Geçmişte kamu dışlamıştı şimdi ise küresel sermaye

90'lı yıllar, hatta 2000"li yılların ilk yarısında kamu kesiminin yüksek borçlanması ve buna paralel yüksek faiz vermesi, para ve borçlanma piyasasından özel sektörü dışlıyordu. Ülkenin hazinesi ile kimse rekabet edemiyordu. Reel faizler, 1990-2005 arasında yıllık ortalama yüzde 16 gerçekleşti. Ağırlıklı ortalama olarak her yıl böylesine bir reel faiz ödeme gücü, devletin dışında kimsede yoktu. Çünkü ekonominin reel tarafında böyle bir kazanç da yoktu. Sonuçta bu durum 1994 ve 2001 krizlerine yol açtı. İlki kamu borç kriziydi. İkincisi aşırı kamu borçlanmasıyla zayıflayan bankacılık sektörü, kamu borcu ve cari açık kriziydi. Tam olarak üçünü bir arada yaşadığımızdan cumhuriyet tarihinin en büyük krizi oldu. Bu, büyüklüğüne paralel siyasi ve ekonomik sonuçlar da doğurdu. Siyasi iktidar değişti. Bankalar ve kamu borçlanması düzeltildi ve güçlendirildi. Kamu borcunun azaltılması, enflasyonun düşürülmesi ve küresel bazda faiz düşüşlerinin de yardımıyla Türkiye'deki faiz oranlarının normal düzeylere doğru çekilmesi 2000'li yılların ortalarını buldu. Bulana kadar da, ne özel sektör doğru dürüst kredi kullanabildi, ne de bireyle tüketici kredisi. Para ve sermaye piyasalarında en büyük oyuncu devletti ve her şey onun ihtiyaçlarına göre domine edildi. Madalyonun ilk yüzü bu.
DAĞDAN GELİP BAĞDAKİNİ KOVDU
Madalyonun ikinci yüzünde ise küreselleşmenin artması ile Türkiye'nin 2001 sonrası krizden çıkış çabalarının çakışması, ekonominin dünya ile tam entegre olması, finansal sistemde küresel sermayenin varlığının artması ve bunun yarattığı sonuçlar var. İlk yıllarda bu sonuçlar daha küçüktü ve pek hissedilmedi ama son yıllarda giderek netleşti ve büyüdü.
■ Artık enflasyon tek haneli, faiz oranları da. Mevduat faizinin ortalaması yüzde 8. Bu da şubeye gelmeden ve 100 bin lira ve üstüne uygulanan faiz. Daha küçük tasarruflar belki pazarlıkla bu faizi alabilir. Yüzde 8 faizin yüzde 15 stopajı kesildiğinde geriye yüzde 6.8 net getiri kalır. Bu da önümüzdeki bir yılda beklenen enflasyona eşit. Yani sıfır reel var. Aynı hesabı hazine faizi için yaparsak negatif reel faizle karşılaşırız. Yüzde 7 faiz, bireyler için yüzde 10 stopaj düşüldüğünde yüzde 6.3 net getiri kalır. Enflasyonun altında.
■ Bu durum enflasyonla iç içe yaşayan yerli tasarruf sahipleri, parasını bu ülkede TL üzerinden kazanan, lira ile tasarruf eden, TL ile harcama yapanlar için söz konusu. Geçmişle kıyaslandığında müthiş bir kayıp var. Bunun beraberinde tasarruf oranı düştü. Milli gelirin yüzde 12'sine inerek tarihi en düşük seviyesini gördü. Getiri elde edemiyorsa neden tasarruf etsin ki. Üstelik kamunun sağlık hizmetleri artmışken, sosyal güvenliğin kapsamı genişlemişken, tüketici borçlanması yaygınlaşmışken ve geleceğe güven artmışken neden finansal tasarruflarını ya da yatırımlarını artırsın insanlar ve hanehalkı. Doğal olarak harcamasını ya da reel yatırımlarını artırıyor. Paralar konuta, arsaya, arabaya, reel yatırıma gidiyor.
■ Bu durumun yakın zamanda değişeceği de yok gibi. Çünkü, küresel bazda faiz oranları tarihi en düşük seviyelerde ve likidite tüm zamanların en yükseğinde. Sermaye hareketleri de serbest. Türkiye'deki nominal faizler de dünyaya göre yüksek ve dolayısıyla küresel sermaye için cazip. Devlet iç borçlanma senetlerinde sadece bu yıl yabancıların stoku 20 milyar dolar arttı, tahvillerin yüzde 22'si artık yabancıların elinde. Hisse senetlerinde yabancı payı yüzde 64 ile çok yüksek düzeyde zaten. Küresel sermaye geliyor, daha düşük oranlara razı oluyor ve yerliyi kendi piyasasından dışlıyor.
■ Çünkü yabancının enflasyonla pek ilgisi yok. Dövizini getirip TL'ye geçtiği, faiz ve sermaye kazancı elde edip, sonunda yeniden TL'ye döndüğü için de, Türkiye yatırımlarından yüksek kazançlar elde ediyor. Sermaye ve faiz kazancına kur kazancını da ekliyor. Bu süreç işledikçe dağdan gelen bağdakini kovuyor. Ekonomi olarak yabancı tasarrufları daha çok kullanıyoruz. Yerlilere finansal yatırımla para kazanma alanı giderek daralıyor.
SONUÇ: "Paran azsa sıkıntın da azdır." Fransız atasözü