Sıra geldi ineklerin metan gazına...

Gelecek 30 yıl dikkate alınarak gıda ve beslenme üzerine yapılan hesaplar ürkütücü görünüyor. Ya da Batılı kaynakların, keyiflerinden ödün vermeden kendi bakış açılarıyla yaptığı araştırmalar gelecek adına iyi işaretler vermiyor. Türkiye olarak bu tarz araştırmaların ucundan tutup söz söyleyecek
konumda olmadığımızdan mecburen yabandan gelen seslere kulak veriyoruz.
Hesap şöyle yapılıyor: 30 yıl içinde artacak dünya nüfusunu beslemek için gıda üretiminin de iki katına çıkması gerekiyor. Kara Afrika'da bir gününü tek mangoyla geçiren insanları doyurmaktan bahsetmiyor bu tespit. Batılı bir kişinin artıklarıyla, Afrikalı 3 kişinin doyabileceği bir tüketim mantığına göre yapıldığından, sıkıntılı noktaları var.
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan raporlara göre gelecekte gıda sıkıntısı olmaması için et ve süt verimliliği açısından hayvancılığın geliştirilmesinin gerekli kılınacağına vurgu yapılıyor. "Bu alanda yatırım yapın" denmiyor. "Birileri mecburen yapacak, dikkatli olun" veya "Bu sektöre kapılarınızı uyanık olarak açın" deniyor.
Benin anladığım şu: Bu alanda yapılacak yatırımlar öncelikle kendimiz için olmalı. Başkalarını doyurmak adına ihracaat için süt ve besi hayvancılığı konusunda ilgili ve yetkili makamların iki defa düşünmesi gerekiyor. "Avrupa'ya süt ihracatının önü açıldı" diye sevinmek yerine düşünmek gerekiyor. Gıda hammaddesi ihracı yerine, bu alanda ithalatı bitirmek, hatta markalı ürün ihraç etmek üzerine kafa yorulması, mevzuat hazırlanması icap eder.
İki hafta önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker'in de katılımıyla Calinos Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fırat Gülgen, Niğde'de yaklaşık 100 milyon lira yatırım yaparak Türkiye'nin en büyüğü olduğu belirtilen entegre süt üretimi tesisini hizmete açtı. Gelecek yıl 100 ton süt üretimine ulaşıp Avrupa Birliği'ne ihraç edilmesi de hedefler arasında. "Hastalıktan ari" bir tesis olduğu için ellerimizi sabunla yıkayıp ayaklarımıza dizlerimize kadar uzanan galoşları taktık, tek kullanımlık beyaz önlüklerimizi giyip henüz doğalı 24 saat olmamış ve doğar/doğmaz annelerinden ayırt edilen buzağıları sevdik. Ortam harika. Niğde'de böylesine geniş ve boş, hatta çöl bir arazinin bu şekilde değerlendirilmesi de takdire şayan, ama besi ve süt hayvancılığına dünyadaki gelişmeler ışığında bakıp bu tesislerimizin kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Türkiye henüz bu tarz tesislerle yeni tanışırken, Batı başka bir faza geçmiş durumda. Dünya nüfusu 7 milyardan 9 milyarlara doğru yükseldiğinde, gıda bir yandan sorun olacağı gibi diğer taraftan en verimli iş alanı olarak karşımıza çıkacak. Bir hafta önce Rotterdam'da dünya enerji devi Shell tarafından organize edilen forumun gündeminde gıdanın olması boşuna değildi. Ancak Uluslararası Gıda ve Tarım Örgütü, 2050 yılında et üretim ve tüketiminin iki kat artacağı endişesinde.
Eleştirel yaklaşımlar ise daha çok Batı'yı yani gelişmiş ülkeleri hedef alıyor, diyebilirim. BM raporuna göre besi ve süt hayvancılığı gıda ihtiyacının karşılanması amacıyla bu haliyle ve endüstriyelleşerek büyümeye devam ederse çevresel açıdan ciddi tehlikeleri de beraberinde getirecektir.
Tahminlere göre tüm dünyada 1.5 milyar sığır, 1 milyar domuz ve 6 milyar tavuk besleniyor. Fakat et tüketiminin, diğer gıdaların tümünden daha hızlı artış gösteriyor olması alarm zillerinin de çalmasına sebep oluyor. Daha fazla toprak ve doğal kaynaklara zarar vermeden, besi hayvan sayısını da artırmadan gıda üretimi yapılabilir mi? Mesele bu.
Çünkü, halihazırdaki tarım arazilerinin yarıdan fazlası doğal dengeler bozularak büyük ve küçük hayvan yetiştiriciliği için kullanılıyor. Ozonun delinmesini ve sera gazını, otomotiv sektörü ve uçaklar üzerinden değenlendiriyoruz; ancak küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının yüzde 18'i besi hayvancılığından kaynaklanıyor. Dikkat buyurun, uçakların payı ise yüzde 2.
Metan gazının en büyük kaynağı büyükbaş hayvanlar. Dolayısıyla mevzu sadece gıda temelli değil ve bu sıkıntıları daha çok tartışacağız. Şimdilik bu kadar...