Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, dünyanın en büyük ekonomisinin olan ABD'nin gelecekte ne yapacağını açıklamama, ''ben ne yapacağımı bilmiyorum'' deme lüksü olmadığını belirterek, ''Öngörülebilir programlarla neyi ne zaman yapacaklarını ortaya koymaları lazım ki diğer ülkeler ve tüm ekonomik aktörler ona göre kendi kararlarını verebilsinler'' dedi.

Babacan, 3. İstanbul Finans Zirvesi'nde (IFS) yaptığı konuşmada, Asya ile Avrupa'nın doğu ile batının, kültür ve medeniyetlerin buluşma noktası olan İstanbul'un böyle bir organizasyon zirvesiyle dünyanın önde gelen finans uzmanlarını, Borsa aracı kurum ve banka yöneticilerini ağırlamasının gurur verici olduğunu belirterek, zirvenin, küresel ve bölge ekonomisinin değerlendirilmesi için önemli bir fırsat olacağını kaydetti.

Zirvede, küresel ve bölgesel ekonomiyle ilgili neler yapılabileceğinin tartışılacağını ifade eden Babacan, zirvenin artık geleneksel nitelik kazandığını dile getirdi.

Zirvenin 2 yıl önce ilkinin açılışında ''Bu ilk olsun, bunu gelenek haline getirmek için elimizden geleni yapalım'' dediğini anlatan Babacan, şöyle devam etti:

''Bugün baktığımızda, 3 sene öncesine göre üst düzey katılımla zirve gerçekleştirilmiş oluyor. 2008 sonu, 2009 başlarında tüm dünyayı etkilemeye başlayan finansal ve ekonomik küresel kriz farklı evrelerden geçerek devam ediyor. Türkiye'de dışarıda olup bitenin her ne kadar farkına varmasak da dışarıda fırtına Türkiye içine etkide bulunmamış olsa da yine de risklerin yüksek olduğunu, dışarıda olanların kaygı verici olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu kriz safhalar geliştirerek devam eden bir kriz. Henüz köklü bir çözüm üretilebilmiş değil. Kriz öncesi dönemle bugünü mukayese ettiğimizde dünyanın büyüme oranı düşmüş durumda, gelişmiş ekonomilerin potansiyel büyüme oranlarında ciddi düşüşler var. Krizin ilk safhalarında problem finans kuruluşları iken, bankalarken, bugün artık problemler devlet finansmanına, devlet hazinesinin kredibilitesine etki edecek boyuta ulaşmış durumdadır. Bankalar sorun yaşadığında devletler, hazineler 'bu bankaların arkasındayız' dedi. Devletler sorun yaşadığında, devlet kredibilitesi sorgulandığında, devlet imzasının değeri düştüğünde, devletlerin arkasında kimin duracağının cevabı açık değil.''

-''Sadece para basarak, krizden çıkmak mümkün değil''-

Babacan, şu ana kadar yapılanların bol bol para basmak olduğunu anlatarak, şunları kaydetti:

''Şu ana kadar merkez bankalarının karşılıksız bir şekilde likidite sürmesi ve bu karşılıksız para basarak, bankaların ya da devletlerin iflasının ertelenmesi... Sadece para basarak, bu krizden çıkmak mümkün değil. Merkez bankaları hükümetlere fırsat penceresi olsun diye geçici olarak piyasaya likidite sağlayabilir. Nihai kredi veren kuruluş olarak bir çöküşü önlemek için hızlı büyüyen yangını söndürmek için veriliyor olabilir. Ama ilelebet merkez bankalarının sağlamış olduğu likiditeye dayanarak, 'biz bu krizi çözdük, kriz arkamızda kaldı artık önümüz açık' demek çok zor. Geçtiğimiz hafta 2 gün Kuala Lumpur'da, 2 gün de Londra'daydım. Hem Avrupa'da hem Asya'da özellikle Avrupa odaklı krizin endişesi büyük. Her ne kadar Avrupa Merkez Bankası'nın, ABD Merkez Bankası'nın attığı adım geçici rahatlama sağladıysa da eğer hükümetler, otoriteler gereğini yapmazsa geçici rahatlamanın hızla ortadan kaybolduğunu göreceğiz.

Sorunların çözümü için zor adımlar atmak, cesaretli kararlar vermek gerekiyor. Eğer bir ülkenin kamu borcu yüksekse ve bu borç endişe kaynağı ise mutlaka bütçe açığını borç stokunu düşürücü adımlar atılması gerekiyor. İleriye doğru güvenilir, itibarlı orta vadeli programlarla bunun yapılması gerekiyor. Avrupa'ya baktığımızda bazı konularda mutabakata varıldı. Mali anlaşma yapıldı biliyorsunuz. Avrupa Birliği'ne üye ülkeler 2'si hariç ortak bir maliye politikası çerçevesine mutabık kaldı. Ancak bu anlaşmanın bir anayasal gücü ile 25 ülkenin mevzuatına derç edilmesi gerekiyor. Ya anayasa değişikliği yapacaklar ya da anayasa gücünde kanuni düzenlemelerle uygulamaya başlaması gerekiyor. Birkaç ülke haricinde maalesef başarılı tablo göremiyoruz. Fransız seçim kampanyasında şu anda iktidardaki partinin ana temasının 'ben seçilirsem bu anlaşmayı yeniden tartışmaya açacağım' demesi kuşkusuz güven problemlerini beraberinde getirdi.''

Avrupa Birliği için gelecek dönemde önemli konunun uygulama olacağını ifade eden Babacan, ''Yunanistan, Portekiz, İrlanda, Kıbrıs Rum Kesimi için program yapılıyor. İtalya ve İspanya'nın yeni hükümetleri sözler verdi. Tabloya baktığımızda kilit kelime 'uygulama'. IMF ve Avrupa Birliği'nden resmen destek isteyen ülkeler sözlerini tutabilecek mi? Bu finansmana erişebilecek mi? İtalyan ve İspanyol hükümetleri, açıkladıkları programa uygun politikalar uygulayabilecek mi? Bunlar önümüzdeki dönemin önemli soru işaretleri olacak. ABD'ye baktığımızda özellikle maliye politikaları konusunda belirsizlik söz konusu. Kasım seçimlerine kadar kimse bir şey bekleniyor. Ama seçimlerden hemen sonra bir borç tavanı, otomatik devreye girecek düzenlemeler... Eğer bu konularda hızlı kararlar alınıp uygulamaya başlanmazsa, 2013 ve sonrasıyla ilgili güvenilir program ortaya konulamazsa, önümüzdeki yıl ABD ekonomisinin tartışılacağı bir yıl olabilir. Geçen hafta katıldığım konferanslarda şu mesajı açıkça verdim; dünyanın en büyük ekonomisinin gelecekte ne yapacağını açıklamama, 'ben ne yapacağımı bilmiyorum' demek lüksü yok. Öngörülebilir programlarla neyi ne zaman yapacaklarını ortaya koymaları lazım ki diğer ülkeler ve tüm ekonomik aktörler ona göre kendi kararlarını verebilsinler.''

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bu yıl belki Türkiye'nin büyüme oranının düşük olacağını, yüzde 3 küsurlarda büyüme görüleceğini belirterek, ''Ama bu istikrar içinde sürdürülebilir bir büyüme oranı olacak. Bir bakıma siste virajlı yolda otobüs kullanan şoföre 'ya kardeşim niye yavaşlıyorsun bas gaza bas gaza' dediğinde tabii ki şoför dinlemeyecek ve gereğini yapacaktır'' dedi.

Babacan, 3. İstanbul Finans Zirvesi'nde (IFS) yaptığı konuşmada, gelişmekte olan ülkelerde de özellikle son dönemde yavaşlamanın söz konusu olduğunu belirterek, Çin'in beklenen büyüme oranlarının basamak basamak aşağı doğru revize edildiğini, Brezilya'da büyüme rakamlarının aşağı revize edildiğini, Hindistan'da kapasite problemleri başta olmak üzere, bütçe açığının ve borç stokunun hızlı yükselişinin ciddi tehditler oluşturduğunu kaydetti.

''Gelişmekte olan ülkeler dünya ekonomisinin dinamosu olacak'' derken gelişmekte olan ekonomilerde de bir miktar sorunlar görülmeye başlandığını ifade eden Babacan, şunları kaydetti:

''Her ne kadar bu sorunlar ciddi bir istikrar riski, güvenilirlik riski oluşturacak boyutta değilse de en azından global ekonomik büyümenin aşağı yönlü revize edilmesini beraberinde getiren gelişmelerdir. 'Dünya ekonomisi ne kadar büyür?' dediğimizde, ciddi miktarda aşağı doğru revizyonlar oluyor. Dünya Bankası, OECD, Uluslararası Para Fonu, sürekli olarak küresel ekonomi ile ilgili büyüme rakamlarını aşağı yönlü revize ediyorlar. Böyle bir küresel konjonktürden geçiyoruz. Hiçbir ülkenin, kurumun, rehavete düşme lüksü olamaz. Her an gelişmeleri takip etmemiz ve politikalarımızı ona göre uyarlamamız gerekiyor. Çok şükür bugüne kadar Türkiye tüm bu fırtınadan kendisini koruyabilmiş durumda. 2009'daki krizin ilk safhasında ülkemiz ekonomisindeki etkilerini sınırda tutmayı başarabildik. Bankalar sapasağlam ayakta kaldı, hiçbir Türk bankası sorun yaşamadı. Aynı zamanda Türkiye'nin kamu maliyesinin güçlü oluşu, bütçe açığının ve borç stokunun düşük oluşu ülkeyi bu türbülanstan korumuş oldu. Türkiye'nin kriz öncesi yaptığı reformlar, bünyemizi güçlendirdi. Kriz döneminde de farklı reformlar yaptık. 2009'da pek çok ülke mali genişleme yoluyla daha çok devlet parası harcayıp bütçe açığını artırıp, 'devletin piyasaya sağlayacağı imkanlarla da bu ekonomi büyür' dedi. Bu ülkeler arasında İspanya, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan da var. 'Daha çok harcayayım, vergileri düşüreyim, harcamaları artırayım ve ekonomiyi devlet olarak ben tamamlayayım'... Bu hükümetler için en kolay iş. Vergi düşürdüğünüzde kimse karşı çıkmaz. 'Daha fazla maaş vereceğim, daha çok yatırım yapacağım' dediğinizde de itiraz çıkmaz. Peki ileride ne olacak? Güven unsurunu kaybediyorsunuz. Milyarlarca avro tasarruf tedbirleri bulmak için adeta çırpınıyorlar. Ciddi siyasi, sosyal sorunları beraberinde getiren uygulamalar içine giriyorlar. Bu dönemde 2009'da biz bütçe açığımızı nasıl düşüreceğiz, borç stokumuzu aşağı noktalara indireceğimizin programını açıkladık.''

-''Güven politikaların merkezine konulmalı''-

Babacan, güven politikaların merkezine konulduğunda arkasında büyüme ve istihdam geleceğini anlatarak, şunları söyledi:

''2010 ve 2011 yıllarında çok yüksek büyüme oranlarımız var. 2009'dan bu yana Türkiye'de 4 milyon kişi istihdam artmış durumda bulunuyor. İstihdam artmaya devam ediyor. 2008 sonundan bu güne kadar Uluslararası Çalışma Örgütüne üye tüm ülkeler içerisinde işsizlik oranını en hızlı düşüren ülke Türkiye. Nereden geldiğimizi ve bu noktaya nasıl ulaştığımızı unutmamak gerekiyor. Politikaların temelindeki ana çatıyı, vurguyu unutmamamız gerekiyor. 'Biraz rahatlasak mı?' gibi yaklaşımlar son derece riskli yaklaşımlardır. İhtiyatı asla elden bırakmayacağız. Her adımımızı ölçerek atacağız. Yüksek büyüme gördüğümüz yıllarda riskleri de fark ettik. Bunlardan biri cari açık, diğeri de enflasyondu. Bankaların kredi hacminin hızla artıyor olması, bu hızlı artan kredi hacminin tüketici finansmanına ve iç tüketime yönelmesi, hükümet olarak bazı adımları atmamızı gerektirdi.

Merkez Bankamız, BDDK, Maliye Bakanlığı, Hazine birlikte konuşarak bağımsız şekilde attığı adımlarla bu hızlı kredi artışının önünü kesmeyi, yavaşlaşmayı sağlayacağı tedbirleri gerçekleştirdi ve sonuçlarını aldık. Bu yıl belki büyüme oranımız düşük olacak, belki yüzde 3 küsurlarda büyüme göreceğiz ama bu istikrar içinde sürdürülebilir bir büyüme oranı olacak. Bir bakıma siste virajlı yolda otobüs kullanan şoföre ki dikkatli kullanıyordur, trafiğin her yönüne bakıyordur, siste ve virajda ne kadar dikkatli, hızlı hareket edilmesini bilen bir şofördür, yolcular o şoföre; 'ya kardeşim niye yavaşlıyorsun bas gaza bas gaza' dediğinde tabii ki şoför dinlemeyecek ve gereğini yapacaktır. Mutlaka dikkatli gitmemiz gerekiyor. Türkiye'nin potansiyel büyümesiyle, kaynaklarıyla, tasarruf oranlarıyla orantılı büyüme oranları görmemiz gerekiyor. Şimdi 3 küsur diyoruz, belki gelecek yıl 4 küsur olacak. Bu oranlar Avrupa'nın en hızlı büyüme oranlarıdır. 'Yüzde 9-8'den yüzde 4'lere düşülüyor mu?' şeklinde değerlendirilebilir ama bunlar en yüksek büyüme oranları olacak. Türkiye ekonomisi, 2012'de de 2013'de de Avrupa'nın en hızlı büyüyen ekonomisi, en yüksek istihdam üreten ekonomisi olacak. İşsizlik oranlarımız inşallah düşmeye devam edecek.''

-''Dördüncü yargı reformu çalışmaları''-

Türkiye'nin bundan sonraki dönemde yapacaklarının da son derece önemli olduğunu belirten Babacan, şunları aktardı:

''Dünyanın ekonomik tarihine baktığımız zaman, 'orta gelir tuzağı' denilen bir kavramla karşılaşıyoruz. Ülkeler düşük gelirli ülke olmaktan orta gelirli ülke olmaya doğru hızla gidebiliyor. Ama o noktada doğru adımlar atılmazsa da ilelebet orta gelirde patinaj yapmaya başlayabilir. O orta gelir tuzağına düşmemek için ne yapmamız gerektiği çok önemli. Yargı reformu, Türkiye'nin hukuk devleti olması açısından çok önemli. Üçüncü yargı reform paketimizini TBMM'de geçtiğimiz haziran ayında geçirdik. Şimdi dördüncü yargı reformu paketi üzerinde çalışıyoruz. Bunu en kısa zamanda gerçekleştirerek Türkiye'nin gerçek anlamlı hukuk devleti olabilmesi için gayretlerimizi hızla sürdüreceğiz. Eğitim çok önemli. Zorunlu eğitim süresi 8 yıldan 12 yıla çıktı. Eğitim uzmanlarının tavsiye ettiği erken yaşta eğitim sistemi içine girmesi başladı. Daha küçük yaşta çocuklarımız başlıyor olabilir ama o yaşa uygun müfredat var. Biz bugünden bunları yapmazsak, dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmesi hayal olarak kalır. Türkiye'nin yüksek gelire ulaşması, gelişmiş bir ekonomi olması daha gelişmiş bir nüfusla olacak.''

-''Kriz sınavını başarıyla geçmiş bir finans sistemimiz var''-

Babacan, Türkiye'nin daha yüksek teknolojili üretime geçebilmesi için kenetlenmiş politikalar gerektiğini anlatarak, ''Girişimcilerin desteklenmesi, gençlerin, kadınlarının girişimciliğe girmesini sağlamaktayız. İstanbul'un Uluslararası bir finans merkezi olması hakkında İstanbul için önemli bir fırsat görüyoruz. 2008-2009 sınavını başarıyla geçmiş bir finans sistemimiz var. Avrupa'da ABD'de bankalar sıkıntı yaşarken, bu bankaların Türkiye operasyonları sapasağlam ayakta kaldı. Türkiye'de bizim kurallarımıza uymak zorunda kaldılar ve hiçbir sorun yaşamadılar'' diye konuştu.

-''Devlet harcamalarının büyümemize katkısı sıfır''-

İstanbul'un dünya finans camiasının ilgi odağı olduğunu dile getiren Babacan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bunu gerçekleştirebilmek için 2009 yılında önemli bir strateji dokümanı yayınladık. Bu açıkladığımız eylem planını adım adım uyguluyoruz. Yeniden yazılmış SPK Kanunu olmak üzere pek çok konuda adım attık. Finans konusunda ihtisas mahkemeleri kuruyoruz. Uluslararası finans merkezi olma temelinde finans konularında hukukun üstünlüğünü uyguluyor olmak var. Türkiye'de sermaye piyasalarının gelişmesi için pek çok adım atıyoruz. İMKB, uluslararası ortaklıklarını hızla genişletiyor. SPK, alışagelmemiş durum içinde finans piyasamızın gelişmesi için çantasını ele alıyor ülke ülke dolaşıyor. Bütün kurumlarımız bu konuya gönül vermiş durumdadır. Türkiye olarak, finans sektörünü önemsiyoruz. Finans sektörünün nihayetinde reel sektörü desteklemek için hizmet sektörü olduğunu unutmamamız gerekiyor. Finans sektörünün işini iyi yapabilmesi için de işinin içinde güven unsuru var. Bankalar, finans kuruluşları geleceğe güvenecek ki rahat kredi versin, şirketler yatırım yapabilsin, halk harcamalarını devam ettirebilsin. Bu güven olduktan sonra güven ve istihdam oluyor. Türkiye'de yakaladığımızın ivmenin arkasında, özel sektör, Türk ihracatçısı, üreticisi, iş dünyası var. Devlet harcamalarının büyümemize katkısı hemen hemen sıfır. Devlet olarak zemini sağlam tutuyoruz. istikrarı güçlü tutuyoruz ve uygun ortam oluşturuyoruz. Eğer büyüme, istihdam olacaksa özel sektör eliyle olmalı diyoruz.''

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye'nin kamu mali yapısı güçlü olduğu için finans sektörüyle ilgili vergi uygulamalarının önümüzdeki dönemde makul oranlarda devam edeceğini, dolayısıyla Avrupa ya da ABD finans merkezleriyle karşılaştırıldığında daha düşük vergi oranlarını sürdürebileceklerini bildirdi.

Babacan, 3. İstanbul Finans Zirvesi'nde yaptığı konuşmanın ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.

Önümüzdeki yılların özellikle gelişmiş ekonomiler açısından sorunların hemen düzeleceği yıllar olmayacağının altını çizen Babacan, en iyi senaryoda ABD'de, Avrupa'da gerekli bütün tedbirler alınsa dahi krizin geriye bıraktığı en önemli mirasın çok ağır borç yükü olacağını söyledi.

Bu ağır borç yükünün pek çok ülkenin yıllarca, hatta on yıllarca eski büyüme oranlarına ulaşamamalarını beraberinde getireceğini, bazı ülkelerde düşük büyüme oranlarının gerçekleşeceğini belirten Babacan, bunun bugünkü gelişmiş ekonomiler için geçerli olduğunu ifade etti.

Gelişmekte olan ülkelerde ise çok hızlı bir dönüşümün şart olduğunu, gelişmiş ülkelere bağımlılığı azaltan, kendi aralarındaki ticareti, yatırımı, finansmanı çoğaltmaya çalışan bir çabanın önümüzdeki dönemde görüleceğini anlatan Babacan, Türkiye'nin Avrupa'ya olan bağımlılığının ihracat açısından hızla azaldığını, finansman kanallarında da Avrupa'ya bağımlılığın kademe kademe azalacağı bir dönem öngördüklerini kaydetti.

-''Daha düşük vergi oranlarını sürdürmemiz mümkün''-

Avrupa ve ABD'de iç pazarın eski günlerdeki gibi hızla gelişen, büyüyen pazarlar olmayacağının fark edilmesi gerektiğine işaret eden Babacan, şöyle konuştu:

''Çünkü pek çok ülkede yapılması gereken tedbirlerin birçoğu aslında vergi artışı, harcama kısıtı yönünde tedbirler olacaktır. Borç stokunu, bütçe açığını kontrol altında tutabilmek için... Bu adımlar atıldığı, vergiler yükseldiği zaman, kamu harcamaları azaldığı zaman zorluklar devam edecek demektir. Gelir vergisi, kurumlar vergisi yükseldiği zaman... Özellikle finans sektörü için de geçerli. Biz İstanbul Finans Merkezi'ni o açıdan da önemsiyoruz. Türkiye'nin kamu mali yapısı güçlü olduğu için finans sektörüyle ilgili vergi uygulamalarımızın önümüzdeki dönemde makul oranlarda devam edeceğini buradan rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Dolayısıyla Avrupa ya da ABD finans merkezleriyle mukayese ettiğimizde Türkiye'de daha düşük vergi oranlarını önümüzdeki dönemde sürdürmemiz mümkün olabilecek. Bu da Türkiye ve pek çok gelişmekte olan ülke için önemli.''

Başbakan Yardımcısı Babacan, her krizin ve programın beraberinde fırsatlar da getirdiğini, 1994 ve 2001 krizlerinin Türk iş dünyasının dışa açılmasına vesile olduğunu, son krizin de Türkiye'ye Avrupa dışındaki pazarlara yönelmek ve sadece Avrupa değil çok daha büyük bir dünyaya hitap edebileceği altyapıyı oluşturmak gibi bir fırsat sunduğunu vurguladı.

-''İslami finans, yumurtaların bir sepete konmamasını sağlıyor''-

Faizsiz finans modelinin dünyada uzun tarihe sahip bir konu olmadığını, asıl 2000'li yıllarda hızla yaygınlaştığını belirten Babacan, son krizin İslami finans modellerinin faizli sisteme göre daha sağlam durduğunu, daha fazla risklerden korunmuş bir tablo ortaya koyduğunu gösterdiğini söyledi.

Standart, geleneksel bankacılıkta karşılıklı taahhütleşme bulunduğunun, faizsiz sistemde ise risk paylaşımının kendiliğinden bir bakıma yumurtaların bir sepete konmamasını ve riskin oyuncular arasında dağılmasını beraberinde getirdiğinin altını çizen Babacan, finans sektörü hareketleri ile reel sektör hareketleri arasında birebir bir bağ bulunduğunu, bu bağın kriz ve türbülans dönemlerinde sistemin daha dayanıklı olduğunu ortaya koyduğunu ifade etti.

Türkiye'de aslında faizsiz, katılım bankacılığının 1980'li yıllardan beri uygulandığına, ancak yıllarca ''üvey evlat'' durumuna düşürüldüğüne işaret eden Babacan, yeni Bankacılık Kanunu'ndan sonra bu alanın hızla büyüdüğünü vurguladı.

Kira sertifikalarının, sukukun Türkiye için yeni bir enstrüman olduğunu hatırlatan Babacan, ''Hazine olarak biz bunun ilk örneklerinden birini teşkil ettik. Hazine bunu yaptıktan sonra, özel sektörün de bu işe daha çok ilgi göstereceğini bekliyorum. Hem katılım bankalarımızın, hem diğer bankalarımızın... Bizim geleneksel bankalarımızın da kira sertifikası ihracının önünde bir engel yok'' diye konuştu.

-''Piyasa şartları ve iç şartlar uyum sağladığında yapılır''-

Dünyada şu anda bu tür finansmanın toplam varlık değerinin 1 trilyon doları bulduğunun altını çizen Babacan, sadece dünyada bu yılki kira sertifikası ihracının 130-140 milyar doları bulacağını söyledi.

Hazine Müsteşarlığı'nın bu konularda çok profesyonel bir çalışma içinde olduğunu dile getiren Babacan, hem finansman ihtiyacına, hem piyasanın şartlarına göre uygun zaman bulunduğunda, piyasa şartları ve iç şartları bir bakıma uyum sağladığında bu tür işlemlerin yapıldığını ifade etti.

Ali Babacan, ''Ne kadar sıklıkta olur, toplam rakam ne olur? Şu anda fazla bir şey söyleyemiyoruz. Piyasa şartları ne zaman, ne kadar elverirse, kendi borçlanma ihtiyacımızı da dikkate alacak şekilde bir çizgi izlemek istiyoruz. Ama birden piyasayı kira sertifikası kağıtlarına boğacak bir yaklaşımda bulunmak istemiyoruz. Tabir yerindeyse biraz tatlı tatlı satmak istiyoruz'' şeklinde konuştu.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, henüz Vakıfbank'ın ikincil halka arzının söz konusu olmadığını belirterek, ''Ama ilerde gerekirse Halkbank'ta olduğu gibi orada da bir ikincil halka arz olabilir'' dedi.

Babacan, 3. İstanbul Finans Zirvesi'nde yaptığı konuşmanın ardından katılımcıların sorularını yanıtladı. Halkbank'ın ikincil halka arzı için düğmeye bastıklarını dile getiren Babacan, şu anda Halkbank'ın yüzde 25'inin halka açık olduğunu, ama yüzde 15, 20 ve 24'e kadar daha halka açılabilme durumlarının olabileceğini ifade etti.

Halkbank'ın halka açıldıktan sonra yüksek performans gösterdiğini anlatan Babacan, Vakıfbank'ın hisse ve ortaklık yapısı ile ilgili de bir miktar belirsizlik olduğunu kaydederek, ''Yani kamu bankası mıdır özel banka mıdır, bu noktada belirsizlik söz konusuydu ama bundan önce asıl Vakıflar Genel Müdürlüğü'müzün bu hisseye sahip olup da çok düşük miktarda temettülerle işini yapmasındansa, hisseler karşılığında bir fon oluşturup bunun geliri ile Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görevlerini yapmasının daha uygun olacağını düşündük'' diye konuştu.

Ziraat Bankası'nın, Halkbank'ın ve Vakıfbank'ın kamu bankaları olmalarına rağmen, özel sektör mantığında çalışan bankalar olduğuna dikkati çeken Babacan, bunun özellikle yönetimin, çalışanların gerçekten bankacılık yapması ile ilgili bir durum olduğunu anlattı.

Bu kurumların daha önceki dönemlerde sürekli zarar eden, Hazine'den aldığı para desteği ile hayatını sürdüren kurumlar olduğunu anımsatan Babacan, sadece Ziraat Bankası'ndan son 9 yılda aldıkları temettünün nakit olarak 10 milyar doları geçtiğini kaydetti.

BDDK'nın, son yıllarda karın bankalar içinde tutulmasıyla ilgili çok haklı bir yaklaşım içinde olduğuna işaret eden Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu haklı bir yaklaşımdır. Bu kamu bankaları için de geçerli, özel bankalar için de. Bankacılık sektörümüz hızla büyüyor, kredi hacmi büyüyor, doğal olarak sermayenin de banka içerisinde olması gerekiyor. Özellikle Vakıfbank açısından durum böyle olunca, karın da ağırlıklı olarak banka içerisinde tutulması gerekir, doğrusu da o. Biz Hazine olarak bir menkul kıymet sepeti oluşturacağız. Bu menkul kıymet sepetinin hisseleri karşılığında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün iradesine vereceğiz. Bunun sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü değil. Sadece idaresini ve temsilini yürütecek. Vakıfların tarihinde önemli bir adım olacak. Henüz Vakıfbank'ın ikincil halka arzı ile ilgili bir şey yok. Ama ilerde gerekirse Halkbank'ta olduğu gibi orada da bir ikincil halka arz olabilir.''

Halkbank'ın halka arzı ile ilgili Özelleştirme İdaresi'ne talimat verdiklerini belirten Babacan, yetkililerin ellerinde tüfek, avcı gibi beklediğini, avı görünce işlemi yapabileceklerini ve Özelleştirme İdaresi'nin uygun gördüğü değerlerin oluşması gerektiğini ifade etti.

Bunun önümüzdeki haftalarda, aylarda olabileceğini tahmin etmediğini ifade eden Babacan, bir acele içinde olmadıklarını, uygun piyasa koşullarını beklediklerini söyledi.

-''Mali disiplinin olmadığı bir yerde merkez bankalarının görevleri sınırlı''-

Kendileri için mali disiplinin her şeyin başı olduğunu vurgulayan Ali Babacan, Türkiye'nin son yıllarda yakaladığı başarının en temel faktörünün mali disiplin olduğunu söyledi.

Mali disiplinin olmadığı bir yerde merkez bankalarının görevlerinin sınırlı olduğunu vurgulayan Babacan, mali disiplinin sağlanmasıyla diğer kurumlara rahat hareket alanı oluşturulabileceğini ifade etti.

2010-2012 yılı bütçe açığının yıl başında öngörülen rakamlardan biraz daha fazla olacağına yönelik hesaplamaların olduğunu aktaran Babacan, bunun daha da önemlisinin 2013'e nasıl sirayet edeceği olduğunu dile getirdi.

Bütçe harcamalarının, giderlerin her yıl enflasyon artı büyüme oranında arttığını aktaran Babacan, aynı miktarda artış gelir tarafında sağlanamazsa, bunun 1990'ların kötü dönemlerini beraberinde getireceğini vurguladı. Babacan, şöyle devam etti:

''Buradaki en önemli şey bütçe açığını kontrol etmek ve sürdürülebilir seviyede tutmak. Öte yandan neye ne yapılacağı konusunda dikkatli olunmalı. Bugün Türkiye'de satın alınan otomobillerin yüzde 70'i ithal. Doğalgaz tamamen ithal, petrolün hemen hemen tümü ithal. Dolayısıyla enerji kalemimiz dışarıya bağımlı olduğumuz kalemler. Dışarıya bağımlı olunan kalemlerde de iç tüketime çok dikkat etmemiz gerekiyor. Özellikle akaryakıt tarafına bakıldığında akaryakıt vergilerinde 2009'dan bu yana bir düzenleme yapılmamış. Akaryakıtta vergiler litre başına sabittir. Litre başına belli bir kuruştur. Yüzde değildir. Yüzde olsa 'işte fiyatlar arttıkça vergiler de artar' diyebilirsiniz. Dolayısıyla sabit bir kuruş olduğu için 2009'dan bu yana sadece enflasyonu karşılayacak bir ayarlama yaptık. Yani bir büyüme yok. Sadece yaptığımız 2009 Aralık'tan bu yana ne kadar enflasyon olmuşsa, o enflasyon oranında o akaryakıt içerisinde kuruş bazında sabit olan ve 2,5 yıldır değişmeyen ÖTV'yi enflasyon oranında bugüne getirmiş olduk. Önemli olan buradaki istikrardır. Bütçe dengesi bozulursa Türkiye'de ne güven kalır, ne huzur kalır. Buna çok çok dikkat etmeli ve bunun bilincinde hareket etmemiz lazım.''

Öte yandan harcamalarda da dikkatli olunması ve israftan kaçınılması gerektiğini belirten Babacan, gelir tarafında da gider tarafında da yersiz harcamalarda tedbir alınılması gerektiğini ifade etti.

Çok zor bir dönemde olunduğunu ve dikkatli olunması gerekiğini dile getiren Babacan, bütçe dengelerinin Türkiye'deki istikrarın, huzurun temeli olduğunu vurguladı.

-''Vergi gelirleri düşse de sıhhatli bir büyüme var''-

Bütçede bir miktar bozulma olduğunu ve bu bozulmanın 3'te birinin gelirlerin beklenen kadar olmaması, 3'te 2'sinin ise giderlerin artmış olmasından kaynaklandığını anlatan Babacan, ''Dolayısıyla atılacak adımların, atılacak tedbirlerin bu çerçevede düşünülmesi gerekiyor'' dedi.

''Büyüme yüzde 4 değil de yüzde 3,5 oldu diye vergi gelirleri düştü'' yaklaşımının doğru olmadığına dikkati çeken Babacan, Türkiye'de büyümenin kompozisyonunun değiştiğini, büyümenin iç tüketimden ihracat ağırlıklı bir büyümeye döndüğünü belirtti.

İç tüketimden ihracat odaklı büyümeye dönülünce vergi gelirlerinde bir miktar kayıp olduğunu anlatan Babacan, ''Sadece yüzde 4'lük büyüme yüzde 3'e düştü. 'O yüzden vergi gelirleri düştü' demek yanlış bir analiz'' diye konuştu.

Burada vergi gelirleri düşse de sıhhatli bir büyümenin olduğunu vurgulayan Babacan, ''İç tüketimin daha makul oranlarda seyretmesi ama bunun yanında ihracatla dış taleple gelen bir büyüme, bizim tam arzu ettiğimiz bir büyüme kompozisyonu. Biraz bütçe maliyeti var ama biz ona katlanırız. Türkiye'nin tasarruf oranlarıyla orantılı bir şekilde büyümesi, sürdürülebilir bir büyüme oranına sahip olması her şeyden önemli'' ifadelerini kullandı.

-''Birkaç haftaya kadar yenilenmiş Orta Vadeli Programı açıklayacağız''-

Birkaç haftaya kadar yenilenmiş Orta Vadeli Programı açıklayacaklarını vurgulayan Babacan, bugün 2012 için görünüme bakılacak olursa, cari açığın beklenilenden daha aşağıda, büyümenin beklenilenden daha aşağıda yüzde 4 değil de yüzde 3,5 olacağını, ama Avrupa'nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden olacağına ifade etti.

İşsizliğin beklenilen oranın 1 puan altında olacağını vurgulayan Babacan, büyümedeki yavaşlamaya rağmen işsizliğin 1 puan altında gelmesinin çok önemli olacağını söyledi.

Büyümenin en önemli amacının istihdam olduğunu belirten Babacan, yüzde 3,5'luk bir büyümeyle bile beklediklerinden daha iyi bir istihdam oluşturduklarını kaydetti.

Genel tabloya bakılacak olursa 2012'de çok sıhhatli bir büyümenin olduğunu vurgulayan Babacan, ''Beklediğimizin daha da ötesinde bir başarı ile bu yılı tamamlayacağız. Bütçe konusunu söyledik. Belki orada 1 puanlık bir sapma olabilir. Ama 2013 için neler yapabileceğimizi Orta Vadeli Program'la ortaya koymamızda fayda olabilir. Belki bugün girmek çok doğru olmayabilir. Çünkü o tarihte biz bunun sadece teknik çalışmasını değil, siyasi karar verme açısından da fikslemiş oluyoruz'' diye konuştu.

-''Türkiye'deki vatandaşların Avrupa standartlarında tüketici koruma mevzuatına kavuşması çok önemli''-

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın tüketici hakları ile ilgili bir tasarı hazırladığını ve bunu kamuoyu ile paylaştığına dikkati çeken Babacan, bunu daha sonra Ekonomi Koordinasyon Kurulu'nda sektör sektör değerlendirileceğini söyledi.

Düzenlemelerin hangi kanunda ne şekilde olacağının kararının verileceğini aktaran Babacan, çok dikkat edilmesi gerektiğini, bir yandan bir şey yaparken diğer yanda da başka şeylerin yıkılmaması gerektiğine işaret etti.

Popülizminden uzak durulması gerektiğinin altını çizen Babacan, gerçekler bazında hareket edilmesi gerektiğini, Türkiye'deki vatandaşların Avrupa standartlarında tüketici koruma mevzuatına kavuşmasının çok önemli olduğunu sözlerine ekledi.