Taraftarın "futbol ekonomisi"nde büyüyen rolü
Galatasaray Dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Şenol, taraftarlıkla gelişen futbol ekonomisi arasındaki ilşkiyi değerlendirdi
Galatasaray Dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Şenol, taraftarlıkla gelişen futbol ekonomisi arasındaki ilşkiyi değerlendirdi.
Şenol'un değerlendirmesi şöyle;
Rahmetli başkan Özhan Canaydın, Galatasaray taraftarı için “müşteri” tanımını kullandığında kıyametler kopmuştu. Taraftarlar ayaklanmış Ali Sami Yen Stadı’na “taraftara müşteri diyemezsin” pankartları asılmıştı.
Kızgınlığın sebebi “müşteri” kelimesinde doğal alarak içeren “ticaret” imasıydı. Ticarette “alan” ve “satan” vardır; taraftar olarak “ruhsuz bir meta gibi” “alıcı” rolüne konmamıza çok kızmıştık. Kızmıştık çok, evet ama, Özhan Canaydın taraftara “müşteri” tanımını yaparken, aslında futbol kulüplerinin yeni dünya düzenindeki işlevine ve hala geçmişte yaşayanlara “artık yeni bir unsur var, evet eskiden yoktu ama bugün artık çok önemli” demek istiyordu.
Belki bir iletişim kazası, belki bir yanlış kelime seçimi ama sonuçta söyledikleri bir gerçeği ifade ediyordu. Özhan Başkan, yıllar sonra bir söyleşisinde bunu daha anlaşılır bir biçimde şöyle anlatmıştı: "Hep şampiyon olacaksınız. İkincilik başarıdır dediğiniz zaman taraftar kızıyor. Kesinlikle taraftara müşteri diyemezsiniz. Altı senede ağzımdan bu kelime bir kere çıktı. Biz müşteri değil, taraftarız pankartı açtılar. Aylardır stadımız dolmuyordu. Biletleri yarı fiyatına indirdik. Üstüne bir de 39 YTL etiketli Metin Oktay forması dağıttık. Maça giriş 15 YTL oldu ve stat doldu. İmkanınız olmasa da bu jestleri yapmak zorundasınız. Başka çareniz yok. Gelir onlardan geliyor.”
Evet, gerçek tam da bu. Eğer taraftar faktörünü futboldan çıkardığınız takdirde geriye pek bir şey kalmıyor. Hele eskisi gibi maçlara gidip gelen, sadece bağırıp çağıran, takımına destek olan seyirci figürü de çoktan kayboldu.
Artık, teşbihte hata olmaz, “müşteri” gibi taraftar var. Çünkü hatırı sayılır miktarda maddi gücünün bir bölümünü takımına harcıyor. Kombine alıyor, bilet alıyor, forma alıyor, çocuğuna takımının mağazasından hediye alıyor…
Gelirde artan taraftar katkısı
Not almışım; 2014 yılının rakamlarını açıklayan eski Yönetim Kurulu üyesi Mete İkiz'in yaptığı bir sunumda tam bunun rakamsal karşılığını var:
Galatasaray’ın Ocak-Haziran 2014 konsolide gelir toplamı olan 212.3 milyon TL’nin içinde en büyük payı % 28 ile bilet gelirleri oluşturuyordu.
60.4 milyon TL’ye denk düşen bu geliri %18 ile yayın hakkı gelirleri (38,8 milyon TL), % 14 ile sponsorluk gelirleri (30,6 milyon TL), % 10 ile isim hakkı gelirleri (21 milyon TL) ve % 9 ile mağazacılık satışları (18,4 milyon TL) izliyordu.
Sadece bu rakamlar bile Galatasaray’da taraftarın artık eskiye göre ne kadar güçlü ve önemli bir konum elde ettiğini göstermeye yeterli. (Örneğin bugün öğreniyoruz ki 2015-16 sezonuna girerken taraftar tam 33.000 kombine, 225.000 de forma satın almış. Toplam gelirin nerdeyse % 50'sini oluşturacak demek bu.)
Evet, elbette “taraftar” tanımının içerisindeki duygu ile, aşk ile ancak tanımlanabilecek bağlılık tutkusu yerini muhafaza ediyor. Bizim kuşak gibi, “14 yıl başarı gelmeden sabretmekten ve takımının yanında olmaktan” başka bir taraftarlık duruşunu bilmeyenler, “endüstri”, “sektör” vd. gibi terimlerden hala hoşlanmıyor ama gerçek şu ki, taraftarın anlamı da, içeriği bir miktar değişmiş durumda artık. Futbol ekonomisi yazılarıyla tanınan Tuğrul Akşar, bu yeni “taraftarlık” tanımına “taraftar tüketici” tanımını ekliyor sürekli yazılarının birinde: “Yetmişli ve seksenli yılların ortalama seyirci profili yerini artık, yıllık gelirinin belirli bir kısmını “taraftar tüketici” olarak, “bağlılık körlüğü” temelinde, kulübüne harcayan, gelir düzeyi daha yüksek, konforlu localarında ve yıllık ciddi tutarda harcamayla kombine kart alan, orta ve üst gelir grubu seyirciye bıraktı. Bu bağlamda, seyirci müşteriye dönüşürken; kulübün arz ettiği her türlü mal ve/veya hizmete yönelik talepte de, karakteristik bir değişiklik yaşanılarak, klasik tüketici profilinin yerini “taraftar tüketici’’ aldı. “
1.9 milyar TL!
Elimizde bu konuda somut veriler de var. Lig başlarken Anadolu Ajansı’nın yaptığı çalışmada, Süper lig’de mücadele eden takımların gelirlerinin topamda 1.9 milyar TL’ye ulaştığını gösteriyor. 2000 yılında bu rakam sadece 423 milyon TL idi. Değişim ve gelişim dikkat çekici. Türkiye’de futbolun lokomotifi görevini gören Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un bu gelirlerin ortalama % 44’ünü elde ettiğini not düşelim (2015 rakamları henüz yok).
Bir diğer veri de, her ne kadar 2012’de ve internet üzerinden yapılmış olsa da, taraftarın davranış kalıplarındaki değişimi ve bugünün değerleri üzerinde oluşturduğu “aslan payı”ını gösteren Futbolfinans sitesinin yaptığı “Taraftarın Harcama Eğilimleri Anketi”nden geliyor. Ankete katılan yaklaşık 3.000 taraftardan elde verilen verilere Lig TV aboneliği %43, kombine sahipliği %34 oranlarında. Kulüp telefon hatları kullanma oranı %18, kulüp kredi kartı kullanım oranı % 32, forma sahipliği oranı % 56.
Galatasaray’ın bir dönem yaptırdığı bir araştırmada Galatasaray için hayatının ve bütçesinin bir bölümünü harcayan, düzenli olarak Galatasaray’ı takip eden “gerçek” anlamda taraftar oranının hiç de azımsanamayacak bir düzeyde olduğu ortaya çıkmıştı. Genel bir fikir vermesi açısından, başarı dönemlerinde ve başarısızlık dönemlerinde iniş ve çıkışlar yaşasa da bu “kararlı taraftar” sayısı 400.000 olarak çıkıyordu. Nitekim Galatasaray’ın Türkiye forma satışları tarihine ulaşılması güç bir rekor olarak giren 2012-2013 forma satışlarında yakalanan oran, 440.000 idi. Bu da araştırmanın doğruluğuna işaret ediyor. Türkiye kulüp taraftarlığı araştırmalarının ortaya çıkardığı gerçek olan Galatasaray % 39, Fenerbahçe % 33, Beşiktaş %15, Trabzon % 3 oranlamasına uyarladığımızda Türkiye’de yılda yaklaşık 1 milyon forma satıldığı ortaya çıkıyor.
Ya kulüpler?
Ama tabii, yeni dünyanın gelişen koşullarında iş artık futbol kulüplerine düşüyor. Yıllarca sınırlı, kapalı ve kendi içerisinde yeterli yapılar şeklinde hayatlarını sürdüren spor kulüpleri, bugün önemli bir sınavla karşı karşıya. Özellikle büyük kulüpler, geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Bir yanda yıllardır sürdürülen geleneksel yapı.. Diğer yanda artık daha çok ihtiyaç duyulan, “çarkı” döndürmek için gereken maddi kaynak gereksinim… Bir yanda, taraftara göre örgütlenmemiş, onu dışarıda bırakan kulüp yapısı, diğer yanda giderek artan başarı beklentilerinin baskısı.. Bir yandan kulüp gelirleri içerisindeki payı giderek artan taraftarlar, diğer yanda sesi daha çok çıkan ve talepleri çoğalan “tüketici taraftar”…
Gelişmenin seyri konusunda gözlerimizi Türkiye’de biraz yukarı kaldırıp dünyaya bakmak gerekiyor.
Kulüpler, sponsorlar ve taraftarlarla çok güçlü bir “denge” tutturabilmiş Avrupa ligleri var karşımızda… Öncellikle “oyun”un adaletli olduğuna inanmış, futbol paydaşları.. Kulüpler de, sponsorlar da, taraftarlar da sezonlar başlarken düzenleyici kurumların “eşit ve adil” bir lig yönetme vaadlerini veri alarak başlıyorlar her yıl.. Öncelikle bu konunun çözülmesi gerekiyor. 2011’de başlayan 3 Temmuz sürecinin toplam Türkiye futbol pazarını ne kadar etkilediğine dair somut veriler henüz yok elimizde. Sadece bazı bölük pörçük veriler var. Ama görünen köy kılavuz istemiyor artık. Büyük kulüplerin sponsor bulma güçlüğüne düşmeleri, geçen yıl Fenerbahçe’nin, bu yıl Galatasaray'ın - şimdilik- forma sponsoru bulamaması, Anadolu kulüplerinin çoğunun sırtının devlete dayamış olması, bilet satışlarının geçen sene adeta yarıya yakın bir oranda düşmesi, bu yılın ilk haftalarında da aynı tablonun devam etmesi...
Bunlar bile alarm zillerinin çoktan çaldığını gösteriyor… Artık kulüplerin taraftarlarla ortaklaşa, tanımlanmış hedefleri oluşturmaları gerekiyor. Ortak payda temelinde birlikte yürünebilecek bir yolun çizilmesi çok önemli.
“Tüketici taraftarı” ikna edebilecek, sahiplenebileceği ve peşinden gideceği bir yol ve ortak hedefler… Taraftarın, kulüplerin gözündeki konumlandığı yer değiştikçe, gelirler artıyor.
Eskisi gibi atkısını boynuna sarıp saatlerce yol yapıp stada gelen, stadın köşesinde “ne etinden yapıldığı belli olmayan köftesini yerken, içeri girmekte zorluk çeken eski taraftar yok.
En ufak bir haksızlıkta hakkını arayan, daha çok hizmet isteyen, hizmeti değerlendiren, olduğu gibi kabul etmeyen, seçen taraftar, daha doğrusu artık bilinçli tüketici gibi davranan tüketici taraftar var…
Rahmetli Başkan Özhan Ağabey’in yıllar önce tepki görmek pahasına işaret ettiği bu içerik, bugün bütün kulüplerin önündeki ve gündemindeki en büyük konu.
Çözen, ileri gidecek.
Olduğu gibi kalmakta ısrar eden ise yerinde sayacak; hatta geri gidecek…