Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, şu ana kadar Türkiye'nin 100'ün üzerinde ülkede kalkınma projesi gerçekleştirdiğini, TİKA ile pek çok ülkede eğitim, sağlık, teknik destek projeleri bulunduğunu belirterek, ''Türkiye, şu anda yükselen bir donör ülke sıfatını da kazanmış durumda. Bizim geçen yılki doğrudan yaptığımız resmi yardımlar, 1 milyar doları aşmış durumda'' dedi.

Babacan, Kalkınma Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ortaklığında düzenlenen ''Küresel İnsani Kalkınma Forumu''nun açılışında yaptığı konuşmada, dünyanın bir bölümü benzeri görülmemiş bir zenginliği ve refahı yaşarken, diğer bölümünün açlık, bulaşıcı hastalıklar, doğal afetler gibi pek çok tehdit ve zorlukla karşı karşıya olduğunu söyledi.

İstatistiklere bakıldığında dünyadaki zengin ve fakir arasındaki eşitsizliğin giderek arttığını, şu anda 1 milyardan fazla insanın hala yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirten Babacan, yaşanan birçok sosyo-ekonomik problemin yanında daha yüksek refah düzeyi, daha adil ve sürdürülebilir bir dünya talebinin de doğal olarak arttığını vurguladı.

Sürdürülebilir kalkınma için insanların tercihlerinin sürdürülebilir olmasının yanı sıra, seçeneklerinin olup olmamasının da önemli bir husus olduğunun altını çizen Babacan, yoksulların hem seçeneklerinin daha kısıtlı olduğunu, hem de toplumun geri kalanının aldıkları kararların (iklim değişikliği, gıda sıkıntısı, temiz suların azalması gibi) olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenen kesim olduğuna işaret etti.

Bu anlamda kaynakların etkin ve eşit dağılımının sağlanması, yoksulluğun azaltılması ve bu şekilde kalkınma sürecine toplumun tüm kesimlerinin katkıda bulunabilmesinin kalkınma için büyük önem taşıdığını belirten Babacan, Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinde de günlük geliri 1 doların altında olan nüfusun oranının 2015 yılına kadar her ülkede yarıya indirilmesinin amaçlandığını hatırlattı.

-''Dünyanın yüzde 50 daha çok gıdaya ihtiyacı olacak''-

Kalkınmayı sadece ulusal gelirin büyüklüğüyle ölçmemek gerektiğine dikkati çeken Babacan, böyle bir yaklaşım yerine eğitim, istihdam, dezavantajlı grupların toplumsal hayatta yer almalarının sağlanması gibi hususları içeren bir kalkınma yaklaşımına odaklanılması gerektiğini söyledi.

Günümüzde 7 milyar olan dünya nüfusunun 2040 yılında 9 milyara çıkması ve orta gelir grubunun nüfusunun ise üç misli artarak 2030 yılında 1,2 milyara yükselmesinin beklendiğini ifade eden Babacan, şöyle konuştu:

''Bu gerçeği göz önüne aldığımızda, kaynaklara olan talep katlanarak artacaktır. 2030 yılında, bugüne mukayeseyle dünyanın en az yüzde 50 daha çok gıdaya, yüzde 45 daha fazla enerjiye ve yüzde 30 daha çok suya ihtiyacı olacağı tahmin ediliyor. Bu yıllarda, çevresel kısıtların gelecek nesillerin artan ihtiyaçlarına yeni sınırlamalar getireceği de kuşkusuz. Dünyanın karşılaştığı birbirlerini de etkileyen bu zorluklardan dolayı, sürdürebilir kalkınma ilkelerinin benimsenmesi ve küresel ölçekte harekete geçilmesi, her geçen gün çok daha büyük önem ve aciliyet kazanmaktadır. Bu çerçevede, dünyada uygulanmakta olan çoğu kalkınma modelinin sürdürülebilir olmadığı açıkça görülmektedir.''

-''İhtiyaçların karşılanmasını tehlikeye sokabilir''-

Ali Babacan, ekonomi, çevre ve sosyal gelişme arasındaki ilişkileri bütünleşik bir şekilde kurgulanmamış bir kalkınma stratejisiyle belki bugün kısa vadede sorunların aşılabileceğini, ancak uzun vadede bu eğilimin gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamalarını tehlikeye sokacağını söyledi.

Zaman perspektifinde sadece ekonomik büyümeyi göz önünde bulundurmanın, hem geri döndürülemez çevresel felaketlere, hem de sosyal adaletsizliğe yol açabileceğine dikkati çeken Babacan, bu nedenle, ekonomik ve sosyal yapı ile çevre etkileşiminin bütüncül bir şekilde değerlendirilerek, bugünkü ve gelecekteki nesillerin kalkınmanın getirdiği fırsatlardan hakkaniyetli bir şekilde yararlanmasının sağlanması gerektiğini vurguladı.

Sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmakta ülkelerin önündeki zorluklara değinen Babacan, uygulama konusunda ülkelerin özgün koşulları nedeniyle sahip oldukları imkan ve kapasitelerin de farklı olduğunu, bu konuda en büyük zorluklarla karşılaşacak ülke grubunun en az gelişmiş ülkeler olduğunu, dolayısıyla uygulama isteniyorsa burada en çok desteğin bu gruptaki ülkelere sağlamak gerektiğini belirtti.

-Türkiye'nin en az gelişmiş ülkelere işbirliği paketi-

Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı'nın dördüncüsüne geçtiğimiz yıl İstanbul'da ev sahipliği yaptıklarını anımsatan Babacan, bu konferansta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye'nin en az gelişmiş ülkelere yönelik teknik ve ekonomik işbirliği paketini açıkladığını anlattı.

Babacan, ''Şu ana kadar Türkiye, 100'ün üzerinde ülkede kalkınma projesi gerçekleştirdi. TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) isimli Kalkınma Ajansı eliyle bugün pek çok ülkede eğitim, sağlık, teknik destek projelerimiz var. Türkiye, şu anda yükselen bir donör ülke sıfatını da kazanmış durumda. Bizim geçen yılki doğrudan yaptığımız resmi yardımlar, 1 milyar doları aşmış durumda'' diye konuştu.

BM En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı'nda kabul edilen İstanbul Eylem Programı'nın, 2020 yılına kadar 900 milyonluk nüfusa sahip 48 en az gelişmiş ülkede yoksulluğun ortadan kaldırılması nihai hedefini taşıdığına değinen Babacan, söz konusu programda tarım, sanayi, ticaret, eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm sektörlere ilişkin yol gösterici eylemlerin yer aldığını, ayrıca yatırım, teknoloji, tarım, iklim değişikliği, enerji ve gıda güvenliği konuların da bir önceki programa göre daha kapsamlı şekilde ele alındığını ifade etti.

Ali Babacan, Türkiye'nin 2020 yılına kadar en az gelişmiş ülkelerle ilgili konuları uluslararası gündeme taşıma ve çözüm arama gayretlerine yardımcı olma sorumluluğunu üstlendiğini vurguladı.

Bu yıl Haziran ayında gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı'nın (Rio 20) sürdürülebilir kalkınmayı tekrar dünya liderlerinin gündemine getireceğine işaret eden Babacan, Rio 20'de, sürdürülebilir kalkınma konusundaki politik kararlılığa yeniden vurgu yapılmasının hedeflendiğini, bunun yanı sıra sürdürülebilir kalkınma için bir araç olarak görülen yeşil ekonomi konusundaki tartışmalara yoksulluğun giderilmesini de göz önünde bulundurarak gerçekçi ve uygulanabilir önerilerle katkı yapılmasının planlandığını belirtti.

-''Oluşturduğumuz modeli üç kanaldan hayata geçirdik''-

Türkiye'de uluslararası gelişmelere paralel olarak sürdürülebilir kalkınmanın gerektirdiği ilke ve politikaları, ulusal plan ve program belgelerine yansıttıklarının altını çizen Babacan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Ülkemizde son 10 yılda, insani gelişmeyi ekonomik kalkınma ile birlikte orta ve uzun vadede kalkınmanın temel dinamiği olarak gören bir yaklaşımla önemli bir model oluşturduk ve bunu da üç kanaldan hayata geçirdik. Öncelikle makroekonomik politikalarımız son derece önemli oldu. Sektörel politikalara, eğitim, sağlık, konut, enerji ve altyapı gibi politikalara ağırlık verdik. Doğrudan yoksul kesimlere yönelik sosyal yardımlarla bu politikalarımızı bütünleştirdik. Tüm bunların sonucunda ekonomik büyüme ile gelir artışı sonucunda yoksullukla mücadelede önemli ilerlemeler kaydettik. Bugün itibarıyla günlük 1 doların altında geliri olan kesim kalmadı. Hatta günlük 2 doların altında geçinen nüfusumuz da hemen hemen sıfırlandı. Türkiye nüfusunun sadece yüzde 3,6'sı günlük 4 doların altında bir gelirle geçiniyor.''

-''OECD ülkeleri içindeki istisna iki ülkeden biri Türkiye''-

OECD'nin geçen yıl yayımlanan ''Divided We Stand'' adlı raporunda OECD ülkelerinde gelir dağılımının hızla bozulduğuna özel vurgu yapıldığına dikkati çeken Babacan, ''OECD ülkeleri içinde istisna iki ülke gösterilmekte. O ülkelerden biri Türkiye... Türkiye, bir yandan hızlı bir şekilde kişi başına düşen milli gelirini artırırken, öte yandan gelir dağılımını düzeltebilen dünyadaki az sayıda ülkeden bir tanesi'' diye konuştu.

Türkiye'deki büyüme oranlarına da değinen Babacan, 2009 Nisan ayından itibaren 3,6 milyon yeni istihdam sağlandığını, ekonomik büyümenin aynı zamanda yüksek istihdam oluşturduğunu vurguladı.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye'nin milli gelirde ve sağlıkta iyi olduğunu, ancak eğitim konusunda maalesef arzu edilen noktada bulunmadığını, bu nedenle önümüzdeki dönemin eğitime çok vurgu yapacakları ve reform yapmaya devam edecekleri bir dönem olacağını söyledi.