Advertisement
İSTANBUL ABONE OL

Döviz dalgalanmaları, siyasi, bölgesel, finansal ve başka krizler olmak üzere farklı konularda birçok krizi görmüş bir toplumuz. Bir bakıma krizlere alışmış ve hatta bağışıklık kazanmış bir toplum olduğumuzu söylemek yanlış olmaz. Bu durum bizi her türlü zorluğa karşı güçlü kılıyor.

Bu zamana kadar hem insanımız hem de şirketlerimiz yukarıda saydığım bu krizlerden kendi imkân ve kabiliyetleriyle çıkabiliyordu. Fakat bu sefer durum biraz daha farklı. Belki de ilk kez sağlık krizinin beraberinde tüm dünyayı etkileyen bir ekonomik krizi yaşıyoruz.

Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 64’ü; yani 5 milyar insan, küresel istihdamın yüzde 87’si; yani 2,7 milyar çalışan, 160’dan fazla ülkede 1,875 milyar öğrencinin evlerinde kalmak zorunda olduğu bir süreci yaşıyoruz.

Dünyanın gözümüzün önünde laboratuvar gibi çalıştığı bir dönem. Ümit ediyorum ki doktorlarımız, psikologlarımız, sosyologlarımız, ekonomistlerimiz, iş dünyamız, bürokratlarımız, politikacılarımız, üniversitelerimiz, bilim insanlarımız titizlikle çalışmalar ve gözlemler yapıyordur. Bu veriler, tecrübeler ve yaşanmışlıklar yarınlarımız için çok değerli.

Bu zor süreci daha aydınlık yarınlar için unutmamamız şart. Gelin biraz geçmişe gidelim.

Özellikle akut dönemde kaygının virüsten hızlı yayıldığını gördük. Kaygı şiddetlendiğinde ise hurafe ve bilgi arasındaki çizginin kaybolduğunu tecrübe ettik. Olayları ve dünyayı doğru okumamızı zorlaştırdı. Panik ve kaygının insanların tüm bildiklerini beş dakikada unutturduğunu gördük.

Dünya Sağlık Örgütü’nün dediği gibi ‘’İnfodemi’’ tehlikesini yaşadık.

Bir şeyi daha gördük. Acar Baltaş Hocamızın da söylediği gibi, krizlerden ve kaoslardan sadece ‘’Bilgi’’ ve ‘’Tecrübe’’ ile değil; bilime, medyaya ve kamu yöneticilerine güven ile çıkılabileceğini gördük. Doğru ve güvenilir bilgi akışının ne kadar önemli olduğunu tecrübe ettik. Bu süreçte yapılan araştırmalarda toplumda ‘’Güven’’ ne kadar yüksekse, toplumların krizleri o kadar az hasarla geçirdiğini görmüş olduk.

Akut dönemde en büyük ekonomik problem ise ekonominin global, politikaların ise ulusal kalması oldu. Tarihçi Harari’nin dediği gibi dünyaya liderlik yapacak bir lider yoktu. Hatta İtalya, İspanya, Sırbistan gibi ülkeler Avrupa Birliği’ne ağır eleştirilerde bulundu. Rusya, Küba ve Çin, İtalya ve İspanya’ya yardım elini uzattı. ABD’li Filozof Noam Chomsky’ın dediği gibi, dünya tarihinin önemli bir anına şahitlik ediyoruz.

Akut dönemden çıktığımız bu zamanlarda ise; liderler ve kurumlar bir araya gelmeye ve temkinli gevşetme politikalarını uygulamaya geçti. Muhtemelen Mayıs ve Haziran aylarında ticaret ve ihracatta da yavaş yavaş normalleşme başlayacak. Kaygı ve ümit arasında bir yere geldik.

Artık bir yandan da önümüzdeki sürece kanalize olmamız gerekiyor.

Bu sene turizmden beklediğimiz yaklaşık 40 milyar dolar olmayacak. Krizden çıkmamız için elimizdeki en önemli iki enstrüman sanayi ve ihracat. Bu sebepten sanayi ve ihracatın en az hasarla bu süreci geçirmesi önemli. Bir diğer önemli konu ise tedarik zincirindeki kopma ve kırılmaların önüne geçilmesi.

Bu süreçte dünyada sektör ayrımı yaparak destek paketi açıklayan tek ülkeyiz. Mücbir sebebin kapsamı kesinlikle genişletilmeliydi. Özellikle KGF limitlerinde ‘’çek’’ konusuna dikkat etmek gerekir. Çeklerin ödenmemesi tedarik zincirinde muhtemel kırılmanın nedenlerinden olabilir. Bu sürecin hemen ardından da yurt içi piyasalarda vade konusu bir an önce ele alınmalı. Bir kez daha tecrübe ettik ki, uzun vade ticaretin sağlığını bozan bir virüs.

Bu süreçte dünyayı iyi okuyabilmek çok önemli. Dinamik bir süreçten geçiyoruz. Bazı ülkelerde Covid-19 ateşi düşerken, bazı ülkelerde bu ateş artabilir.

Dünyada birçok sektörü domine eden Çin’i abartıldığı kadar olmasa da zorlu bir süreç bekliyor.

Japonya’nın Çin’den fabrikalarını herhangi bir ülkeye taşıyacak Japon firmalara yönelik 2,2 milyar dolar destek vermesi, Fransa Maliye Bakanı’nın ‘’Bu zamana kadar uzak doğuya bu kadar bağımlı kalmak hataydı’’ demesi, yine İngiltere Dış İşleri Bakanı’nın ‘’Covid-19 sonrası Çin ile ilişkilerimiz Covid öncesi gibi olmayacak’’ demesi bunun işaretleri sayılabilir.

Almanya’nın doğusundan Çin’e kadar olan bölgede nitelikli insan kaynağı, ucuz iş gücü, makine alt yapısı ve hizmeti ile en önemli oyuncular arasında Türkiye de var. Ama Türkiye buradan büyük kazançla çıkar demek doğru bir yaklaşım olmaz.

Mart 2018’de başlayan ABD-ÇİN ticaret savaşı sırasında da ‘’Türkiye olarak buradan kazançlı çıkarız’’ diyerek hamasete kapıldık. Evet, bu süreçte Çin’in ABD’ye ihracatı yüzde 16 azalmıştı. Ve fakat Vietnam’ın yüzde 5, Tayvan’ın yüzde 18, hatta Hollanda, İspanya ve Danimarka’nın çift haneli büyüdüğü ABD pazarında biz Türkiye olarak sadece yüzde 4 büyüyebilmiştik. Demek ki sadece ‘’Bu işten biz kazançlı çıkarız’’ demek doğru bir anlayış olmuyor.

İhtiyacımız olan şey bir yandan kısa vadede önümüzdeki problemlerle uğraşırken, diğer taraftan da daha majör konularda orta-uzun vadeli stratejiler yapabilmek. Doğrudan yabancı yatırımcıyı ülkemize çekebilecek altyapıyı oluşturmak kritik öneme sahip. Evrensel hukuksal reformlarından doğru teşvik ve destek sistemine kadar birçok noktada gelişmeler sağlamalıyız. Okul öncesi eğitimden başlayarak, dünyanın en iyi üniversitelerini ülkemize kazandırmalıyız. Eğitime, sanata, felsefeye daha fazla önem vermeliyiz.

İşte o zaman muhtemel ve müstakbel finansal virüslere, dijital virüslere çok daha dayanaklı hale geliriz. Bizim bunu yapacak gücümüz var.

Doğrunun acısını bize tattıran kişilere, bizi rahatsız eden, konforumuzu bozan kişi ve düşüncelere ihtiyacımız var.

Son olarak; Covid-19’un her şeyi değiştireceğini beklemek doğru olmaz. Yaşadığımız sıkıntı ve problemler bizim gerçeklerle yüzleşmemizi sağlar. Eğer hatalarımızla yüzleşebilirsek, bunları düzeltmeye çalışırsak değişim olur. Ama süreçten sonra her şeyi unutursak, değişimi beklemek gerçekçi olmaz.

Yani şu değişecek, şu olacak demek yerine nasıl sonuçlar çıkarabileceğimiz çok daha önemli.

Çalışanlardan müteşebbise, bürokratlardan politikacılara daha sağlıklı düşünebilirsek, hata arşivlerimizin bizi daha aydınlık yarınlara götüreceğini sanıyorum.

-Zor Zamanlar güçlü insanları,

-Güçlü İnsanlar iyi zamanları,

-İyi zamanlar zayıf insanları,

-Zayıf insanlar zor zamanları yaratır.

Ben bu süreçten güçlü insanlar olarak çıkacağımızı ve iyi zamanlara ulaşacağımıza inanıyorum.Biraz daha sabrederek, sosyal olarak mesafeli ama duygusal olarak yakın olmaya gayret edelim.

Burak ÖNDER

EVSİD Yönetim Kurulu Başkanı