bize “hayır” diyemediler ve başta Merkel olmak üzere bunu kabullendiler.

Bugün yaşananları özetlediniz fakat gerçekten bir ateşkes hayata geçirilebilirse Türkiye’nin bundan sonrası için beklentisi nedir? Hafter’in masadan kalktığını, kaçtığını görüyoruz, takip ediyoruz. Eğer ateşkes gerçekleşemezse bundan sonra herhangi bir revizyon olabilir mi Türkiye’nin politikasında? Bir de sizin batı basını için kaleme aldığınız makalede bir ifadeniz vardı Avrupa liderleriyle ilgili. “Daha az konuşup daha çok somut adım atmaları gerekli artık” demiştiniz. Bugün buna dair bir ışık gördük mü?

Bize verilen sözler eğer yerine gelirse, biz de bunlara karşı örneğin ateşkes hususunda kesinlikle Sarrac’ı hiçbir şeye zorlamayız. Ama biz Sarac’ı şöyle görüyoruz. Sarrac, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği bir liderdir. Hafter’in böyle bir özelliği yok. Bununla ilgili de özellikle Merkel hiçbir aksi bir ifade kullanmadı. Tablo böyle olunca, bizi oraya davet eden meşru bir hükümetin başı, diğeri ise gayrimeşru. Gayrimeşru bir kişinin davetine icabet edenler mi bizim için önem arz eder, yoksa meşru bir yönetimin davetine icabet eden mi? Biz meşru olanı yaptığımıza göre atılması gereken adımlar da yeri geldiği zaman rahatlıkla atılabilir ve bu konuda bizim önümüz açık. Kaldı ki biz burada önemli bir adım daha attık. Nedir o? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bununla ilgili yasal düzenleme yaparak bunu da geçirdik. Sayın Putin’e soruyorum, onlarda böyle bir şey söz konusu değil. Biz işin yasal sürecini de en ideal şekilde yapmışız ve adımlarımızı da buna göre atmışız. Dolayısıyla bu adımların neticesini de biz Libya’da göreceğiz. Libya halkının huzuru bizim için çok çok önemli.

Mesela bugün gerek Salame gerek Pompeo, petrol limanları ile ilgili aynen bizim düşüncemizi ortaya koydu. Petrol limanları ile ilgili konuyu onlar da gündeme getirdiler. Bu bizim ne kadar önemli bir yerde durduğumuzun bir defa ispatı. Hele hele Salame’nin bunu savunuyor olması bizim işimizi daha da kolaylaştırıyor. Çünkü ben konuşmamda petrol limanları konusu üzerinde durdum ve şu anda da son dönemde oradaki en önemli sıkıntısı petrol limanlarıdır. Yani Hafter oralarda bariyer oluşturmaya, baraj oluşturmaya, buradan böyle bir şeyin üzerine gidiyor. Bir defa Libya'nın içindeki göçler noktasında da bunlar her tarafı ciddi manada yakıp yıkıyorlar. Şu anda mesela Salame’nin bile gündemine girmiş vaziyette. Onlar da bu konuyu gündeme getirdiler. Şimdi bizim bütün bunları bir defa dünya kamuoyuna sürekli açıklamamız lazım, bunların üzerinde ısrarla durmamız lazım.

“Türkiye barışın anahtarıdır” dediniz. Sosyal medyada bir kampanyaya dönüştü “Turkey for Peace” diye… Aslında Türkiye uluslararası krizlerde bu rolü üstleniyor. Çok önemli bir görev. Masada bir ağırlığı oluyor Türkiye’nin uluslararası krizlerde. Bu diplomasi hamleleri de aslında ülkemizin belirleyici rolünü göstermiş oluyor. “Türkiye dış politikasında yalnızlaştı” eleştirisi yapılırken bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu tür küresel sorunlara ilişkin diplomasi hamleleriniz devam edecek mi?

Şu anda eğer biz bir güçlü devlet isek, bir güçlü devlet olarak bizden birçok beklentiler var. Bu beklentiler karşısında eli kolu bağlı durmak mümkün değil ama bunları da uluslararası hukuk çerçevesinde her zaman hayata geçirmemiz lazım. Bu tür şeylerde de bu tür talepler karşısında geri durmamız mümkün değil. Wagner diyoruz. Sudan’dan gelenler var. Ve bunlar da paralı tipler. Bu paranın kaynağı neresi Abu Dabi. Para da bol ama lafa gelince de “Ben yokum bu işlerin içerisinde” diyor. Biz bu gerçekleri de görüyoruz. Dolayısıyla bir yerde mazlum varsa, bir yerde mağdur varsa biz burada onlara yardımcı olmanın gayreti içerisinde olacağız.

Mesela biz bugün sadece Libya’yı işlemedik, İdlib’i de işledik. İdlib konusunu hem Libya ile ilgili yaptığım konuşmada işledim hem de Sayın Putin ile etraflıca uzun uzadıya İdlib konuştuk. Kendisine durumu anlattık. Kendisi de “İlgili arkadaşlarımız dışişleri, savunma, istihbarat bu ilişkilerini süratle devam ettirsinler” dedi. Onlar şimdi “kendilerinin canını yaktığını söyledikleri” bizim ise “ılımlı muhalif” olarak baktığımız kişilere terörist olarak bakıyorlar. Ben kendisine şunu söyledim “Bunlara terörist diyorsunuz da Esed devlet terörü estiriyor. Bu adam yüzbinlerce insan öldürdü ve hala şu anda İdlib’de bombalar yağdırılıyor.” Tabi bunu kabul edemiyor.

Ben geçen gün televizyonda babaları 2 ay önce öldürülmüş olan 6 çocuğu anneleriyle beraber gördüm. 2 yaşında, 4 yaşında, 5 yaşında çocuklarla beraber anneleri yağmur çamur içerisinde duruyor ve bunlar çadırda. Biz şimdi yeni bir kampanya başlatıyoruz. Bunlar bize 30 kilometre falan yaklaştılar. Şimdi diyoruz ki bunlara briketten 20-25 metrekarelik baraka yapalım, üzerini brandalarla kapatalım. Hiç olmazsa bunların yaşam koşulları biraz daha konforlu hale gelsin. Bunları buralara yerleştirelim dedik. Şimdi Kızılay’ı, AFAD’ı bu konuda süratle seferber edeceğiz ve o bölgede bunları yapmaya başlayacağız. Elimizden geldiği kadarıyla bunları yapıp ona göre altyapısını da yapacağız ve oralara bunları inşallah yerleştirelim diyoruz. Bir kere daha söylüyorum; Türkiye barışın anahtarıdır.

İdlib konusu çok önemli. Türkiye dışında başka ülke var mı bilmiyorum Suriye’de Libya’da barışı getirmek için bu kadar mücadele etsin. Ama bakıyoruz İdlib’de insani kriz yaşanırken dünyadan tık yok. Rusya ile bu süreçte arada bir mayhoşluk olur mu, bir kırgınlık olur mu? Önce onu sorayım İdlib konusunda Rusya ile anlaşmamıza bir zarar getirir mi? Bir de Hakan Fidan’ın Suriyeli mevkidaşı ile teması diğer alanlara da yayılır mı?

Rusya ile bizi birbirine bağlayan şu andaki bağlar biraz farklı. Buna “stratejik” diyebiliriz ve bu stratejik bağlar bizi biraz farklı birbirimize bağlıyor yani klasik değil. Şimdi bu stratejik bağlar aramızdaki ilişkileri de çok daha güçlü bir seviyeye doğru taşıyor. Burada herhangi bir sıkıntı yaşayacağımıza da zaten benim ihtimal vermem söz konusu değil.

Çok daha önemlisi istihbarat noktasında Hakan Bey'in gerek Rusya tarafıyla gerek Suriye tarafıyla gerek İran tarafıyla, oralardaki muhatapları ile ilişkileri de şu ana kadar başarılı bir şekilde devam etmiştir. Şimdi İran’da yeni bir istihbaratçı göreve geldi. Onunla da henüz daha görüşmeye başladığını zannetmiyorum Hakan Bey’in ama bugünlerde onunla da ilişkilerini geliştirecektir. Böylece bizim etrafımızdaki ülkelerle olan bu tür bağlarda Hakan Bey bu süreci zaten başarılı şekilde devam ettirmektedir. Gerekse uzak ülkelerle, Amerika’sına varıncaya kadar, bütün bunlarla olan bağlar da sürmektedir. Ki malum bir ülkenin istihbaratı zaten onun en önemli köşe taşıdır. Bunu da ne kadar başarılı sürdürürse o kadar ülke güçlü olarak yoluna devam eder.

Dış politikayı iki bağlamda soracağım. Son gelimeler aslında dış kaynaklardan da teslim ediliyor. Türkiye’nin diplomasinin ve barışın önünü açan adımları Forbes dergisinde geçen tanımlamalar, Türkiye’nin başarısını takdir eden bakış açıları… En son gördük, İtalya’nın özellikle Yunanistan’ın doğalgaz projesi olan Eastmed’i seçenek dışı olarak ilan etmesi… Tüm bunlar içeride nasıl karşılanıyor? Siz muhalefetin tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tüm bu gelişmeler tek ses olmaya yetmiyor mu? Sayın Kılıçdaroğlu en son “Ne işimiz var Libya’da?” dedi. Bunu şununla sormak istiyorum; eski CHP Genel Başkanı Baykal “Libya sürecinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” dedi. Milli duruş sergiledi. Buradaki tenakuzu nasıl açıklıyorsunuz?

Öncelikle İtalya'nın özellikle bu doğalgaz konusundaki beklentileri, bizim Türk akım projesinin stratejik bir yatırım olduğunu göstermesi bakımından çok çok önemli. Bu stratejik yatırım özellikle bizi birbirimize çok farklı bağlıyor. Şu anda Libya ile bizim bu anlaşmamız tabi Türkiye ve Libya müşterek çalışacağız ama biz buraya üçüncü, dördüncü ülkeleri de yanımıza ortak olarak alabiliriz. Biz belki beşinci ülkeyi buraya ortak olarak alabiliriz. Bu konuda da Sarrac ile aslında düşünce birliğimiz var. Onları da aldığımız zaman tabi çok daha farklı şekilde bir gelişme kaydedecektir. Şu anda gerek Barbaros gerek Yavuz ve üçüncü bir sondaj gemisini daha şu anda almanın çalışmalarını yapıyoruz. 2 tane de sismik araştırma gemilerimiz var.

Şu anda bize mesela Somali’den teklif var. “Bizim denizlerimizde petrol var. Libya’da bu çalışmayı yapıyorsunuz ama bizim buralarda da bu çalışmayı yapabilirsiniz” diyorlar. Bunlar bizim için de çok önemli. Dolayısıyla burada yapacağımız çalışmalarda bizim oralarda da atacağımız adımlar olacaktır. Bunun bize sağladığı bir şey var. Biz eskiden para vermiyorduk. Diyelim ki ExxonMobile ile diyelim ki bir anlaşma yapıyorduk, gelip Karadeniz’de 1 ay, 2 ay arama yapıyorlardı. Arama maliyetleri de 200 milyon dolar… Bir şey bulamıyor… Bir şey bulamadıktan sonra da çekip gidiyor. Ama biz anlaşmamızı öyle yapmışız ki bir kuruş da para vermiyoruz. Hep yaşadık ama o zaman bizim zaten ne sondaj gemimiz vardı ne sismik araştırma gemimiz vardı. Adamlar da Karadeniz'de petrol var diye böyle bir teklifle bize geliyorlardı; yüzde 50, yüzde 50… Bulursak yüzde 50 onlar alacaklar, yüzde 50 de bize verecekler fakat bulamadılar. Keşke bulsalardı da oradan bu işe başlasaydık ama ne oldu, şimdi bizi de ev sahibi yaptılar. Bizim şimdi iki tane sondaj gemimiz oldu. İki tane de sismik araştırma gemimiz oldu. Dünya da sürekli bu gemileri bizden kira olarak istiyor.

İtalya şu anda bizimle görüşmeler yaptı. Libya ile yaptığımız mutabakat çerçevesinde biz sondaj çalışmalarını yapabileceğiz. Fakat bütün bunlara rağmen tüm Kıbrıs’ın etrafından çıkacak olan ürünlerin hepsi kuzey ve güneyindir. Hepsi eşit oranda buralarda bu hakkı paylaşma imkânına sahiptir. Ama bugüne kadar Güney Kıbrıs buna uymamıştır. Hiçbir zaman da kuzey ile bunu beraber oturup konuşup anlaşalım dememişlerdir. Şu anda tabi bizim sahilimiz ile Libya sahili birbirini gördüğü için burada böyle bir imkan bize doğuyor ve Yunanistan’ı çıldırtan da zaten bu... Bir de Doğu Akdeniz’de tabi en uzun kıyı şeridine biz sahibiz. Bu da bize ayrı bir imkan sağlıyor. Girit adasının etrafında kıta sahanlığından bahsediyorlar. Adaların etrafında kıta sahanlığı gibi bir olay söz konusu değil. Bu sadece karasuları ile alakalı. Maalesef bizimkilerden bazıları da buna uyuyorlar.

Biz bu işi Kaddafi döneminde bitirmiştik. Tabi Kaddafi’nin ömrü buna yetmedi. Şimdi Baykal’ı buraya getiren de tabi aslında Kıbrıs Barış Harekatı. Kaddafi ile bu konuyu görüşmüş, konuşmuştuk ve Türkiye-Libya arasında daha geniş kapsamlı deniz araştırmaları üzerinde bir anlaşmayı imzalıyorduk ama ömrü vefa etmedi. Eğer o dönemde bu imzaları atabilseydik, şimdi bu kavgaları belki de yapmayacaktık. Öyle veya böyle şu anda Sarrac ile geç de olsa bu adımı atmış olduk.

Niye Miçotakis, Hafter’i Yunanistan'a çağırdı? Sadece bizi tahrik etmek için çağırdı. Bu akşam ismini vermeyeceğim bir tane lider “Miçotakis sizinle tekrar arayı düzeltmek istiyor” dedi. “Nasıl bir iş bu? Hem benimle arayı düzeltmek istiyor öbür taraftan da gidiyor Hafter’i Yunanistan'a çağırıyor. Böyle saçmalık olur mu?” dedim. “Sen ona söyle, öncelikle bir defa bu yanlıştır, düzeltsin, ondan sonra bizim görüşmemiz kolaydır” dedim. Maalesef bu tür sorunları yaşıyoruz.

CHP’nin tarihinde ülkesinin değerleri hususunda tek ses olma anlayışı var mıdır? Hiçbir zaman olmamıştır, çok istisnadır. Yani Kıbrıs Barış Harekatı’nda o zaman öyle bir tek ses olma gibi bir duruma gelindi ki koalisyon meselesi gündemdeydi. Ama bunun dışında bu kadar güzel şeyler, hoş şeyler oluyor, bakıyorsunuz CHP “hayır” diyor. Bunu son zamanlardaki Kanal İstanbul, Marmaray, Avrasya tüneli, Yavuz Sultan Selim Köprüsü meselelerinde gördük. Çok enteresan; mesela seçim kampanyasında bizim çadırların yanında CHP’nin çadırı vardı. Ben “bir de CHP çadırına gideyim” dedim. CHP çadırına gittim, onlar da orada çay ikram ettiler. Bulunduğumuz yer de tam bizim Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü görüyor; İstinye bayırının orası. Bir tane bayan dedi ki “Başkanım her şey iyi güzel de şu Yavuz Sultan Selim Köprüsü niye?” Öyle deyince “Bu yakışmaz mı? Yavuz Sultan Selim'in ülkemize, bu topraklara neler kazandırdığını herhalde tarihi okumuşsundur, bilirsin. Böyle bir isme burası yakışır” dedim. “Siz oraya başka isim verebilirdiniz ama bu ismi inadına verdiniz” dedi. Böyle deyince “ben şimdi anladım” dedim. Dert başka... Sanki biz ismi oraya inadına verdik. Bir tarafta Boğaziçi Köprüsü, o zaman tabi 15 Temmuz Şehitler Köprüsü değil, bir tarafta Fatih Sultan Mehmet Köprüsü. Oraya da Yavuz Sultan Selim ismini verdik. Buraya takılacak kadar ne yazık ki bakış farklı.

Şimdi bakıyorsun sayıyor; “Doğu Akdeniz’de şu ülke var, şu ülke var, şu ülke var. Türkiye niye yok? Bir ülke yok, o da Türkiye” diyor. Bizim orada hala olup olmadığımızın farkında değil. Gemilerimiz orada; sondaj, sismik araştırma… Hepsi orada ama görmüyor. Sıkıntı burada. Bu kadar yollar yapıyoruz. Cumhuriyet tarihinde 79 senede yapılmış bölünmüş yol 6.100 kilometre. Biz bunun üzerine 22-23 bin kilometre daha yol ilave ettik iktidarımız döneminde. Buralardan geliyorlar gidiyorlar ama bunları görmüyorlar ne yazık ki. Mesela buraya gelmeden önce Marmaray’dan ne kadar yol yolcu geçti rakam aldım. Allah'a hamd ediyorum; 500 milyon yolcu bu süre içerisinde buradan geçti.

Ecevit yapmış orayı onlara göre...

O da enteresan. Biz de çok cahil kalmışız; Ecevit'in oraya yaptığını bilmiyormuşuz.

Gerek Moskova gerek Berlin’de olup bitenler “arabuluculuk” mudur? Siz arabuluculuk mu yapıyorsunuz Hafter ile meşru Libya hükümeti arasında?

Burada arabulucu sıfatıyla bulunmayı kabul edemeyeceğimizi zaten Sayın Putin'e başta da söyledim. Sayın Putin burada “Ben Hafter’ tarafını halledeceğim. Siz de Sarrac’ı hallederseniz bu işi çözüme kavuşturalım” yaklaşım tarzında. Bizim ikimizin arasındaki böyle bir yaklaşım tarzıdır. Yoksa ben bu noktada siyaset anlayışımda bir teröristle asla masaya oturmam, masaya oturulmasına da müsaade etmem. Mesela Sayın Trump’ın YPG ve malum terörist Abdi Şahin’le ilgili adeta “bunu kabul et” diyecek kadar maalesef ileriye gitme durumu olmuştu. Ben de “Sayın Başkan, ben bir teröristle asla masaya oturmam” demiştim. “Hem terörle mücadele diyeceğiz, uluslararası terörle mücadelede çok ciddi kayıplar vereceğiz, ondan sonra da teröristi kabul edeceğiz. Ben bunu yapmam” dedim. Aynı şeyi Putin de yapıyor. Tabi bu biraz insanın, siyasetçinin bakışıyla veyahut da kendi karakteri ile alakalı bir olay.

Kılıçdaroğlu, “Fizan çöllerinde askerimizin ne işi var? demişti…

Fizan’ın yerini de bilmez. Biz Fizan’a göndermiyoruz ki Trablus’a gönderiyoruz.

CHP üzerinden bariz bir tablo var ortada. Siz “Yaşam odaları yapalım ki sınırımıza yaklaşan insanların yağmurdan korunmalarını sağlayalım” dediniz. Kılıçdaroğlu “İdlib’den gelenlerin tamamı teröristtir” dedi; oradan gelen birinin söylediklerini referans göstererek. Bunu nasıl yorumlamak lazım?

Bu insanlar şu anda ölümden kaçıyor. O anne ile 6 çocuğunu ekranda görünce bizim hanımla beraber adeta kanımız dondu. O yavrulara biz nasıl terörist deriz? 2, 3, 4, 5, 6 o yaşlardaki çocuklar... 3 tanesi okulda, 3 tanesi orada, ayaklar çıplak, çocuklar donuyor. Onlara “terörist” demek akıl tutulmasıdır. Bu Bay Kemal'in ilk yanlışı değil. Bir defa “Suriye’den gelenleri tekrar Suriye’ye göndereceğim” diyen bu değil mi? Bu insanlar keyfinden zevkinden mi geldiler bizim topraklarımıza?

Türkiye’de öyle bir hava estirdi ki, bizi eleştirdiler. Bize “bunları yediriyorsunuz, içiriyorsunuz, bunlara maaş veriyorsunuz…” dediler. Maaş falan verdiğimiz yok. Biz maaşı kendi vatandaşlarımızın yoksullarına veriyoruz. Bunların hepsi belgeli ve bu insanların birçoğu biliyorsunuz kamplarda, konteyner kentlerde, çadır kentlerde aylarca yıllarca yaşadılar. Daha sonra çadır kentleri kaldırdık, imkan bulanlar evlere kiralık taşınmaya başladılar. Bunların hepsi sersefil değildi. Bunlar içerisinde mühendisi var, ebesi var… Şu anda daha uygun zemine oturttuk. Artık çadır kent kalmadı. Şimdi sadece konteyner kentler kısmen var. Diğerleri de yerleşiyor bunların içerisinde. Onu da çok rahat söyleyeyim. Meslek sahibi olanlar zaten kendileri de iş sahibi olmaya başladılar.

“Suriye’de daha da ilerleyeceğiz” dediniz. Bunu İdlib üzerinde mi düşünmemiz lazım yoksa bizim sınırlarımızın tamamı konusunda mı?

Birinci derecede şu anda İdlib. İdlib’de biliyorsunuz gözlem noktalarımız var. Gözlem noktalarında son zamanlarda Halep’ten oralara bazı saldırı atışları oldu. Gereken cevaplar gerektiği anda gerektiği şekilde de veriliyor. Ayrıca malum Tel Abyad ve Resulayn arası bizim kontrolümüz altında. Orada da bizim işi bırakmamız mümkün değil. Biz bu Resulayn ile Tel Abyad arasındaki yeri öyle bir hale getirmek istiyoruz ki burada dünyadan bize destek gelmezse, gerekirse biz yardım da toplayarak, buralarda kendi plan projemizi hayata geçirelim. Bunu yaparsak gerçekleştirirsek burası çok daha farklı bir hale gelmiş olur. Buralar Barış Şehirleri halini alır.

CHP “FETÖ’nün siyasi ayağı araştırılsın komisyonu” önergesi verdi. AK Parti ve MHP karşı durdu. Sayın Bahçeli “Hakim değiliz, savcı değiliz. Meclis’te araştırılması doğru değil. Bunun yerine sözde ‘Yurtta Sulh Konseyi’ araştırılsın” dedi. Siz ne diyorsunuz buna?

Sayın Bahçeli’nin bu yaklaşımı işin bir boyutu. İşin bir başka boyutu da bana göre şudur: İddia sahibi kim? CHP... Sen iddia sahibi olduğuna göre bir defa bu iddianı ispatlamakla mükellefsin. İspatla bunu. Parlamentonun içinde veya herhangi siyasi partide, AK Parti’de, MHP’de bu tür adamlar mı var? Hadi ispatla. Eğer ispatlayamıyorsan demek ki bunlar sende... Ya CHP içinde var, ya İP’te var, ya HDP’de var. Çıkar o zaman sen bunları, ispat et. Bunu ispatlayamayan bu parti parlamentonun tamamını zan altına almak için böyle bir yola başvurdu. Daha geçenlerde Urla Belediye Başkanı’nın FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı. Şu anda ne oldu? Tutuklu içeride. Mahkemesi devam ediyor.

Seçimden önce de babası uyarmış. Seçimden önce babası Kılıçdaroğlu’na gidiyor diyor ki “Benim oğlumu aday yapmayın, FETÖ’cüdür, sizin başınıza iş açar” diyor...

Daha bunların neleri neleri çıkacak. Var. Bu süreç bu şekilde devam eder. Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez. Şimdi bu pisliklerden kurtulmak için parlamentonun üzerine bunu yıkmak istiyor. Bunun bedelini bir defa ödeyecekler. Önce sen iddia sahibisin, bu iddianı ispatla. Meclis’i buna karıştıramazsın.

Macron hem Doğu Akdeniz’e savaş gemisi gönderme hem Türkiye’ye karşı ileri geri konuşma hali içinde. Fotoğraf çekiminde bile tavırlarıyla rahatsızlığını ortaya koyuyor. Genel olarak bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Fransa tek ses midir? Bölünmüşlük var mı içinde size göre?

Bence bu konuda biz Fransa’yı karşımıza alıp da ona belli bir yer verme noktasına gitmemize gerek yok. Yani şu anda Fransa’ya karşı gerek Hafter tarafının gerekse Sarrac tarafının çok da sıcak bakar yanları yok. Zaten böyle olsaydı bu anlaşma Fransa ile yapılırdı. Şu an itibarıyla Fransa’nın bölgeye özellikle Kuzey Afrika ülkelerine bir ilgisi, alakası var ama bu uçak gemisini bölgeye göndermesinin ne anlama geldiğini zaman içerisinde görme fırsatımız olacak. Bu akşam kendisiyle de fazla muhabbet etme imkanımız olmadı. Libya konusunda içerideki müzakerelerde de çok ciddi bir şey söylemedi diyebilirim. Dolayısıyla atılacak adımlarda da bundan sonraki sürece yönelik tek önemli avantajı BM Güvenlik Konseyi üyesi olması. Ve üyeliğin ona sağlamış olduğu avantajları kullanıyor olabilir. Bu en önemli yönü. Bu akşam bir şeyi söyledim o da şu “Bu metin BM Güvenlik Konseyi’ne gidecek ve Konsey metni onarsa uygulamaya geçecek ama onamazlarsa metin uygulamaya da geçemeyecek.” Böyle bir durum söz konusu. Onun için tabi Fransa’nın burada önemli bir konumu var. AB bu sürece adeta koordinatör sıfatı ile girsin yaklaşımına da bizler “BM varken AB’nin sürece koordinatör olarak girmesi doğru olmaz” demek suretiyle ikili görüşmelerde ona karşı durduk.