Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Bu hafta, ABD'nin İran'a uyguladığı ambargoyu delme suçlamasıyla ile karşı karşıya olan ve ABD'de yargılaması devam eden eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla için karar haftası. Gazete Habertürk yazarı Serdar Turgut son gelişmeleri yazdı:

JÜRİNİN işini bu kadar ciddiye alacağını ve “anlaşılabilmesi tamamen imkânsız bir ülkede yaşananları anlamak için boşuna çaba harcayacağımı” hiç ummadığımdan, bu yazıyı karar açıklandıktan sonra yazma planım tamamen suya düşmüş durumda.

- Amerika’da bu davayla ilgili “mutlaka bir suç deklarasyonu olması” yolunda bir güçlü irade bulunduğunu bilmeme rağmen sanık Hakan Atilla’nın suçsuz bulunmasını hakikaten diliyorum. Eğer burada sıkça tekrarlanan hikâye gerçekten doğruysa, mahkemeler siyasi iradeden gerçekten bağımsızsa, jüriler gerçekten objektif karar veriyorlarsa bu davadan suç deklarasyonu çıkması bence imkânsız. Çünkü jürinin üzerinde titizlikle çalıştığı delilleri ben de onlar gibi dinledim. Ortada reddedilmesi mümkün olmayan türde delil yok ve “Türkiye’ye operasyon yapmaya çalışan bir ekibin” iddialarından oluşan bazı sözlerden başka da bir şey bulunmuyor.

BU İLK RAUNT

- Bence bu operasyoncu ekip, Türkiye’yle hesaplaşmasının ilk raundunu aslında masum olduğunu bildiği Hakan Atilla üzerinden yapmaya çalışıyor. Yani sanık konumunda olan Atilla bu davada kontrol etmesi imkânsız olan, hatta anlamasının bile mümkün olmadığı güçlerin yarattığı kafkaesk dünyada sıkışıp kalmış bir figürden başka bir şey değil. Dünya tarihinin karanlık yüzünde bu türlü komploların dalgasına kapılarak mahvolup giden masum hayatların maalesef çok olduğunu da unutmayalım.

BROOKLYN KÖPRÜSÜ

- Neyse ben ilk güne gideyim. Davanın görüldüğü adliye binası, Manhattan adasının güneyinde Brooklyn Köprüsü’nün tam altında. Daha önce benim içim belki de Woody Allen’ın etkisiyle romantik çağrışımlar yapan bir köprünün bu kadar sevimsiz bir yere komşu olması tüm romantik duygularımı öldürdü. Eskiden hayatta en keyif aldığım işlerden biri, köprüden yürüyerek Brooklyn’e geçip Patsy’s Grimaldi’de bir pizza yemekti. Şimdi köprü üstündeyken sola baktığımda bu sevimsiz davanın yapıldığı binayı görüp bu sevimsiz günleri hatırlayacağımdan bir daha bunu yapmam imkânsız.

TÜRKLER VE KURALLAR

- İlk gün rüzgâr sayesinde hissedilen hava sıcaklığı eksi 19 dereceydi. Adliye binasının altından hapishaneye bağlı bir yol da var. Sanıklar gidip gelirken üşümüyorlardı anlayacağınız. Ama Zarrab ilk gün Brooklyn’den getirildiğinden mutlaka üşümüş olmalı.

- Buradaki görevliler, meraklısı ve heyecanı büyük olan, üstelik kurallara uymakta sorunları bulunan kalabalıklara alışık değillerdi galiba. Çünkü kendi aralarında yüksek sesle Türkçe konuşan kalabalığı görünce hayli paniklediler. Anladığım kadarıyla damarında biraz Akdenizlilik kanı taşıyanların Protestan ahlakın disiplinine göre işletilen mahkeme kurallarına hemen uyum sağlaması mümkün görünmüyor.

MAHKEME GÜNÜ

- Anladığım kadarıyla burada yerleşik Türk kadınlar, evlerde gün düzenlemek yerine bir de değişiklik olsun diye mahkeme günü düzenlemişler ve buluşarak davaya gelmişler. “Hadi hem Zarrab’ı görürüz hem de aramızda biraz dedikodu yaparız” demiş olmalılar; çünkü bazılarında tavır buydu. Bir tek yanlarında getirmiş olmalarını umduğum dolma ve börekler yoktu.

GÜVENLİKÇİNİN TÜRK’LE İMTİHANI

- Adliye kapısından girdiğimde girişteki güvenliğin önü bir bayram arifesindeki otobüs garı gibiydi. Heyecan içinde bekleşen Türklerden oluşan bu grubu disiplin altına almaya, oradaki karikatür dergilerinden fırlamış gibi tipleri olan bu güvenlikçilerin yetmeyeceği belliydi. Bu heyecanlı kalabalığı kontrole ancak Bin Ladin’i imha eden komando timi yetebilirdi.

- Gazeteciler kamplara bölünmüş olduklarından kimse birbirine fazla bakmamaya çalışıyordu. Ben fraksiyonlar üstü olduğum için bu tür kaygılarım bulunmuyordu.

- İlgi o kadar fazlaydı ki yargıç, bir mahkeme salonunun yetmeyeceğine karar verdi ve ilave iki salona daha iç yayın sistemi kurulmasını istedi.

KAVGALARIM VE BEN

- Bütün bu ilgi Zarrab’ın tanıklığı bitinceye kadar sürdü. O ortadan çekilince tek salon yetip de artmaya başladı. Hatta ben esas salondaki yetkililerle kavga edince diğer salona geçiyordum. O zaman da yanıma gelerek beni asıl salona gitmem için ikna etmeye bile çalışıyorlardı.

- Neden kavga ettiğimi merak ediyorsanız onu da anlatacağım. Bu adamlar hallerine, tavırlarına alışmalarına imkân olmadıkları Türkleri ilk kez karşılarında görmüşler. Türkler de Viyana’yı kuşatan Osmanlı ordusu tavrındaydılar. Onları hayatım boyunca tanımama rağmen ben bile alışamadım bazı tavırlarına, bu zavallıcıklar ne yapsınlar ki? Ama onlar çaresiz kalmalarının tüm kızgınlığını benden çıkarmaya çalıştılar gibi geldi bana. Ben dışarıda hava eksi 19 derece iken salonda soğutma sisteminin çalıştırılmasının mantıksızlık olduğunu söyleyerek protesto ettiğimde aralarında anlaşıp beni fırsat buldukları takdirde tutuklanacaklar listesine aldıklarını fark ettim.

TÜRKÇE ÖĞRENDİLER

- Bu adamlar davanın üçüncü günü aniden Türkçe konuşmaya başladılar. Günaydın, hoşçakal, nasılsın filan dediler. Güne gelmiş kadın izleyiciler börek ve dolma getirselerdi bunlar çok da mutlu olurdu eminim. Biri, “Burada konulan her kuralın bir anlamı vardır” dediğinde ben müstehzi bir şekilde güldüm. Ama gerçekten de varmış. Salonun bu havada bile soğutulmasının, jürinin uykusunun gelmemesi için yapıldığı anlatıldı. Ben, “Bunlar galiba aşırı soğuktan bazen insanların ebediyen uyuduğunu herhalde hiç duymamışlar” diye düşünürken yargıç, bir jüri üyesini devamlı uyuduğu için jürilikten attı. Oda bu olaydan sonra daha da soğutuldu. Bir defasında jüriyi beklerken gazete okumaya başlamıştım, güvenlik görevlisi gelip “Gazeteyi ortadan kaldır” dedi. Güya karar aşamasındayken jüri üyeleri gazetede bir haber görüp etkilenmesin diye yapılıyormuş bu uygulama.

SALONDA KARİZMA YARIŞMASI

- Savcılık ve savunma arasında bir karizma yarışması yapılsaydı, eminim savunma açık arayla yarışı kazanırdı. Bay Rocco esaslı bir adam, gözlerinden zekâ fışkırıyor. Türkiye’den gelen firari eski polis Hüseyin Korkmaz’ın çapraz sorgulamasını yapıp 15 Temmuz sorularını soran genç avukat Todd Harrison’ın New York hukuk çevrelerinde yıldızı parlayan, bu genç yaşta bulunduğu şirkete ortak yapılan geleceği çok parlak bir avukat olduğu söyleniyor. Savunma timinin diğer ismi Bayan Cathy Fleming, beklediğimden daha sönük kaldı bu davada; gerçi Zarrab’ın çapraz sorgulamasının neredeyse tümünü o yaptı.

DERİN DEVLET ZİYARETİ

- Savcılardan biri, eski Başsavcı Preet Bharara gibi Hint asıllı; onunla teması olduğu da söyleniyor. Dava sürerken bir gün Bharara sürpriz yaparak salona gelmişti. Yargıç Berman, davayı ilk açan eski bölge savcısını görünce davaya ara verdi, ama bize davayla ilgili değil özel bir şey konuştukları söylendi. Doğrusu bunu hiç de inandırıcı bulmadığımı söylemeliyim. Whatsapp’tan konuşsaydılar daha az skandal olurdu herhalde.

- Davada bir delil sunulacaksa bu ilk önce yargıca, tanığa, savunmaya ve savcılara ekranlardan gösteriliyor. Jüri üyelerinin ve biz seyircilerin ekranında bunlar görülmüyor. Eğer bir itiraz yoksa, yargıç bunu delil olarak kabul ederse ancak o zaman jüri ve bizler görebiliyoruz.

HAKAN ATİLLA

- Hakan Atilla salona ilk geldiğinde elindeki dosyalar, havası ve avukatlarla şakalaşması nedeniyle onu önce avukat timinden sandım. Bir süre sonra aklım başıma gelince selam verdim ve davanın sonuna kadar her gün süren bir selamlaşma sürecimiz başladı. İlk hafta içinde artık dayanamadım ve çağanoz gibi yaklaşmakta olan şeriflere aldırmadan, “Hakan Bey, nasılsınız?” diye seslendim, kısa bir sohbetimiz oldu. Bunu da daha önce yazdım. Morali iyi gibiydi. Bir kez ailesinin fotoğrafı gösterilince haklı biçimde duygulandı, ağlayacak gibi oldu. Genelde sinirini sağlam tutuyordu, ama sona doğru gelinip jüri karar için çekildiğinde kaçınılmaz olarak sinirleri şu aralar biraz gergin. Eminim o da “Şu işkence, şu bekleme artık bir şekilde bitsin” diye düşünüyordur.

- “Davanın starı” diye bir şey olacaksa bunun tartışılmaz biçimde  Reza Zarrab olduğu söylenebilir. Magazin dünyasının çekiciliğine de kapılan seyirci, onu görmek için geldi davaya. Bir de heyecan yaratan ikinci kişi, tanık yapılan firari eski polis Hüseyin Korkmaz’dı. Onun yanında getirdiği 17-25 Aralık dönemine ait evraklar mahkemeye delil diye sunulunca bizler o karanlık günleri tekrar yaşamak zoruna kaldık. Davayı en istikrarlı bir şekilde izleyen New York Times muhabiri Benjamin Weiser bu aşamada hayli heyecanlıydı. Çünkü Weiser’in yayın yönetmeninin, Erdoğan’ın adının geçtiği yazı beklediği aşikârdı. Nitekim sadece Erdoğan’ın adının geçtiği haberleri yayınladılar.

- Şimdi tekrar heyecanla bekleme dönemi başlıyor, ama bu defa kısa süreceğine ve cuma gününe kadar bu kararın çıkacağına inanıyorum. Bu arada perde arkasında savunmanın, davanın düşürülmesine yönelik çabaları da sürüyor. Yargıç Berman bu konuda da karar vermek zorunda.

- Yargıç Berman kolay kolay sinirlenen biri değil. Bir defasında avukatlara, kafalarını “Katılmıyoruz” diye salladıklarında kızdı. Bir de yüksek sesle sohbet eden Türk izleyicilere.

- Şimdi gelinen noktada mahkeme salonunda herkes birbirine alışmaya başladı, hatta “Karar çıktıktan sonra birbirimizi özleyeceğiz” diyenler bile var. Karar beni mutlu edecek biçimde çıkarsa köprüden Brooklyn’e geçip bir adet kutlama pizzası yemeyi de planlıyordum, ama hava durumunu öğrenince bundan vazgeçtiğimi söyleyebilirim. Çünkü köprüden yürüyerek geçmeye çalıştığım takdirde yarı yolda donup basın şehidi olmam da mümkün.

Haberturk.com