Bloomberght
Bloomberg HT Haberler Brexit sürprizleri

Brexit sürprizleri

Başbakan May'in iktidar çoğunluğunu kaybettiği seçimlerin ardından 'sert Brexit' olarak tanımlanan siyasi pozisyonun sürdürülemeyeceği ortaya çıktı. Seçimler sonrasında oluşan yeni siyasi koşullar, sert Brexit yerine yumuşak Brexit olarak tanımlanan daha farklı bir ilişki modelini ön plana taşıdı

Giriş: 02 Ağustos 2017, Çarşamba 16:18
Güncelleme: 02 Ağustos 2017, Çarşamba 16:19

Brexit, İngiliz siyasetinin korkulu rüyası olmaya devam ediyor.

İktidardaki Muhafazar Partinin bir önceki başkanı David Cameron'un Brexit ile ilgili hesap hatasının bir benzerini halefi Theresa May de tekrarladı. Cameron, kazanacağını düşünerek İngiltere’nin AB üyeliği konusunda bir referanduma gitme taahhüdünde bulunmuştu. Geçtiğimiz yıl mayıs ayındaki referandumda, ufak bir farkla da olsa, İngiliz seçmenler Birleşik Krallığın AB’den çıkması yönünde oy kullandılar. Cameron’dan iktidarı devralan May ise AB ile haziran sonunda resmen başlayan Brexit müzakerelerinde elini güçlendirmek adına erken seçime gitmeye karar verdi. May de aynen Cameron gibi siyaseten tatsız bir sürprizle karşılaştı ve haziran ayındaki seçimden iktidar çoğunluğunu kaybederek çıktı. Esasen yerini almak isteyen önde gelen bir Muhafazakar Parti siyasetçisi bulunmadığından yerini korumayı başaran Başbakan Theresa May’i şimdi eskisinden de zorlu bir Brexit süreci bekliyor.

Seçimler öncesinde May’in tutumu belliydi. “Anlaşamamak kötü bir anlaşmadan evladır” şeklinde özetlenebilecek bir bakış açısına sahip olan Başbakan May, AB ile zorlu bir müzakere yapacağını ve kendi önceliklerini AB’ye kabul ettirememesi durumunda da müzakere masasından imza atmadan çekileceğini beyan ediyordu. Ancak seçimler, hard Brexit - sert Brexit olarak tanımlanan bu siyasi pozisyonun seçmenlerce benimsenmediğini gösterdi. Dolayısıyla İngiliz liderler AB ile müzakerelerde artık daha esnek davranmak zorunda kalacaklar.

Sert Brexit'ten yumuşak Brexit'e

Sert Brexit’i tanımlayan üç özellik vardı. Birincisi İngiltere’ye ticaret politikasında özgürlük kazandırmak. Bu görüşün savunucularına göre, İngiltere dış ticaret politikasında bağımsız hareket edebilme yeteneğini kazanmalıydı. Dolayısıyla İngiltere’nin hem AB Tek Pazarından hem de Gümrük Birliğinden çıkması gerekiyordu. İkinci hedef İngiltere’nin göçmenler ile ilgili politikalarında AB kurallarına bağlı olmadan hareket edebilmesini öngörmekteydi. Bu şartlar altında İngiltere göç konusunda kendi ulusal politikalarını uygulamalı, gerekirse AB ülke vatandaşlarının İngiltere’ye yerleşme hakkını da sınırlayabilmeliydi. Son olarak da Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın kararlarının bağlayıcılığına son verilmesi isteniyordu. İngiliz mahkemelerinin yargının en üst makamı olarak yeniden tesis edilmesine yönelik beklentiler oluşturulmuştu.

Seçimler sonrasında oluşan yeni siyasi koşullar, sert Brexit yerine soft Brexit - yumuşak Brexit olarak tanımlanan daha farklı bir ilişki modelini ön plana taşıdı. Zira parlamentoda çoğunluğunu kaybeden Muhafazakar iktidarın, sert Brexit koşullarını içeren bir müzakere sonucunu milletvekillerine kabul ettirme imkanı kalmamıştı. AB dostu olarak bilinen birkaç Muhafazakar milletvekilinin bu oylamada pakete karşı oy kullanmaları, hem İngiltere’nin anlaşma olmadan AB’den çıkması sonucunu doğuracak hem de May’in siyasi kariyerini bitirecekti. Bu nedenle, bugün artık AB ile müzakerelerin Brexit’in bu yeni yorumuna göre yeniden tanımlanması ihtiyacı doğdu. İngiliz hükümetinin pozisyonunu da bu doğrultuda gözden geçirmesi gerekti.

Tek Pazara erişimin bedeli

Bu politika değişikliğinin ilk izdüşümü dış ticaret politikasının geleceğine dair yaşandı. Sert Brexit’in olmazsa olmaz koşullarından biri olan Tek Pazar ve Gümrük Birliğinden çıkış şartı yeniden tartışmaya açıldı. Aslında İngiltere için AB Tek Pazarı içinde kalmak bugünkü şartlarda dahi çok zor görünüyor. Norveç ve İzlanda gibi başka ülkeler için halihazırda yürürlükte olan bir formül bulunmasına rağmen, Avrupa Ekonomik Alanına (AEA) üyelik olarak tanımlanabilecek bu seçeneğin İngiliz siyasi liderler ve toplumu tarafından kabul edilme şansı pek yok. Zira bu seçenekte AEA üyesi ülke, AB Tek Pazarına erişim hakkı kazanmakla birlikte, bütün AB müktesebatına uyum yükümlülüğünü de üstlenmiş oluyor.

Üstelik bugünkü İngiltere’den farklı olarak, o müktesebatın oluşturulmasında söz hakkı olmadan bu mükellefiyeti kabul etmiş oluyor. Siyasa bağımlılığı olarak tanımlanabilecek bu modelin, İngiltere gibi büyük ve imparatorluk geçmişi bulunan bir ülke için uygun olmadığı açık. Kaldı ki AB Tek Pazarına erişimin bir diğer şartı ise AB vatandaşlarının hareket ve yerleşme özgürlüğünün sınırlanmaması olacaktı. Bu nedenle, Brexit ile ilgili olarak bugünün değişen siyasi konjonktüründe bile Tek Pazar gerçekçi bir seçenek olarak görülmüyor.

Türkiye örneği İngiltere'deki tartışmaları etkiledi

Buna karşılık, Gümrük Birliği seçeneği İngiltere’de çok daha güçlü bir olasılık olarak tartışılmaya başlandı. Mal ticaretinde AB’nin ortak ticaret politikası kurallarına bağlı kalmanın elde edilecek ekonomik getirinin bir maliyeti olarak kabul edilebileceğine dair argümanlar zemin kazandı. Keza İngiltere’nin AB ile gelecekteki ticaret rejiminin Gümrük Birliği veya bir Serbest Ticaret Anlaşması (STA) yoluyla şekilleneceği artık kesinlik kazandığından, Türkiye açısından da izlenmesi gereken bir zeminde, Gümrük Birliği ile potansiyel bir STA’nın muhasebesi yapılmaya başlandı. Örneğin Hazine Bakanlığı tarafından yapılan bir ekonomik çalışmaya göre, İngiltere’nin Gümrük Birliğinden çıkarak AB ile bir STA yapması durumunda, üçüncü ülkelerle ticaretinde yüzde 22 oranında bir azalma olacağı tahmin edildi. [1]

İngiltere’de yerleşik başta otomotiv sektörü olmak üzere imalat sanayiindeki birçok çokuluslu şirketin de desteklediği Gümrük Birliğinde kalma opsiyonu İngiltere için artık en olası seçeneklerinden biri olarak görülmekte. İşin ilginci, bu tartışmalarda Türkiye’nin adının da, AB ile mevcut gümrük birliği nedeniyle çok sık telaffuz edilmesi. AEA ülkelerinden farklı olarak, büyük ve dinamik bir ekonomiye sahip olan Türkiye’nin AB ile gümrük birliği rejimini 20 yıldan bu yana devam ettirebiliyor olması, İngiltere’deki tartışmaları etkilemiş ve İngiliz siyasetçileri bu yönde cesaretlendirmiş gibi görünüyor.

Brexit sonrası kurumsal bütünleşme perspektifi

Öte yandan AB üyeliğine son verilmesine yönelik bu müzakerelerde, İngiltere bakımından kayda değer bir diğer değişiklik ise AB kurumları ile ilişkilerinin geleceğine dair yaşandı. Gerçekçiliğin zaman içinde daha ağır basması ile İngiliz liderler farklı alanlardaki AB kurumları ile AB üyesi olmadan da operasyonel bir ilişkiyi devam ettirmenin faydasının bilincine varmaya başladılar.

Örneğin İngiliz bayraklı uçakların Brexit sonrasında AB ülkelerine sorunsuz uçabilmeleri için İngiltere’nin Avrupa Sivil Havacılık Emniyet Ajansı ile ilişkisini devam ettirmesinin önemi anlaşıldı. Keza İngiltere’de üretilen ilaçların AB ülkelerinde satılabilmelerinin bir ön şartı olarak Avrupa İlaç Ajansı ile irtibatın aynı şekilde korunmasının gerektiği ortaya çıktı. Yapılan bir ön çalışma ile bu nitelikte 35 farklı AB kurumu tespit edildi. Dolayısıyla müzakerelerin yeni bir önceliği, AB üyeliğine son vermiş bir İngiltere’nin bu kurumlar ile ilişkilerini koruması oluverdi. İşin bu boyutu Türkiye açısından da önem taşıyor. Zira AB üyesi olmayan bir ülkenin birçok farklı alanda yetkisi olan bu kurumlar ile ilişkisinin niteliği, Türkiye gibi AB ile ekonomik bütünleşmesi siyasi bütünleşmesinin önünde giden bir ülke bakımından yol gösterici olacak. İngiltere için sağlanacak esneklik veya kolaylıkların Brexit sonrası aynı statüde olacak olan Türkiye’ye de teşmil edilmesini talep etmek mümkün hale gelecek. Böylelikle tıkanmış bulunan siyasi katılım müzakerelerinin, gümrük birliği kulvarı yanısıra bir kurumsal bütünleşme perspektifi ile de güçlendirilmesi imkanı ortaya çıkacak.

Bu açıdan nasıl ki Türkiye’nin AB ile mevcut gümrük birliği İngiliz müzakereci heyeti için kayda değer bir referans teşkil ediyorsa, Brexit müzakerelerinde İngiltere’nin elde edeceği kazanımlar, Türkiye’nin gelecekte AB ile kurgulayacağı ilişki modeli için de bir esin kaynağı oluşturabilecek. AB ile ilişkilerde siyasi zeminde yaşanan zorlukların kısa sürede aşılmasına dair bir beklenti olmasa da, AB ile ilişkilerin tam üyeliğe alternatif olmayan ancak destekleyici mahiyette bir çerçeveye kavuşturulması amaçlanacak olursa, Brexit müzakereleri ilginç bir siyasi deney olarak iki yıl boyunca gündemimizde kalacak.

AA